Archive for Kasım, 2014


Nazım hesaplar ve Kamu kurumu niteligindeki meslek kuruluşları

Mutlak ve nisbi muvazaa , Dışsallıklar

Tüketici fazlası ve kamu davasını düşüren nedenler

kanun önünde eşitlik ilkesini açıklayınız , idari dava türleri nelerdir

ayrıca dunya cografyası ve türkiye cografyasından soru sorulmustu

anayasının değiştirilemeyecek maddeleri

kamulaştırma ve sureciydi

Maliye politikaları vardı, para politikaları vardı (daraltıcı-genişletici) güncel enflasyon oranını

Önemsiz olmanın önemi ve borcun naklin

Vergi borcunu sona erdiren haller ya da vergi hukukunda sureler di tam hatirlamiyorumve ekonomi de genel işleyiş nasıl olur hane halkı devlet piyasalar felan.

vergileme ilkeleri, anayasanın kişi hak ve hürriyetini koruyan maddeleri, görünmez el.

tuketici dengesini degistiren faktorler

dengeyi gosteren egriyi cizmemi istemislerdi

GSMH ve GSYH aradaki fark

Anayasa mahkemesinin görevleri.İşsizlik türleri. Gizli işsizliğe örnek.

IS/LM egrrisi (ki bunu cizerek anlatmistim) digeri ise Borclar Kanununda muvazaa nedir muvazaali islemler nelerdir

Kamusal mal,ozel mallar ve anayasanin baslangic ilkeleri ve ustunlugu

ikrar gabin,tehdit (borçlar hukuku) ve Cobweb teoremi

Merkez bankasi kac tarihinde kuruldu ve gorevleri nelerdir?

Karar düzeltme, dirsekli talep teorisi, teferrug, bernankeden sonraki başkan,mütemmim cüz, gelir ortaklığı senedi, özel fonlar, prens kimin eseri, cebelitarık boğazı nereleri bağlar, elmas su paradoksu, köy derneği
Beyaz Filler Sendromu nedir?
tuneldeki yılan
zamanasımı kesen sebepler
lıkıtıde tercıh
fiili memur
tevzin
2013 2011 buyume oranları
ıskandınav ulkelerı
kübanın baskentı?
danımarka nerenın baskentı

satin alinan bi taşınmazi tapuda devretmek

Teferruğ, satın alınan bir taşınmazın tapuda devir işleminin yapılmasıdır.
Tefevvüz ise bir ihalede bir taşınmazın belli bir bedel karşılığında bir kimsenin üzerinde kalmasıdır


Ecrimisil nedir ?
ve daha önemlisi asla özgecmişinize yapmadıgınız seylerı yazmayın yazdıgınız seylerı de mutlaka tekrar okuyup oyle sınava gırmek yararınıza olacaktır

1)Kısa vadeli sigorta kollarının tanımı.
2)Sayıştay ve Danıştay arasındaki uyuşmazlıklar.
3)Bütçe kanunu 9. madde yatırım programlarında neler yer alıyor?
4)İç denetim iç kontrolün hangi standartlarında yer alır?
5)Görevler ayrılığı tanımı.(muayene kabul komisyonunda yer alamayacaklar neler?)

~Kaynak: https://www.facebook.com/profile.php?id=100004764159001&fref=ufi

https://www.facebook.com/nuray9292?fref=nf

Anayasa Ders Notları KPSS A

Burdan İndrin: 01-_Anayasa_Hukuku-libre

~Kaynak: https://ankara.academia.edu/FurkanG%C3%BCvenTa%C5%9Ftan

Some content on this page was disabled on January 31, 2019 as a result of a DMCA takedown notice from Furkan Güven Taştan. You can learn more about the DMCA here:

https://wordpress.com/support/copyright-and-the-dmca/

İdare Hukuku Ders Notları

Burdan indirin: 02-_Idare_Hukuku-libre

~Kaynak: https://ankara.academia.edu/FurkanG%C3%BCvenTa%C5%9Ftan

Some content on this page was disabled on June 12, 2017 as a result of a DMCA takedown notice from Furkan Güven Taştan. You can learn more about the DMCA here:

https://wordpress.com/support/copyright-and-the-dmca/

Lise Başlangıç Tarihleri

lise

Burdan: https://yadi.sk/d/KcTDNGIqCKf8y

~Kaynak: http://www.geliruzmanligi.com/2013/11/isletme-iktisadi-notu-indir-gelir-uzmanligi.html

1
Yayın İsmi : Hegel’in Uluslararası İlişkiler Kuramı: Dünya Tini, Devlet ve Savaş
Yayına Hazırlayan : Faruk YALVAÇ
Basımevi / Tarih: : Phoenix / 2008
Ne Öğretir? : Tin, Tarih, Dünya Tini, Devlet, Savaş, Hegel’in Uluslararası İlişkiler
Teorisi, Realizm, İdealizm
………………………………………………………………………………………………………
Hegel’in uluslararası ilişkiler (Uİ) ile ilgili görüşlerinin esasları Berlin döneminin bir ürünü olan
Hukuk Felsefesinin İlkeleri ile şekillenmeye başlamıştır. 1821’de yayınlanan bu kitapla Hegel,
daha çok konuyla ilgili olan önceki görüşlerini sistemleştirmiştir. Uİ ve savaş kuramını karmaşık
felsefesi sistemin içine serpiştiren Hegel’in bu konudaki görüşleri tarih ve hukuk felsefesi
ilkelerinde şekillenmiştir. Bu çerçevede Uİ konusundaki yaklaşımı dünya tininin gelişmesiyle
ilgili düşüncelerinin çerçevesinde düşünülmelidir.
Hegel’e göre dünya tininin kökensel tarih, düşüncel tarih ve felsefi tarih olmak üzere üç amacı
bulunmaktadır. Tarih, bir sona ve bir amaca doğru ilerlemektedir. Tarihte ilerleme özgürlük
bilincinin farklı basamaklarıdır. Tarih çocukluktan yaşlılığa ilerleyen bir süreçtir. “Dünya tarihi,
özgürlük bilincinde bir ilerlemedir”. Bizim görevimiz bu ilerlemeyi, zorunluluğu içinde
bilmektir. Tarihin bilinci ya da tinin tarihi olması insanın tarihi olduğu anlamına gelir.
Tarih öncesinde büyük değişiklikler yaşanmışsa da sadece kendi tarihlerinin bilincinde olan
devletlerin bir tarihi vardır ve bu devletler tarihsel olarak özbilinçli davranırlar. Tarihsel ve
coğrafi unsurlar ise bu gelişmeye sınırlama koyabilirler. Bu tür devletler önceki kültürel
geleneklerden yararlanırlar ve kendilerinden önce gelen devletlerden daha ileri olduklarını
anlarlar.
Hegel’e göre evrensel ya da dünya tini, insan bilinci olarak vardır ve insan tarihinde üretilip
ortaya çıkar. Tarihin sonunda insanlık tam özbilinçlilik elde ettiğinde somut bir gerçeklik
kazanır. Dünya tini, belli bir devlet ya da kültürün değil, insanın insan olarak kendi
evrenselliğinin bilincini elde etmesidir. Ona göre bir Alman, Fransız ya da İngiliz olarak değil,
insan olarak değer ve kimliğimizin olduğunu anladığımızda bilincimiz evrensel bir kimlik
geliştirmiş olur.
Hegel, tarihin kişilerden bağımsız bir şekilde açıklanmasının olanaksız olduğunu belirtse de
tarihte asıl ilgi odağının kişiler değil, uluslar ya da halk tinleri olduğunu belirtir. Ona göre dünya
2
ulusları arasındaki en önemli ayrım, temsil ettikleri ussallık, yani özgürlük kavramının bilincidir.
“Her şeyin gelip kendisine dayandığı son bilinç aşaması, insanın özgür olduğudur”.
Siyaset kuramında da kendi döneminin siyasal kuramlarını ve özellikle devlet kurumundaki
“aklı” almaya çalışan Hegel, dünya tarihi tarafından gerçekleştirilecek en büyük amacın kişinin
özgürlüğe sahip olduğu ve özgürlüğünü yaşadığı “ahlaki bir bütün olan” devlet olduğunu söyler.
Devletin en yüksek yaşam biçimi olduğuna ilişkin Antik Yunan görüşünü benimseyen Hegel,
Antik Yunan site idealini çağdaş toplumda gerçekleştirmek istemiştir. Bu anlayışa göre devlete
karşı görevleri yerine getirmek en yüksek ahlaki yaşamdır.
Devletlerarası mücadelenin her aşamasında belli bir devlet dünya tininin gelişimini simgeler ve
dünyaya egemen olur. Dünya tini, ileriye doğru gidişi sırasında her ulusa kendine özgü bir ödev
yerine getirme görevi yükler. Uluslar, bu görevi yerine getirdikten sonra, tarih sahnesinden
silinirler. Tikel halk tinleri ise zaman içerisinde dünya tarihi açısından anlamını yitirir.
Evrenin bilgisini açıklamakta bilginin nesnesini “varlık” olarak gören Hegel’in felsefesinin
konusu, ontolojidir. Ona göre felsefenin görevi, bu “varlık” üstüne düşünmek ve varlığın özünü
aramaktır. Hegel’e göre, insanlık tarihi tinsel anlama sahiptir. Her şey Tanrı’dan gelir ve Tanrı
da insan için bilinebilir. Her şey bilinebilir, Kant’ın ifade ettiğinin tersini “kendinde şeyler”i
bilmek de mümkündür.
İdealizmin savunduğu gibi gerçek, düşüncenin bir ürünü ise, akıl tinin bu gelişme sürecini ve
evreni anlayabilir. Zira akıl zaten gerçektir. Dünyayı açıklamak demek, dünyanın rastgele
olgulardan oluşmaması, mantıksal sistemin zorunlu bir parçası olması demektir. Her şey
birbiriyle ilişkilidir ve bu ilişkiler de mantıksal kategorilere sahiptir. Felsefe, şimdi ile ilgilenir.
Şimdi ise geçmişi de içinde barındırır. “Geçmiş olarak gözüken şey, ide de yitip gitmemiştir”.
Sonuç olarak, kendisine evrenin bilgisini açıklamak gibi çok iddialı bir hedef seçen Hegel, zor ve
karmaşık bir sistem olarak “Evrimci İdealizm” sistemini ortaya koymaya çalışmıştır. Hegel, bu
minvalde, gerçeği düşüncenin bir ürünü olarak gördüğünden idealist, tarihi, diyalektik olarak
değişen ve gelişen bir süreç olarak gördüğü için evrimci olarak görülmüştür. Tarihsel kuramı Uİ
kuramını yakından etkileyen Hegel, son tahlilde realist okulun temsilcisidir. Fakat devlet, savaş
gibi bazı konulardaki farklı görüşleriyle klasik realist okuldan ayrılmaktadır. Örneğin realist
kuram savaşı devletin güvenliğini ve ulusal çıkarların korunmasını sağlayan bir araç olarak
görürken, Hegel, toplumun işleyişi ve özgürlüğün elde edilmesiyle ilgili olarak pozitif yönüyle
değerlendirir ve realizmin kavramsal çizgisinden uzaklaşır. Bununla birlikte Hegel’in görüşleri,
20. yüzyıl liberal düşüncesinin uluslararası eğilimlerine karşıdır. Kantçı kozmopolit düşünceye
3
de sahip değildir. Görüşleri, dünya devletine giden bir yol olarak görülememektedir. Fakat
görüşleri, rasyonalist ve kozmopolit temalar da taşıyabilmektedir. Tarihin sonunu insanlığın
Batılılaşması olarak gören Hegel, devleti, savaşı, realpolitiği, çatışmayı kutsamaktadır.3
(30.05.2011)

~Kaynak: http://www.yusufsayin.com.tr/

1
Enikonu: Thoroughly, altogether, tamamen, comprehensively, deeply, with great detail
Signora: Bayan, hanım (evli), title of respect for a married woman that is either prefixed to her name or used alone (Italian)
Dermeyan etmek: Anlatmak, söylemek, iddia ve defi’de bulunmak. Beyân. İleri sürm
Patriarkal: Ataerkil, patriarkal, pedersahi. 2. yasli ve saygideger (adam). 3. patrige ait, hürmete layık , patriğe ait., patriarchal
Dekedans: Çökmüş, batmış,
İstim: Buhar salıvermek; buğulamak: buharda pişirmek; buğusu çıkmak, dumanı çıkmak, buram buram tütmek, islim halinde çıkmak; vapurla yolculuk yapmak. steam up buğulamak; güçlendirmek; coşturmak.
Atraksiyon: Cazibe, çekici oluş, alımlılık; buyüleyici şey; eglence programı, atraksiyon; (fiz.) çekim.
Takbih: Çirkin görmek. Beğenmemek. * Kabahatli bulmak. * Kötü gördüğünü bildiren söz söylemek.
Mütenakıs: Noksanlaşan, azalan, miktarı azalmış olan.
Bi-gane: Kayıtsız. Alâkasız. * Aldırışsız. Yabancı. Dünya ile alâkayı kesmiş olan
Akamet: Neticesizlik. Kısırlık, sonu alınmama.
Hipotetik: Varsayımsal (Fr), hypothétique
Diskursive: Söylevsel, nutuksal
İştikak: Türemek. Bir kökten ayrılan kelimelerin asılları ve birbirleri ile olan münâsebetleri, meydana gelişleri. * Çatallaşmak. Yarılmış bir şeyin bir şıkkını almak. * Edb: Aynı kökten türemiş olan birkaç kelimeyi bir araya getirme sanatı. Misaller:(Edipler edepli olmalı, hem de edeb-i İslâmiye ile müteeddib olmalı. İk.M.)(Zulmü alkışlayamam, zâlimi asla sevemem. Mehmed Akif)
Raiye: (C.: Raâyâ) Saklı, mahfuz.
Feraset: (Bak: Firâset) Anlayışlılık, çabuk seziş. (Aslı firâsettir)
Acem: İranlı. Yabancı. * Arapça konuşmayanlar. Arab olmayanlar. * Çekirdek.
Tevfik: Uygun düşürme. * Uydurma. Muvafık kılma. * Cenab-ı Hakkın kuluna yardım etmesi.
Ego: Ruh ve bedenden ibaret insan; (fels.) hisseden, düşünen ve iradesini kullanan kimse; (psik.) ben, ego; (k.dili.) kendini beğenmişlik.”
Deskıriptiv: Tanımlayıcı, tanıtımsal, tavsif edici, resmedici. descriptive geometry tasarı geometri.
Akim kalmak: Kısır kalmak, akamet
Pişişe: insan ruhu, tin; can; akıl., psyche,
Teyakkuz: Uyanık olma. * Uykudan kalkma. * Göz açıklığı.
Raic,Rayiç: Revaçta olan, sürümü olan. Rağbet bulan. econ. 1. market value, current value. 2. salable, marketable, in demand. 3. current, general, in common use. –– fiyat market price, current price.
Defo: Yarık, çatlak, çatlaklık, rahne; sakat, kusur, defo; ayıp; (f.) çatlatmak, sakatlamak; sakat olmak, defolu olmak; çatlamak. flawless (s.) kusursuz. flawy (s.) kusurlu. flawlessness (i.) kusursuzluk.”
Müştemilât: Kavrayan, saran, içine alan. Büsbütün örten.
Müzekkir/e: Andıran, hatıra getiren, yâd ettiren, zikrettiren, hatırda tutturan. * Zikreden, ibâdet eden. * Resul-i Ekrem (A.S.M.) mü’minleri ve bütün beşeriyeti tehlikeli şeylerden halâs edip iki cihan saadetine nâil olma yolunu tâlim ettiğinden, Kur’an-ı Kerim’de müzekkir diye isimlendirilm
Ma’lûl: İlletli, hasta, sakat, kötürüm. * Harpte bir uzvunu kaybetmiş gazi.
Riyaziyat: Matematik ilmi, hesap-hendese ilmi. Aritmetik-geometri.
Rekolte: Harvest, f.) hasat; hasat mevsimi, ekinleri biçme zamanı; ürün, mahsul, rekolte; semere, sonuç, netice; (f.) biçmek, hasat etmek, mahsul devşirmek. harvest
2
home harman sonu; harman sonunda verilen ziyafet. har vest moon sonbahar başındaki dolunay. harvest mouse tarla faresi. harvest tick hasat zamanında türeyen bir çeşit sakırga. “kırkmak, kırpmak, kesmek, kesip kısaltmak. crop up birden meydana çıkmak, açığa vurmak.
Matah: Goods, (çoğ.) eşya, (mal.); kumaş; gayri menkul eşya; (A.B.D.), (argo) gerekli vasıflar. goods train (ing.) marşandiz, yük katarı. deliver the goods (A.B.D.), (k.dili.) beklenilen bir şeyi muvaffakıyetle yapmak. get the goods on (argo) suç delillerini elde etmek, elinde suç delilleri olmak . menkuller, tasinirlar; menkuller ve gayrimenkuller. 2. mallar, esya. 3. kumas. 4. Ing. yük, kargo
Nüks: Hastalığın geri dönmesi, depreşmesi
Sibernetik: Sibernetik, kibernetik, ayarlama-yönleme bilgisi, science of communication and automatic control systems in relation to both machines and living things, kibernetik
Tahiyyat: Selâmlar. Duâlar. Manevî hayat hediyeleri. Tezahürat-ı hayatiye. * Mâlikiyet, beka ve mülk. (Bak: Et-tahiyyatü)
Mendup: Tavsiye edilen
Mekruh: Kötü görülen (sünnetle amel etme)
Velut: Çok eser vermiş yazar, şair
Emtia: (Meta’. C.) Ticaret malları, ticari eşya, satış eşyası, emtia, mal; (f.) alışveriş etmek, ticaret yapmak (merchandise) stock, goods, , Elde mevcut eşya, malzeme veya teçhizat.
Örüntü: Örnek, numune, model, misal; kalıpla basılarak çıkarılan veya kalıp şeklinde olan model; şekillerin düzeni; şablon; (A.B.D.) bir elbiselik kumaş; kurşun saçmasının hedef üzerinde bıraktığı izler; (f.) bir örneği kopya etmek, modeline göre yapmak; şekillerle süslemek. ”
Edilgin: Pasif, eylemsiz, faaliyeti olmayan, dış etkiler karşısında hareketsiz kalan; (gram.) edilgen, meful, meçhul; (ikt.) faizsiz; dayanıklı, uysal; (tıb.) atıl; (i.), (gram.) edilgen fiil. passive commerce (tic.) ihraç mallarını yabancı gemilerle nakletmek suretiyle yapılan ticaret. passive obedience inanç veya prensiplere aykırı olsa da tam itaat. passive resistance pasif mukavemet, eylemsiz direniş. passively (z.) pasif olarak. passiveness (i.) pasif oluş passiv’ity (i.) dış etkiler karşısında hareketsizlik; boyun eğme; dirençsizlik.
Atıl: Hareketsiz. 2. kim. etkisiz. 3. tic. durgun işsiz, aylak, aslı esası olmayan; işlemeyen; boş; (f.) boş gezmek; vaktini boşa harcamak, oyalanmak, boş şeylerle meşgul olmak; (motor) boşta çalışmak idle mo ments boş zamanlar idle pulley, idling pulley avara kasnagı idle away time zaman öIdürmek. idleness (i.) işsizlik, tembellik. idler (i.) boş gezen kimse; boşa dönen kasnak idly (z.) tembelce, aylakça; (motor) boşta, süreduran, hareketsiz; ağır; tembel; (kim.) tesirsiz. inertly (z.) süredurum halinde. inertness (i.) süredurum
Stereotip: Sayfa halinde baskı klişesi, stereotip; stereotipi; basma kalıp söz; (f.) stereotip klişesi yapmak; saptamak, tespit etmek, sabit bir şekilde vermek. stereotypy (i.) stereotipi. ”
Özgül: Spesifik
Eşraf: İlerî gelenler, şerefliler
Amorf: Amorphous, Sekişsiz, özelliği olmayan. amorphism (i.) Şekilsizlik
Fedan: (C: Fedâdin) Bir çift öküz. * Bir günde bir çift öküzle sürülebilen arazi. * Daha çok mısırda yer ölçülerinde kullanılan bir kelime
Tandans: meyil, istidat, eğilim, şev; (psik.) yönseme. ”
Kült: Tapını, cult (a system of religious worship). 2. cult, religion. 3. cult (the rites, ceremonies, and practices of a religion).
Vitray: Renkli cam, stained glass
Müstehzi: İstihza eden. Biriyle eğlenen. Herkesle eğlenmek isteyen.
İnfial: Gücenme. Darılma. * Can sıkılma. Teessür. * Hareketlenme. Harici bir sebeb ve te’sirle hâsıl olan hâl, te’sir ve hareket. * Harici te’sire kabil olmak. * Ruhun kabul ettiği tahavvülât. (Bir eser, müessirine nisbetle fiildir. Zuhur ettiği yere nisbetle infialdir.)
3
Tevessül: Allah’ın dergâhına yaklaştıracak amel işlemek. * Sarılmak. * Baş vurmak. * İnanmak. * Sebeb tutmak. * Hırsızlık.
İntihal: Çalma. Başkasının malını kendisinin gibi iddia etme. * Edb: Başkasının yazısını kendisinin gibi göstermek. Onu benimsemek. Böyle şiire, sirkatî şiir de denir.
Şattülarab: Irak-İran sınırı
Semptom: Alâmet, emare; (tıb.) belirti, araz. ”
Makes: Bulmak
Prototip: Asıl nüsha, esas model, ilk örnek, prototip, ori- jinal. prototypal (s.) ilk örnekle ilgili.
Tavsif Etmek: Vasıflarını söylemek. Bir şeyin iç yüzünü, ne ve nasıl bir şey olduğunu anlatmak. Vasıflandırmak. * Bilgi, ilim.
Palyatif: hafifletici; özür kabilinden; (i.) hafifletici şey, palliative. 2. (a) palliative.
İhdas Etmek: Yeniden bir şey yapmak. Ortaya koymak. Meydana koymak. (Bak: İbda’, Hudus)
Sarahat: Sarih olmak, zâhir olmak. Açıklık. * Kaymağı alınmış süt.
Mümbit: Verimli, mümbit, bereketli; (biyol.) üreyebilen; doğurgan. fertil’ity (i.) verimlilik, mümbitlik, bereket; üreyebilme; doğurganlık.”
Beyhude: f. Boşuna. Boş yere. Faydasız.
Muadil: “Equivalent, alike, similar ”
Bâc: f. Vergi. * Kudretli hükümdarın zayıf olan hükümdardan aldığı vergi. * Eskiden halktan alınan öşür veya haraç ve gümrük vergisi. * Renk. * Çeşit.
Muhasara: Etraftan çevirmek. Kuşatmak. Düşmanı etraftan sarmak. Abluka etmek.
Akamet: Neticesizlik. Kısırlık, sonu alınmama.
İstihsan: Beğenmek, güzel bulmak. Bir şeyin iyi olduğu kanaatında bulunmak. Beğenilmek. * Fık: Kıyası terkedip, nassa, yani, âyet ve hadis-i şeriflerin hükümlerine en uygun olanı almak. Şeriatta; zorlaştırmayan hükümle, râcih delil ile amel etmektir.(İşte masnuâtı yaldızlayan mezâyâ ve mehasine ve mevcudatı ışıklandıran letaif ve kemâlâta karşı Sübhânallah, Mâşâallah, Allahü Ekber diyerek semâvâtı çınlattıran ve Kur’an’ın nağamâtiyle kâinatı velveleye verdiren istihsan ve takdir ile, tefekkür ve teşhir ile, zikir ve tevhid ile, berr ve bahri cezbeye getiren, yine bilmüşâhede O Zâttır. S.)
Fütur: Yeis. Ümidsizlik. Usanç. * Zaaf. * Keder, gam. * Gevşeklik.
İ’lam: Bildirmek. Belli etmek. Anlatmak. * Mahkeme hükmünü bildiren resmi karar yazısı.
İlam: Elem vermek. Rencide etmek. * Düğün yemeği.
İrtikab: Bekleme, gözleme. * Ümit etme, umma.
İhtilas: (C.: İhtilasât) Çalma, sirkat, hırsızlık. * Usulca ve elçabukluğu ile aşırma. * Bir çeşit ok atma tavrı.
Teberrük: Bir şeyi bereket veya saadet vesilesi sayarak almak veya vermek. Uğur ve bereket saymak. * Hayr-ı İlâhiye hissedâr olmak.
Münhasır: (Hasr. dan) Belli bir sınır içinde olup harice tecavüz etmeyen, inhisar eden, her yanı çevrili. * Yalnız bir kimseye veya bir şeye mahsus ola
Miyar: Belirteç, ayıraç, standard (for weights or measures). 2. standard (of coinage). 3. chem. Reagent, substance used to detect or measure another substance or to convert one substance into another by chemical reaction (Chemistry)
Anomal: Anomalous, kural dışı, kaidelere uymayan, istisna teşkil eden; tabiR olmayan , anormal.” 1. alisilmisin disinda, beklenene ters düsen, tuhaf, uygunsuz; çeliskili. 2. kuraldisi
Lineer-Linear: Çizgilerden ibaret, çizgiye ait, çizgisel; aynı istikameti haiz; (mat.) yalnız bir derecelik niceliklere ait, doğrusal; (bot.) pek ince ve uzun (yaprak) linear equation (mat.) doğrusal denklem. linear
4
measure uzunluk öIçüsü, boy ölçüsü. linear perspective resimde görünen şeylerin uzaklıkları oranında küçülmeleri. ”
Moment: An, lahza; ehemmiyet, nüfuz, kuvvet; (fiz.) moment, hareket hâsıl etme kabiliyeti; cevher, unsur. moment of truth karar anı, kritik an; boğa güreşinde boğanın öldürüldüğü an. ”
İde-İdea: Fikir, düşünce, mütalaa; ta savvur; inanç; tahmin, sanı; (k.dili) ana konu; (fels.) idea fixed idea saplantı. (I.) have no idea. Hiç bir fikrim yok .The idea is that… Mesele şudur ki Maksat şundan ibarettir:… The very idea! Ne kadar tuhaf ! ”
Determinasyon-Determination: Azim, sebat, metanet, inat, kararlı oluş; hüküm, tespit, tayin; niyet, kasıt; sınırlama, tahdit, azim, kararlilik. 2. belirleme, tayin; tespit, saptama, KARAR, HÜKÜM,BELİRLEME,SAPTAMA.
Espri: Wit, clever remark, joke, anlayış, zekâ; duygu; nükte, zarif söz; nükteci kimse
Abid: İbadet eden. Zâhid. Çok ibadet eden. * Köle.
Natık: Konuşan. Söz eden, söyleyen, beyan eden. İdrak eden. Bildiren. Fikir ederek düşünen. * Altın ve gümüş gibi olan mal
Aymaz: Farkında olmayan, habersiz; önemsemeyen, unaware, heedless
Terennüm: Güzel güzel anlatma. * Yavaş ve güzel sesle şarkı söyleme. * Ötmek. Musikîleşmek.
İhtida: Hidayete ermek. Delâlet ve irşadı kabul edip doğru yola girmek. Allah’a ve Resül-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm Efendimize iman etmek. * Başkasına tekaddüm etmek
Mühtedi: Hidayete ermiş olan. İslâmiyete girmiş olan. Doğru yolu seçen. Hak dinine girmiş olan.
Nükte: İnce mânalı söz, idraki ve anlaşılması nezâket ve zarifliğe dayanan nazik husus. İbarenin asıl mânasından başka olan nazik ve lâtif mânâ, dikkatle anlaşılabilen ince mânâ. * Yere ağaçla vurup eser bırakmak.
İrca: Sonraya bırakmak. * Kuyuya kenar yapmak.
Mitralyöz: Mitralyöz, makinalı tüfek. mitrailleur (i.) makinalı tüfek kullanan asker, mitralyözcü.
Rüchan: Üstünlük, yükseklik, üstün olma. Fazilet, haslet veya her hangi bir şey cihetiyle diğerinden üstün olmak.
Acenta: (Acenta) ing. Bir vapur şirketinin her iskeledeki memuru. * Bir şirket veya idarenin diğer memleketteki vekili. * Memur veya vekilin memuriyeti ve idarehanesi
İmlemek: İşaret etmek, göstermek, imlemek, dolaylı olarak belirtmek; (tıb.) hastadaki belirtileriyle, hastalığın cinsini veya ilâcını göstermek; kısaca tanımlamak. indicated horse power bir makinanın belirtilmiş olan beygirgücü
Yanılsama: Illusion, hayal, kuruntu, hülya, aldanma; hile, yalan; yanlış görüş, hata; çok ince ipekli kumaş. optical illusion gözü aldatan görüntü. ”
Alagorik: Kinayeli,mecazi
İntelligentsia: Aydınlar, münevverler sınıfı
Tekaüt: İşten çekilme, tekaütlük, emeklilik; inziva yeri, inzivaretirement from work. 2. retirement, being retired. 3. colloq. retired (person). 4. colloq. retired person. –– etmek /ý/ to retire (someone). –– maaþý retirement pay, pension. –– olmak to retire.
Vehim: Önceden hissetme, kötü bir seyin meydana gelecegini önceden hissetme, önsezi, fearing, foreboding, groundless fear
Krizalit: Böceğin kelebek olmadan evvel koza içinde veya dışmdaki hali
Mürettip: Besteci, bestekâr, kompozitör
Kakophoni: ahenksiz ses, kulağa hoş gelmeyen ses;(müz.) akortsuzluğun sık sık olması
Layiha: Formally written petition, proposal, or memorandum, explanatory document, project; bill, argument, argument; claim, suit, pleading Menfur: Nefred edilen
5
Tröst: Güven,.güven,v.güven:n. Cangıl: Çok sık ağaçlı ve yüksek otlu vahşi orman, çengel; çok sık ve karışık yeşillik. jungle cat bir yaban kedisi, (zool.) Felis chaus. jungle fever batı Hindistan ormanlarına özgü çok şiddetli sıtma. jungle fowl Hint kuşu, yaban tavuğu
Necat : Kurtuluş, selâmet. * Hırs ve hased. * Yüksek mekân. * Ağaç budağı. * Mantar.,
Buhur: Tütsü. (Bak: Bahur)
Bayındır: Mamur, şenlikli. * Bir Oğuz oymağının ve Akkoyunlu hanedânının ismi.
Mürai: İki yüzlü kimse, dalkavuk, riyakâr, münafık.
Meşk: Yazı örneği. Öğretici yazı. * Bir şeyi uzatmak. * Uzun uzun yazmak. * Bilmeyene bir şeyi öğretmek. * Sür’at, hız.
Bağnaz: fanatik, mutaassıp, bağnaz
İstim: Buharla işleyen makinaların kazanında birikip makinayı işleten buğu, buhar.
Çetrefil: Complicated (situation). 2. abstruse, difficult to understand. 3. incorrect, ungrammatical (language).
Sıdkı sıyrılmak: to lose faith in (someone)
Duba: Tombaz,geçici bir askeri köprünün yüzücü ayaklarından biri veya, bir çok şeyleri su üstünde karşıya geçirmek için bir sal olarak kullanılan hafif kayık veya yüzücü araç. Buna bazen “pontoon” da denir.
Sirküler: İçinde, daha çok genel, fakat geçici mahiyette, bilgiler bulunan resmi yayın. daireye ait, daire şeklinde, yuvarlak; bir daire içinde hareket eden; dolaylı, dolambaçlı; belirli bir muhit ile ilgili; (i.) sirküler tamim genelge. circuIarly (z.) dairevi olarak. circular measure daire olçüsü. circular saw daire testere.”
Klik: (f.) grup, komite, hizip; klik, (f.) komite teşkil etmek, grup meydana getirmek. ayrı tutmak. eli’quish (s.) grubu dışındakilere yüz vermeyen, ayrıcalık gözeten. eliquishly (z.) belirli bir grubun dışındakilere yüz vermeyerek. eliquishness (i.) klik meydana getirme, ayrıcalık gösterme.”
Seyyal: Akıcı şey, su gibi sıvı olup akan. Çokça akan su. * Yer değiştiren her şey.
Merhale: (Rihlet. den) Menzil. Konak. * İki konak arası mesafe. * Bir günlük yol. * Derece, kademe.
Peyk: f. Bir şeyin etrafında, ona tabi olarak dönen. Seyyare. * Haber ve mektup getirip götüren, uydu, peyk, satelit, bir gezegenin uydusu; büyük bir kimsenin peşinde dolaşan kimse, bende, uşak.
Efradına Cami, Ağyarına Mani: ilgili olan her şeyi içeren ilgili olmayan her şeyi dışarıda bırakan.
Tezyin: Süslemek. Bezemek. Donatmak.
Guru: Guru, mürsit, rehber
Tezyif: Çürütmek. Küçük düşürmek. Eğlenmek, alaya almak. * Bir şeyin dışını tezyin ve tanzim edip, içini fena yapmak. Kötü ayar etmek. * Tahkir etmek.
Tervic: Revaç vermek. Değerini arttırmak. * Müsait karşılamak. Kabul ettirip, geçerli kılmak
İlzam: Muaraza veya muhakemede delil göstererek muhalifini susturmak, iskât etmek. Söz ve fikirde galibiyet. İltizam ettirmek. İsnad ve isbat etmek.
Tesvil-at: (C.: Tesvilât) Kötü bir şeyi güzel göstererek aldatma. * Tezyin etmek, süslemek.
Ceberut: Azametin daha dâimîsi ve bâtınîsi. Büyüklük. Hâkimlik. Kudret, celadet. Fart-ı kibir ve azamet.
Butlan: Haksızlık. Bâtıl olma. Boş ve abes olmak. Hak olmamak.
Şenaat: Fenâlık, kötülük, alçaklık. * Cenab-ı Hakk’ın emrine muhalif hareket.
Şiar edinmek: İz, belirti, işaret, nişan, ayırt edici iyi âdet. * Üstünlük veren işaret. * İnsanın gömleği. * Ölüm. * (Şa’r. C.) Kıllar.
Ekarte etmek: Çıkarmak, ihraç etmek, hariç tutmak, atmak, bertaraf etmek. elimina’tion (i.) çıkarma, kaldırmak, defetmek, ortadan kaldırmak, uzaklaştırmak; öldürmek; başka yere
6
nakletmek, yerini değiştirmek; azletmek; kesmek; izale etmek; gitmek, ev değiştirmek, başka eve nakletmek; (i.) uzaklaştırma; yer değiştirme; derece, fark derecesi.
Tezvir: Söze yalan karıştırma. Yalan söze ziynet verme. * Şahidin şehadetini iptal etme. * Kendini ziyaret edene ikram etme.
İkbal: Bir şeye yönelmek. Teveccüh etmek. Reddetmeyip kabul etmek. Bir şeyi birinin önüne götürmek. Baht açıklığı. Talih. Refah. * İstemek. (Bak: İdbar)
Muarız: Bir şeyden yan çizen. Muâraza eden. Karşı gelen. (Bak: Münâkaşa)
Mevhum: Aslı olmayıp evham mahsulü olan. Vehim.
Kırat: Dirhemin onaltıda birini ifade eden eski bir ağırlık ölçüsü.
Cehd: Fazla çalışma. Güç ve kuvvetini sarfetme. İnsanın nefsine hâkim olması. * Azim, gayret, fedakârlık.* Takat.
Muztar: Zorlanmış. Cebr olunmuş. Mecbur kalış. Çaresiz kalıp başı sıkılan.
Sıla: Kavuşmak, ulaşmak, vuslat. * Âşıkın mâşukuna kavuşması. * Doğduğu yeri, hısım akrabayı gidip görme. * Bahşiş, hediye. * Gr: Cümlenin içinde ism-i mensub bulunmasıyla, dahil olduğu cümlenin evvelce mâlum olması iktiza eder. İçinde bulunduğu cümleyi sonradan gelen cümleye bağlamaya yarayan (edip, ederek, ederken) gibi fiil şekli rabt sigası.
İştiyak: Fazla arzu ve şevk. Tahassür. Hasret çekmek. Özlemek. Göreceği gelmek.
İn’am: Nimet vermek. İhsan etmek. * Doğruya sevketmek, hidâyete ulaştırmak. * İyilik etmek, bahşiş vermek. * Tar: Osmanlı İmparatorluğu zamanında yeniçerilerin aylıklarına yapılan zam. (Bak: Nimet)
İbtila: Zorlukla yutmak. Gelini gerdeğe koymak.
Techiz: Donatma. Gereken şeyleri tamamlama. Cihazlanma. * Fık: Cenazenin yıkanmasından defnetmeğe kadar yapılması lâzım gelen şeyler ve bunları tedarik etme.
Tekfin: Kefenlenmek veya kefenlemek.
Emraz: (Maraz. C.) Hastalıklar. Marazlar.
Müreccah: (Rüchân. dan) Daha ileride kabul edilen, üstün tutulan, tercih edilen.
Şaki: (Şekavet. den) Haydut. Yol kesen. Haylaz. * Her çeşit günahı işleyebilen.
İhraz etmek: Nail olmak. Erişmek. * Kazanmak. Kesbetmek. * Birisini güzel bir surette korumak.
Vazıhan: Açık olarak. Açıkça. Açık açık. Aşikâr surette.
Ekol: (Fr. Ecole) Fikir üzerinde işleyen bir nevi mekteb. * Bir üstadın talebeleri. Bir üstadın mesleği, tarzı.
Şeair: (Şiâr. C.) Âdetler, İslâm işaretleri. İslâmlara ait kaideler. Allah’ı anmak, hamdetmek, ezan okumak, İslâmî kıyafet gibi. Bunlara Şeair-i İslâmiye denir. Bütün müslümanlarla alâkalı mes’eleler ve alâmetler, umumun hissedar olduğu işlerdir.(Sünnet-i Seniyyenin içinde en mühimmi, İslâmiyyet alâmetleri olan ve şeaire de taalluk eden sünnetlerdir. Şeair, âdeta hukuk-u umumiye nev’inden cemiyete âit bir ubudiyettir. Birisinin yapmasiyle o cemiyet umumen istifade ettiği gibi, onun terkiyle de umum cemâat mes’ul olur. L.)(Nasıl “Hukuk-u Şahsiye” ve bir nevi “Hukukullah” sayılan “Hukuk-u Umumiye” nâmiyle iki nevi hukuk var. Öyle de: Mesâil-i şer’iyede bir kısım mesâil, eşhâsa taalluk eder; bir kısım, umuma, umumiyet itibariyle taalluk eder ki; onlara “Şeair-i İslâmiye” tabir edilir. Bu şeairin umuma taalluku cihetiyle umum onda hissedardır. Umumun rızası olmazsa; onlara ilişmek, umumun hukukuna tecavüzdür. O şeairin en cüz’îsi (sünnet kabilinden bir mes’elesi) en büyük bir mes’ele hükmünde nazar-ı ehemmiyettedir. Doğrudan doğruya umum âlem-i İslâma taalluk ettiği gibi, Asr-ı Saâdetten şimdiye kadar bütün eâzım-ı İslam’ın bağlandığı o nurani zincirleri koparmaya, tahrip ve tahrif etmeğe çalışanlar ve yardım edenler düşünsünler ki, ne kadar dehşetli bir hatâya düşüyorlar. Ve zerre miktar şuurları varsa, titresinler!.. M.)
Müstakim: (Kıyam. dan) Doğru, istikametli. * Eğri olmayan, düz, dik. * Hilesiz, temiz.
7
Hakaik, Hakayık: (Hakayık) (Hakikat. C.) Hakikatler.
Merd-i cami: Toplanma yeri
Kalbgâh: Ordunun sağ ve sol kanadlarının ortası. Merkez bölümü. * Canevi
Özeksel: central, middle. Merkezi
Jargon: Anlasilmaz dil. 2. meslek argosu. 3. özel dil, professional vocabulary, words used by a specific group or profession; gibberish, unintelligible words or writing; pidgin, language which has been corrupted or simplified from its original form; colorless or smoky kind of zircon
Ketumiyet: Ketumluk. Ağız sıkılığı. Sır vermemeklik.
Mahfel: (C: Mehâfil) Dernek yeri.
Nahvet: Kibir, gurur. Kibirlenme, büyüklenme, böbürlenme.
Anin: cima’dan aciz bulunan
Beladet: Ahmaklık, sersemlik, kalınkafalılık. Budalalık
İnhisar: monopoly. 2. being restricted or limited to (a single thing or person). ––a/––ýna almak /ý/ to get a monopoly on/of. –– altýna almak /ý/ to monopolize. –– etmek /a/ to be restricted or limited to. ––ýnda olmak /ýn/ to be monopolized (by).
Tababet: ti 1. the art of medicine; medical science. 2. being a medical doctor; the medical profession.”, hekimlik, doktorluk
Mütearife: Herkesin bildiği. Tanınmış. Meşhur. Doğruluğu âşikâr. * Man: İsbatı icab etmeyen söz.
Sefih: helâl olmayan zevk ve eğlencelere düşkün, sefâlete düşmüş kimse, dissolute, dissipated, debauched. 2. recklessly extravagant with money, profligate
Mülâki: Buluşan. Yüz yüze gelen. Görüşen. Kavuşan.
Rençber: laborer, workman, farmer, farmhand or unskilled construction worker (who works by the day). 2. farmer
Ketmetmek: Saklamak. Gizlemek. Sır tutmak. Söylememek.
Mektum: Gizli. Saklı. Gizli kalmış. * Hükümetten gizli tutulan
Cerhetmek: Yara. * Baş ve yüzden başka uzuvlardan birisini yaralamak. * Bir kimseye söğmek. Taan etmek. Sözle gönül incitmek. * Birisinin fikrini çürütüp kabul etmemek. * Şahid, yalancı ve fâsık olduğundan dolayı mahkemede hâkimin şâhidin şehâdetini reddetmesi. * Kesb u kâr eylemek. Kazanmak.
Nevşünema: Bir şeyi el uzatıp almak ve istemek. * Yürümek. * Sür’atle deprenip kalkmak. * Alıp yemek., Gelişme, büyüme. * Uzamak, artmak, çoğalmak, üremek. * Faiz.
Sümen altı etmek: Bir evrakın işleme konulmasını engellemek, Bir işin yapılmasını geciktirmek.
Milk: Mal cinsinden olan yer. Birisinin tasarrufu altında bulunan yer. Mülk.
Tehecci: (Hecâ. dan) Heceleme.
Lir: ancient Greek harp-like instrument, lyre
Murafaa: Karşılıklı hak iddia ederek konuşmak. * Bir dâvâ için birisini hâkim huzuruna celb ettirmek. Yüzleşerek muhakeme olunmak.
Teşe’üm: Kötüye yorma. Uğursuz sayma. Bu anlayış dinimizde men edilmiştir. * Sola dönme. * Sola yatma.
Anber: Güzel koku. Adabalığı ve kaşalot denilen büyük balıkların barsaklarında teşekkül eden güzel kokulu madde. * Derisinden kalkan yapılan bir balık, Amber balığından çıkarılan güzel kokulu, kül renginde bir madde. Güzel kokulu bazı maddelerin ortak adı. kehribar rengi, kehribar; kehribar. kehribar. kehribar rengi. kehribar.
Özek: Bir şeyin çevreden aynı uzaklıkta olan yeri, merkeze
Tevcih: Döndürmek, yöneltmek. * Tefsir etmek. * Birisini bir tarafa göndermek. * Rütbe vermek. * Bir kimseye söz atmak. *
8
Edb: İki zıd mânaya gelebilen ve birbirinin zıddı mânada söz kullanmak.
İhata: Etrafından çevirmek, kuşatmak, içine almak. Kuşatılmak, sarılmak. * Geniş bilgi ile anlamak, tam kavramak.
Lehviyyat: f. (Lehv. C.) Lehivler, kadınlı erkekli haram eğlenceler, oyunlar. Nefsanî gayr-i meşru oyun ve eğlenceler.
Firak: hicran, Fırka. C.) Fırkalar, partiler. * Alaylar, bölükler. * Cennetler. * Ehl-i Sünnet cemaatından ayrılan mezhebler
İstişhad: Birisinin şâhidliğini istemek. Şâhid göstermek. Delil olarak ileri sürmek. * Şehid olmak.
Tevatür: Kuvvetli haber. * Müteaddid şeyler birbiri ardınca zâhir olmak. * Bir hususun söylenmesi hemen herkesin ağzında olup, gezmek. Şâyia. * Fık: İçinde yalan ihtimali olmayan ve bir cemâate dayanan kuvvetli haber, ferdî olmayıp cemaate ait olan sağlam haber.(Mâlumdur ki; üç dört muhtelif yoldan gelenler, aynı bir hâdiseyi söyleseler, yakini ifâde eden tevâtür derecesinde o hadisenin kat’i vukuuna delâlet eder.İşte, meşrebce ve meslekce ve isti’dâdca ve asırca gayet muhtelif ayrı ayrı bütün muhakkikinin muhtelif tabakatından ve evliyânın muhtelif turuklarından ve asfiyanın muhtelif mesleklerinden ve hükema-i hakikiyenin muhtelif mezheblerinden olan bütün ehl-i keşif ve zevk ve şuhud ile ittifak etmişler ki: kâinat mezâhirinde ve mevcudat âyinelerinde görülen mehâsin ve kemâlât, bir tek Zât-ı Vâcib-ül Vücud’un tecelliyat-ı kemalidir ve cilve-i cemal-i esmasıdır. S.)(…Sahabeler, Kur’anın ve âyetlerin hıfzından sonra en ziyade, Resul-ü Ekrem’in (A.S.M.) ef’al ve akvalinin muhafazasında, bâhusus ahkâma ve mu’cizata dair ahvâline bütün kuvvetleriyle çalıştıklarını ve sıhhatlerine pek çok dikkat ettiklerini, tarih ve siyer şehadet ediyor. Resul-ü Ekrem’e (A.S.M.) ait en küçük bir hareketi, bir sireti, bir hali ihmal etmemişler. Ve etmediklerini ve kaydettiklerini, kütüb-ü ehadisiyye şehâdet ediyor. Hem asr-ı saâdette, mu’cizatı ve medar-ı ahkâm ehadisi, kitabetle çoklar kaydedip yazdılar. Hususan Abadile-i Seb’a kitabetle kaydettiler. Hususan Tercüman-ül Kur’an olan Abdullah İbn-i Abbas ve Abdullah İbn-i Amr İbn-i As, bahusus otuz kırk sene sonra, Tabiînin binler muhakkikleri, ehadisi ve mu’cizatı yazı ile kaydettiler. Daha ondan sonra, başta dört imam-ı müçtehid ve binler muhakkik muhaddisler naklettiler, yazı ile muhafaza ettiler. Daha hicretten ikiyüz sene sonra başta Buharî, Müslim, Kütüb-ü Sitte-i Makbule, vazife-i hıfzı omuzlarına aldılar. İbn-i Cevzî gibi şiddetli binler münekkidler çıkıp; bazı mülhidlerin veya fikirsiz veya hıfızsız veya nâdanların karıştırdıkları mevzu ehadisi tefrik ettiler, gösterdiler. Sonra ehl-i keşfin tasdikiyle; yetmiş defa Resul-ü Ekrem’in (A.S.M.) temessül edip, yakaza halinde Onun sohbetiyle müşerref olan Celâleddin-i Süyutî gibi allâmeler ve muhakkikler, ehadis-i sahihanın elmaslarını, sair sözlerden ve mevzuattan tefrik ettiler. İşte bahsedeceğimiz hâdiseler, mu’cizeler; böyle elden ele (kuvvetli, emin, müteaddit ve çok, belki hadsiz ellerden) sağlam olarak bize gelmiş.İşte buna binaen; “Bu zamana kadar uzun mesafeden gelen, şu zamandan tâ o zamana kadar bu hâdiseleri nasıl bileceğiz ki, karışmamış ve sâfidir?” hatıra gelmemelidir. M.)(Naklolunan haberler eğer tevatür suretinde olsa, kat’idir. Tevatür iki kısımdır. Biri: “Sarih Tevatür” biri: “Manevî Tevatür” dür. Manevî tevatür de iki kısımdır. Biri: “Sükûtî” dir. Yâni, sükût ile kabul gösterilmiş. Meselâ: Bir cemaat içinde bir adam, o cemaatin nazarı altında bir hâdiseyi haber verse, cemaat onu tekzib etmezse, sükût ile mukabele etse, kabul etmiş gibi olur. Hususan haber verdiği hâdisede cemaat onunla alâkadar olsa, hem tenkide müheyya ve hatâyı kabul etmez ve yalanı çok çirkin görür bir cemaat olsa, elbette onun sukûtu o hâdisenin vukuuna kuvvetli delâlet eder. İkinci kısım tevatür-ü manevî şudur ki: Bir hâdisenin vukuuna, meselâ “Bir kıyye taam, ikiyüz adamı tok etmiş.” denilse; fakat onu haber verenler, ayrı ayrı surette haber veriyor… biri bir çeşit, biri başka bir surette, diğeri başka bir şekilde beyaân eder.. fakat umumen, aynı hâdisenin vukuuna müttefiktirler. İşte, mutlak hâdisenin vukuu; mütevatir-i bilmânadır, kat’idir. İhtilâf-ı suret ise, zarar vermez. M.)
İnkıraz: Sönme. Zeval bulma.
Şecaat: Yiğitlik, cesurluk. Korkulu anda kalb kuvveti ile cesaretini muhafaza etme. Kuvve-i gadabiyenin vasat mertebesidir. (Şecaatli bir kimse hak için canını fedâ eder. Vazifesi olmayan işe karışmaz. İ.i
9
Tehevvür: Korkusuzlukla düşünmeden hareket etmek. Sonunu düşünmeden birden bire karar vermek. * Kuvve-i gadabiyenin ifrat mertebesi; maddi mânevi hiçbir şeyden korkmamak hâleti.
Hamakat: Ahmaklık. Budalalık. Bönlük. Anlayışsızlık.
Şedid: Sert, sıkı, şiddetli. * Musibet, belâ. * Tecvidde: Rahve harflerinin zıddı olan, sükûn ile harf söylendiğinde sesin akmaması hali.
İntac: Neticelenme. Husule getirme. Sona erdirme. Doğurma, meydana getirme.
Mühlikat: Helâk eden. Öldüren. Öldürücü. İfsad eden. Bozan. Kıtal.
Münciyat: İncâ eden. Kurtaran, necat veren.Resul-i Ekremin (A.S.M.) insanların azabtan kurtulmasına ve dünyâ ve âhiret saadetlerine sebeb olmasından mübarek isimlerinden birisi de münci olmuştur.
İntibah: Uyanıklık, göz açıklığı. Hassasiyet. Agâh ve münebbih olmak. Hakikatı ve hakkı anlayıp yanlıştan, fenadan dönmek. * Sinirlerin uyanması. Uzuvların harekete gelmesi.
Lugaz: bulmaca, bilmece
Tevessül: Allah’ın dergâhına yaklaştıracak amel işlemek. * Sarılmak. * Baş vurmak. * İnanmak. * Sebeb tutmak. * Hırsızlık.
Fevri: Allah’ın dergâhına yaklaştıracak amel işlemek. * Sarılmak. * Baş vurmak. * İnanmak. * Sebeb tutmak. * Hırsızlık.
İtidal: moderation. 2. mildness, sobriety; composure, equanimity. –– bulmak to become moderate, calm down. ––ini kaybetmek to lose one´s temper. ––ini muhafaza etmek to keep calm, not to lose one´s self-control. –– sahibi calm, self-possessed, composed. ”
Rüsuh: İlim ve fennin derinliğine vukufiyet. Sağlamlık. Devamlılık. Yerinde, sağlam, sâbit ve devamlı olmak. * Meharet, meleke.
Kesb: Kazanç. Çalışmak. Sa’y ve amel ile kazanmak. Elde etmek. Edinmek. Kazanç yolu. * Fık: Bir insanın kendi kudret ve iktidarını bir işe sarfetmesi.
Selef: (Self) Eskiden olan. Evvelce bulunmuş olan. * Yerine geçilen. * Önde olmak, ileri geçmek. * Eski adam.
İcar: Kiralamak. Kiraya vermek. * Kira parası.
Mihnet: Zahmet. Eziyet. Dert. Belâ. * Mc: Tecrübe, sınamak.
Temkin: Ağır başlılık, usluluk. * Ölçülü hareket sâhibi. * Vakar, izzet. İktidar, kudret. * Birini bir şeye muktedir kılmak. * Kararsızlıktan kurtulup huzur ve sükuna mazhar olmak. * Tedbir, ihtiyat.
Sıyanet: Koruma veya korunma. Himaye veya muhafaza.
İhtiram: Hürmet olunmak, tazim olunmak, hürmet, saygı.
Muaheze: Azarlama. Çıkışma. Darılma. Alay eder tarzda karşısındakini küçümseme. Tenkid.
Zıhar: İki şey arasında münasebet ve mutabakat meydana getirmek. İki şeyi birbirine mutabık eylemek. Arka arkaya, mukabil kılmak. * Karşılıklı yardımlaşmak. * Fık: Bir kocanın, karısını müebbeden mahremi olan birisinin bakması câiz olmayan bir yerine teşbih etmesi.Meselâ, bir adam karısına, “Sen bana anam gibisin” demesi gibi. Bu halde karısı da ona haram olurdu. İslâmiyetten evvel câhiliyet âdetleri olan ve bir nevi boşanma usulü sayılan bu çeşit hareketi İslâmiyet men’etmiştir ve zecr için zıhar eden kimseye keffaret vaz’ olunmuştur. (O.L.)
İcare: Kira. Gelir, irâd. Ücret. * Fık: Belli bir menfaati belli bir karşılık ile satmak.
Selem: Diş gediği.
Lian: Lânetleşmek. İki kişinin birbirini lânetlemesi. * Fık: Zevc ile zevcenin hâkim huzurunda şer’i usulüne uygun olarak dörder defa şahitlikte bulunduktan sonra, nefislerine lânet ve gadab okumak suretiyle olan yeminleri. Buna: Mülâene, telâun, iltiân da denir.
Lahin: Telâffuz esnasında hususan Kur’ân okurken yanlışlık yapan.
10
Teshir: Büyüleme, sihir yapma, aldatma. * Yemek ve içmeğe muhtaç etme.
Kaim: Ayakta duran. Mevcut. Baki. * Vaktini ibadetle geçiren.
Tevfik: Alıkoyma, tutma. Hapis olarak bekletme. Vakfetme. * Arafatta mevkaf olan yerde durdurmak. * Bir kimsenin koluna bilezik takmak.
Hazık: Süngü demiri.
İltibas: Birbirine benzeyen şeyleri şaşırıp birbirine karıştırmak. Yanlışlık. Karışıklık. * Tereddüt. Şüphe.
Tetebbu’: Araştırıp tetkik etme. Derinliğine inceleyip tanıma, öğrenme. Öğrenmek için okuma.
İktifa: Fazla istemeyiş. Yeter bulmak. Kâfi görmek. Var olanı yeter saymak.
İnhisar: Hasr olunma. * Tecavüz etmeme. * Bir iş veya malın idâresinin bir kişiye, bir ele bırakılması. Bir elden idâre. Bir şeye mahsus olup, başka şeye şümulü olmama. Yalnız bir şeye veya bir şahsa hasrolunma.(Zihniyet-i inhisâr, hubb-u nefisten geliyor, sonra maraz oluyor, nizâ ondan çıkı
İbcal: Büyük saygı, tâzim ve tekrim. (Bu mânâlarda kullanılırsa da tebcil şeklinde kullanılması doğrudur.)
Merbutiyet: Bağlılık. Mensub oluş. Mensubiyyet. Eklilik.
Rubai: poet. Quatrain(poem of four lines; stanza (şiir kıtası) of four lines), ruba´i.
Tab etmek: f. Parıldamak. Parlayıcı. * Güç. Kuvvet. Takat bulmak. * Hararet etmek.
Dereke: Aşağı inen basamak. Aşağı mertebe. * Sıfırın altındaki derece. Düşüklük.
Alayiş: f. Bulaşıklık, bulaşma. * Debdebe, tantana, gösteriş.
Alayişsiz: Debdebesiz, tantanasız, gösterişsiz. [f. Bulaşıklık, bulaşma]
Evsaf: (Vasf. C.) Vasıflar, sıfatlar.
Istinca: Birisinden maksadını istihsal etmek. * İlm-i Hâlde: Pislikten temizlenmek. Abdest bozduktan sonra veya abdest almadan evvel; kan, sidik, meni’ gibi şeylerin çıktıkları yeri temizlemek.
Hasretmek: Kısaltmak. Sadece bir şeye mahsus kılmak. Bir şey için vakfetmek.
Tellifat: (C.: Tilâl) Tepe, yığın, küme. * Düz yer üstüne yatırmak.
Tafsil: Etraflı olarak bildirmek. * Açıklamak, şerh ve beyan etmek. İzah etmek.
Irtikab: Bekleme, gözleme. * Ümit etme, umma.
Teberri: Alâkasız olma. Sevmeyip yüz çevirme. * Temiz olma.
Sebat: Yerinden oynamamak, dayanmak. Kararlı olmak. * Sözde durmak, ahde vefâ etmek. İman ve İslâmiyete hizmette, Allah’a ibadet ve taatta sâbit ve berkarar olmak. * Bir meslekte, meşru bir kanaatte veya bir fikirde kararlı bulunmak, sağlamlık göstermek
Zebun: f. Zayıf, güçsüz, âciz. * Alışverişte aldanan.
Kaziye- Kaziyye: Man: Hüküm. Bir hükmü ifâde eden kelâm. * Karar. Fikir. İfâde. * Hak veya bâtıl mâna ifade eden söz. * Hükmeylemek. * Hükümet.
Bedihi: (Bedihî. C.) Delil ve isbatına lüzum olmayan sarih ve açık şeyler.(Mister Karlayl yine diyor: “En evvel kulak verilecek sözlerin en lâyıkı Muhammedin (A.S.M.) sözüdür. Çünkü: Hakiki söz onun sözleridir.” Hem yine diyor ki: “Eğer hakikat-ı İslâmiyede şüphe etsen, bedihiyat ve zaruriyat-ı kat’iyyede iştibah edersin. Çünki, en bedihî ve zarurî bir hakikat ise İslâmiyettir.”İşte bu meşhur feylesof, İslâmiyet hakkında bu şehadetini eserinde müteferrik yerde yazmış. H.)
Bedahet: Açıklık. Zâhir delil. Belli, açık, aşikâr. * Birdenbire, hazırlıksız söz söyleme. * Atın yürümesi. * Her şeyin evveli, öncesi.
Nakz etmek: (Nakazân) (C.: Nevâkız) Sıçramak. * Talep etmek, istemek.
11
Tebrie: (Tebriye) Bir kimseyi şüpheden ve zan altından kurtarmak. Temizliğini ve suçsuzluğunu meydana çıkarmak. * Borçtan kurtarmak. * Nezahet, ismet. * Beraet ettirmek.
Inkıyad: Boyun eğme. Muti olma. Teslim olma. İtaat etme. İmtisal.
Mevhib: İhsan. Sevgi. Hediye.
Tul-u emel: Bitmeyen istek. * Hiç ölmeyecek gibi dünyaya dalmak ve düşünmek.
Tul-u ömür: Ömrün uzunluğu. Uzun ömür.
Sadedil: f. Kalb sâfi, derin mes’elelere aklı ermeyen insan. Temiz kalbli olup, kolayca aldatılabilen kimse.
Tezellül: Zillete katlanmak. Aşağılanmak. Alçalmak. Hor ve hakir olmak. Kendini alçak tutmak.
İnkisar: Zillete katlanmak. Aşağılanmak. Alçalmak. Hor ve hakir olmak. Kendini alçak tutmak.
İkab: Şiddetli azab, eziyet, ceza.
M[üu]zahrafat: süprüntüler, yaldızlı pislikler; süslü yalan sözler.
Teberru’: Bağış. Bir malın karşılıksız olarak verilmesi. Mecburiyet olmadığı hâlde birisine bir malı vermek. Hayırlı işlerde yardım ve ihsanda bulunmak.
Müzeyyen: Bezenip süslenmiş, ziynetli.
Mücessem: Cismi olan. Dış duygularımızla bilinip varlığından haberdar olduğumuz şey. Varlığı görünen. Cisimlenmiş olan. Bir şekli gösteren. Uzunluğu, genişliği ve kalınlığı olan cisim. Şekillenmiş.
Muaf-fal: Afvolunmuş. İstisna edilmiş, ayrı tutulmuş. Bağışlanmış. Serbest.
İmtisal: Nümune kabul etme. * Uymak. Ayrılmamak üzere inkıyad etme. * Mesel ve kıssa söyleme. * Bir şeyin suretine girme. * Muvafakat ve mutabakat etme. * Katili kısas etme. (Bak: Dimağ)
İcabet: Kabul olmak. Kabul etmek. * Râzı olma, rızâ gösterme, muvafakat etme.
Huyla: f. Kuruntu. Hayal. Vehim. Olmıyan bir şeyi düşünerek yaşamak. Akıldan geçen ve matmah-ı nazar olan husus.
Habaset: (Hubs) Murdarlık, pislik, kötülük.
Tugyan: Zulüm ve küfürde çok ileri gitmek. Azgınlık, taşkınlık. Taşkın mizaçlılık. * Kan galebe etmesi hali. * Resmî devlet kuvvetlerine karşı durmak. * Su baskını.
Natıka: (Nutk. dan) Düşünüp söylemek hassası. Fesahat ve belâgatta söyleme kuvveti. Talâkat-ı lisan, güzel konuşabilme kabiliyeti.
İbtila’: Zorlukla yutmak. * Gelini gerdeğe koymak.
Merdud: Reddolunmuş. Kabul edilmemiş. Geri döndürülmüş. Kovulmuş. (Namaz kılmayan hâindir, hâinin hükmü merduddur.)
Hızlan: Müflis olmak. İflas etmek.
Tezyin: Süslemek. Bezemek. Donatmak.
Cife: Kokmuş et, ölü hayvan, leş.
Mezbele: Çöplük. Pis şeylerin bulunduğu süprüntü yeri.
Melul: Usanmış. Bıkmış. Bezmiş. * Mahzun.
Zinet: Süs. Bezek. Kadınlara mahsus kıymetli eşya.(Her bir çiçekte, her bir meyvede bir mizan ve o mizan bir intizam içinde ve o intizam, tazelenen bir tanzim ve tevzin içinde ve o tevzin ve tanzim bir zinet ve sanat içinde ve o zinet ve san’at, manidar kokular ve hikmetli tadlar içinde bulunduğundan; her bir çiçek o ağacın çiçekleri adedince Hakem-i Zülcelâl’e işaretler ediyor. L.)
Letafet: Hoşluk, lâtiflik. * Cisimden alâkayı kesip bir nevi nurâniyet kesbetmek. * Güzellik, nezaket, yumuşaklık, hafiflik.
Heder etmek: Boşa gitme. Yok yere faydasız giden. * Ölüme giden.
Muzmahil: Çökmüş. Darmadağın olmuş. Perişan olmuş.
12
Medar: Sebeb, vesile. * Bir şeyin etrafında döneceği nokta. Bir şeyin devredeceği, üzerinde hareket edeceği yer. * Gezegenlerin gezerken hareket noktalarının çizdiği dâire. (Dünya, güneş etrafında seyrederken medar-ı senevîsi bir dâireyi andırır.)
Muavenet: Yardımcılık. Yardım. Teâvün.
Seyyie: Kötülük, günah, suç. Yaramazlık, fenâlık.
Zann: şüphe. Zannetmek, samak. Sezme.
Monşer: mydear, mon cher (a form of address).
Konsomatris: B-girl
Şua: (C.: Şu’) Sorgun ağacı.
İstihlak: Tatlı olmak. * Tatlılık istemek.
Muhasamat: (Muhasama. C.) Düşmanlık. İki taraf arasındaki husumet.
13

~Kaynak: http://www.yusufsayin.com.tr/

1
A.S. Peace Be Upon Him
Abajur Lampshade
Abdest almak Perform ablution
Abide Memorial
Acele etmek, koşmak Scurry
Aceleyle, Alel acele Hastily
Acı acı Bitterly
Acı acı, kederle Poignantly
Acı çekmek: Suffer
Acı içinde kıvranmak With in pain
Acı: Tragic
Acıkmış: Hungry
Acil durum State of emergency
Acil Urgent
Acziyet Inability
Aç Hungry
Açığa çıkarmak/çekmek Bring out into the open
Açığa vurmak Divulging
Açık konuşmak Talk frankly
Açık, delik, boşluk, açıklık Aperture
Açısından, bakımından In point of
Açlık: Hunger
Adak Votive
Adalet: Justice
Adaletli Equitable
Adaletsizlik: Injustice
Adamak Devote
Adem: Adam
Adına On behalf of
Adi, bayağı Contemptible
Adil Just
Af Amnesty (for him) (resmi ve genel) / Forgiveness
Af ilan etmek Grant an amnesty for (on) Announce, grant release
Af ilan etmek To proclaim amnesty
Affetmek, bağışlamak Forgive
Ağaçlandırmak Afforest
Ağırlaşmak Become heavier
Ağırlık çökmek Get sleepy
Ağırlık Power
Ağız: Mouth
Ağlamak: Weep, cry
Ahenkli Harmonious
Ahlak: Morality
Ahraz (dilsiz) Dumb
Ak saç Hoar
Akdeniz Mediterranean
Akıl almaz, inanılmaz Unbelievable
Akıllıca Wisely
Aklı başına gelmek Come to one’s senses
Aklına gelmek Occur to
Aklına gelmek To come into (his) mind
Aklına yatmak, ikna olmak Convince
Aklından geçirmek: Think of
Aklını başından almak: Swept somebody off his feet
Akmak, akış Flow
Aksaklık Defect
Aksi istikamet Opposite direction
Aksilik, terslik, talihsizlik, kaza Mishap
Aksine On the contrary
Akustik Acoustic
Alaca: Piebald
Alacakaranlık Twilight
Alarma geçirmek Alert
Alay Regiment
Albay Colonel
Alçaltmak: Abase
Alçı Plaster
Aldatmak Cheat on (her)
Aldatmak, yalan söylemek Deceive
Alet Tool
Alev, ateş: Flame
Algılamak Perceive
Alıcı Receive
Alın: Forehead
Alışılmamış, alışılmadık Unaccustomed
Alışmak Get used
Alkış tufanı Storm of applaud
Alkış Applause
Allah (cc)’a havale etmek Leave to God
Allah Allah Gosh!
Allah için, dürüstçe Honestly
Almak Get permission
Alt çene Cower chin
Alt konsey Sub council
Alt parlamento başkanı Chairman of Subparliament
Alt parlamento Sub-parliament
Aman vermek Give quarter
Aman, gaye Aim
Ana, temel, esas Base
Anaç (baykuş) Mature (owl)
Analık duygusu Motherhood sense
Anayasa, tüzük, yapı: Constitution
Anayasal, bünyesel, yapısal: Constitutional
Ancak, güçbela: Barely
Andırmak: Resemble
Anıt, abide Monument, memorial
Âni Sudden
Anlam vermek/kazandırmak Give meaning to
Anlaşılan Be appeared / It appears that / Seemingly
Anlaşılmaz Incomprehensible
Anlayış, fehim Understanding
Anlık Momentary
Anons Announcement
Anormallik Abnormality
Arabasını almak Give (her) a lift
Aralık Interval
Aralıklı Spaced
Aralıklı, kesik kesik Intermittent
Arama Search
Aramak, araştırmak Seek
Arasından Through
Araştırma, araştırmak Research
Araştırmak, aramak, yoklamak, üstünü aramak, taramak, gözlemek Search
Araya girmek, karışmak, müdahale etmek Intervene
Ardından, peşinden: In pursuit of
Arındırmak Be purified / Purify
Arızalanmak Broken down
Arkabahçe Backyard
Arkaya Backward
Arma (gemi arması) Rigging
Arma (hanedanlık) Coat of arms, Blazon
Arma (silah ve hanedan) Armorial
Arma (takma ad, arma) Alias
Arşivlemek Made archives
Art niyetli Hidden intent
Artık From now on, any more, any longer, no more, no longer
Artırmak: Increase
Arzulanmak, bozulmak (for motors) Breaking down
Asa: Staff
Asabiye bölümü Neurology
Asabiyet Irritability
Asalak: Parasite
Asâlet Nobility
Asaletli Noble
Asansör Elevator
Asfalt Asphalt
Asi Refractory
Asker Soldier
Asker selamı Salute
Askeri anlamda yardımcı
Askeri çıkartmak To land on seashore
Askılık Coat hanger
Aslan: Lion
Aslen Native of
Aslında Actually
Asma, ipe çekme, asılı Hanging
Ast Junior
Astsubay Non-commission
Aşağılama Degrading
Aşılmaz Impassable
Aşırı Extreme
Ata Ancestor
Ateş etmek Shoot
Ateş saçmak To spit fire (spit /spit) (spat/spat)
Atılgan Dashing
Atılmak Be thrown
Atış Gunfire
Atlantis Eyaletler İmparatorluğu The United States of Atlantis
Atlantis İmparatorluğu The Atlantis Empire
Atlas Atlas
Atlatmak, kandırmak Deluding
Atmak (kalp): Beat
Atom bölünmesi Division of atomic
Av hayvanı Game animal
Avize Chandelier
Avlu Courtyard
Avustralya: Australia
Avutmak, teselli etmek: Console
Ayağa dolanmak Encumber

2
Ayağa fırlamak To jump to one’s feet / to spring to one’s feet
Ayağı takılmak Trip
Ayak bileği Ankle
Ayak izi Footprint
Ayak sesleri Footsteps
Ayakkabılık Shoe cupboard
Ayaklanma Rebellion
Ayakta zor durmak Feel fatigued
Ayakta Stand
Ayakucu Foot
Ayaküstü/üzeri In haste
Ayarlamak, düzeltmek Adjust
Ayda bir, aylık Monthly
Aydınlatmak (Güneş) Lighten
Aydınlatmak (konuyu) Shed light on
Aydınlatmak Lightening
Aydınlık Bright, Light
Ayet Verse of the Quran
Ayırmak, (-ing) ayıran Separate
Ayırt edilim, Ayırt etme Distinguishing
Aykırı düşmek Be contrary (to)
Aynı fikirde olmak (be) Like-minded / To be of the same opinion
Aynı şekilde Alike / Likewise
Aynı zamanda olan Concurrent
Ayrılığın Separation
Ayrılık: Separateness
Ayrılmak, bölmek: Separate
Ayrıntılı Detailed
Ayyaş Drunkard
Az önce A short time ago, just now
Azamet, büyüklük Greatness
Azarlamak Scold
Azılı vahşi Wild
Azlık Rareness
Babacan Fatherly
Bağ, kravat: Tie
Bağdaş kurmak Sit cross –lagged
Bağırmak: Shout
Bağlanmak (iletişim) Connect
Bağlı Tied
Bahsetmek Mention
Bakakalmak Stood in wonder
Bakımda, tedavide On treatment
Bakımlı Well cared of
Bakir: Virgin
Balıkçı teknesi Smack
Balıkçıl kuşu: Heron
Balina sesi Sound –f whale
Balina: Whale
Balkon Balcony
Balta, balta ile kesmek Axe
Baraka Hut
Barbar Barbarian
Barışmak Make peace
Bas Bass
Basık Lour
Basit, sade, sıradan, kolay Simple
Baskı altında Under duress
Basmak Tread (on)
Baş çekmek Lead
Baş konsüllük Head Koncülcy
Başarmak Accomplished / Succeed
Başçavuş Sergeant major
Başdanışman Head-adviser
Başhekim Head Doctor
Başına dert açmak Borrow trouble
Başına dikmek Drink off
Başında olmak In charge
Başından savmak Get rid of him
Başını döndürmek, göz kamaştırmak : Dazzle
Başını eğmek Bow, bend
Başını öne eğmek Bent down
Başını sallamak Nod
Başını uzatmak Look through
Başka bir Another
Başkalaşmak, değişmek Change
Başkan President, chairman
Başkanlık Chairmanship
Başkent: Capital
Başsız Headless
Başşapansar Head Japansar
Başşapansarlık Head Japansarcy
Baştan başa Throughout
Başvurma Consultation
Bata çıka (ilerlemek): Slogging
Batırmak, banmak: Dunk
Batırmak, saplamak Sink into
Batmak (for sun/moon) Set on
Batmak Sink
Bayan (dişilik anlamında) Female
Bayan hizmetçi Maid
Baygın, bayılmak Faint
Bayıltmak Made swoon
Bayır Slope
Baykuş Owl
Bekleme odası Reception room
Bel Waist
Belirgin Evident
Belirginleşmek Become clear
Belirlemek Determine
Belirleyici Characteristic
Belirmek: Appear
Belirti Sign
Belli belirsiz Hardly visible / Indistinct / Shadowy
Belli olmak Become perceptible /clear
Belli Evident, obvious, apparent, certain, definite
Bembeyaz Snow-white / Pure white
Bencil Selfish
Bereket Abundance
Beşik Cradle
Beşiklik Cradle
Beton Concrete
Beyan Declaration
Beyin yıkama Brainwashing
Beyin Brain
Beyit Distiches
Beylik, racalık Principality
Bıktırıcı, yorucu, sıkıcı Tiresome
Bırakmak, ayrılmak: Leave
Bıyık Moustache
Bilakis Contrary
Bilek Wrist
Bilerek: Knowingly
Bilge Wise, Scholar
Bilgi Kaynağı Data source
Bilgilendirmek Acquaint
Bilgili Informed
Bilgin Who knows
Bilincinde olmak Conscious
Bilinçli, kendinde, farkında Conscious
Binbaşı Major
Bir an önce As soon as possible / Right away
Bir anlık Momentary
Bir başka: Another
Bir çırpıda At one stretch
Bir hayli A good/great deal / Good deal
Bir iyiliğin karşılığı A reward of goodness
Bir kez daha Once more
Bir kez Once
Bir süre, bir müddet: Awhile, for awhile, for a time
Bir şeyi elde etme tutku, Hırs Ambition
Bir yerde) oturan, sakin: Inhabitant
Bir yerden çıkarmak (zindandan) To make him get out from sm where
Birada All together
Biraz sonra A little later, soon
Birbirine girmek, karışmakBecome complicate
Birbirleriyle oynaşmak : Play with one another
Birçoğu Most of them
Birçok A lot of, lots of, many, numerous, a lot of lots of, a good deal (of), a great deaf (of)
Birer One apiece
Birer, ikişer One each, two each
Birikim, biriktirme, toplama Accumulation
Birinin koruması altındaki kimse Protégé
Birkez daha Once more
Birleşmek, birlik (unity) Union
Birleşmek: Unite
Birlik Unit, force
Bitişik From afar
Bitkin düşmek Be exhaust
Bitkin: Exhausted
Bitkisel hayat Lethargy
Biyoenerjik Bioenergetics
Biyonik alan Bionic space
Bizatihi In and of himself
Bizbize By ourselves
Bizzat Personally
Bodur ve tıknaz Chunky

3
Boğazına düğümlenmek: Have a lump in one’s (Ali) throat
Boğulma Drown
Boğulma, tıkanma: Choke
Boğuşmak Quarrel
Bol Plentiful
Bolluk, bereket, çokluk, servet Abundance
Borçlu Indebt
Boşa gitmek Be wasted
Boşaltmak Empty
Boşluk Emptiness
Boşluk, oyuk Cavity
Boy Length
Boylu boyunca At full
Boynuz: Horn
Boyunca, kenarında, kıyısında, ileri, ileriye, yanına, yanında Along
Boyut, ebat Dimension
Bozmak Disorder / Disrupted / Spoil
Bozulmak, düzensiz olmak Disarrange
Böbürlenmek, övünmek Boast
Bölge District
Bölge, yöre, kesim Region
Bölme, ayrılma, kısım Division
Bölmek, taksim etmek- bölünmek: Divide
Bu arada Meanwhile
Bu bağlamda In this respect
Bu durumda In / under the circumstances
Bu kadar This much
Bu kez, bu sefer For once
Buğday Wheat
Buhar Vapour
Bulanık: Muddy
Bulanmak: Get muddy
Bulaşmak Smudge
Bulunmak To be found
Bunların hepsi: All of it
Buram buram terlemek Perspired abundantly
Burkmak Twist
Burukluk Astringency
Burun: Nose
Burup sıkmak, ovuşturmak Wring
Buruşmak Crinkle
Buyurun (!) Beg you, please
Bülbül Nightingale
Bürünmek, örtmek Wrap
Bütün gönlümle My all heart
Bütünü oluşturan, seçmek, öge, unsur: Constituent
Büyük kanun gözetici Big low observer
Büyükçe Rather large/ a little big / Somewhat large
Büyüklük Greatness
Büyütmek Expand / Grower
Büzüşmek, büzülmek Cringe
Büzüştürmek- (dudak) büzmek: Pucker
Cahil Ignorant
Can çekişmek Death agony / In the death agony
Can sıkıcı Boring case
Can vermek, ruh vermek Animate
Can yoldaşı Congenial companion
Can: Soul
Canavar Monster
Canı pahasına At the risk of his life
Canı yanmak: Feel pain
Canım, sevgilim Darling
Canına susamak Court death
Canını vermek: Sacrifice oneself
Canla başla With heart and soul
Canlı Living
Canlılık: Liveliness
Cansız beden Dead body
Cansız Lifeless
Casus Spy
Casusluk Espionage
Caydırmak, vazgeçirmek Dissuade
Cayır cayır yanmak Burning furiously
Cazibe Allure
Cefa etmek, acı çektirmek Inflict pain on
Cehennem Gehenna
Cehennemlik Deserving
Cenaze töreni/merasimi Funeral
Cennetlik Deserving of heaven
Cesaret etmek: Dare
Cesaretlenmek Take courage
Ceset, ölü: Corpse
Cesur Brave, Courageous
Cesurluk Courage
Cevap vermek Talked back
Ceylan Gazelle
Ceza çekmek Pay penalty
Ceza vermek Punish
Ceza, cezalandırma Punishment
Cezbetmek, çekmek Attract
Cılız: Weak
Cızırtı: Sizzling
Ciddiye almak Take seriously
Ciddiyet Seriousness
Cilalamak, (be) cilalanmak Polish
Coşku, büyük ilgi, isteklilik, heves, şevk Enthusiasm
Cümbüş Merrymaking
Cümbüş, eğlence Revel
Cüsse: Body
Çaba sarfetmek Endeavour
Çaba Exertion
Çabalamak, gayret etmek, uğraşmak Strive
Çabuk kızan: Quick-Tempered
Çadır Tent
Çadırsız asker kampı, geceyi açık havada geçirmek Bivouac / encamp, billet
Çağırmak Call
Çağlayan, şelale Cascade
Çakal Jackal
Çakıl taş Pebble
Çakır gözler Greyish blue eyes
Çalılık Scrub
Çalışkanlık Diligence
Çalışmak, çaba sarfetmek Endeavour
Çamur Mud
Çap Diameter
Çapraz Crosswise
Çapraz, çile, melez, karşıdan karşıya geçmek Cross
Çaresiz Incurable, Desperate
Çarpmak Strike, hit
Çarşaf Sheet
Çarşaflı, peçeli Veiled
Çatallı: Forked
Çatlak Cracked
Çatlamak: Crack
Çavuş Sergeant-guard
Çaydanlık Teapot
Çek git! Shove off!
Çekiç Hammer
Çekilmek (dinlenmek anlamında) To leave to get (some) rest
Çekilmek Withdraw
Çekinmek, gönülsüz isteksiz Reluctant
Çekinmek, kendini tutmak Refrain
Çekinmek, utanmak Hesitate
Çekinmeksizin Hesitation
Çekirdek aile Nuclear family
Çekmek, yükseltmek, kaldırmak (for flag) Hoist
Çekmek: Pull
Çelimsiz, önemsiz Puny
Çene: Chin
Çerçeve Frame
Çevik Nimble
Çeviklik Agility
Çevre Periphery
Çevrelemek, çevirmek: Surround
Çevresinde: In the vicinity of
Çığlık çığlığa : Shouting and screaming, Screaming
Çığlık, çığlık atmak Scream
Çıkarmak (giysi) Taken off
Çıkarmak Take out
Çıkartmak Be remove
Çıkıntı Projecting part, Projection, Protuberance
Çıkış Exit
Çıkışmak, azarlamak, paylamak Scold
Çıkmak, meydana gelmek Arisen
Çılgınlık Lunacy
Çınar ağacı Plane-tree
Çınlamak: Clang, Reverberate, Tinkle
Çıplak : Naked
Çırılçıplak Stark naked
Çırpınmak Flutter, Struggle
Çıtırtı Crackle
Çift başlı kartal: Double headed eagle
Çift cinsli Bisexual
Çift gözlü tüfek, çifte Shotgun
Çift sıra Double line
Çiğ: Raw
Çinli Chinese
Çivi çakmak Nailing
Çizgi Line / Lines
Çobanlık Hardmanship

4
Çoğul isimlerde, sayılamayanlarda, soyut isimlerde yemek öğünlerinde a/an gelmez (a,e,i,o,u)
Çoğunluk Overwhelming
Çok büyük (yanlış, zarar, kayıp, acı); ağır (masraf): Grievous
Çok yakın dostluk ve ilişki ait Intimate
Çok Too many
Çöplük Rubbish heap
Çözmek, açmak: Untie
Çözmek, halletmek: Solve
Çubuk, değnek Rod / Twig
Çuval Sack
Dağcı Mountaineer
Dağılım Distribution
Dağılmak Disperse, scatter (saçmak-ışık-)
Dağıtmak, yaymak, dağılmak: Disperse
Dağıtmak: Scatter
Dağlık Mountainous
Daha çok Mainly
Daha çok More, mainly, any more, any longer
Daire çizmek Drawing circle
Daire, bölüm, kısım Department
Daire, büro Bureau
Daire, halka, devir, çevre Circle
Dalga dalga: In waves
Dalgın Bemused
Dalgın dalgın Abstractedly
Dalgın olmak Be abstract
Dalgın, kafası meşgul Bemused, preoccupied, abstracted
Dalgınlık Abstraction / Absence of mind
Dalmak Enter, Plunge into
Dalmak (suya): Dive
Dalmak / dalgın olmak Become abstract
Damarına basmak Tread on his (someone) corn
Damla damlatmak, damlamak Drip
Damla Drop
-dan haberdar olmak Aware of
Danışmak Consult
Danışman Adviser
Dar , Daraltmak Narrow
Darbe: Stroke
Davet etmek Invite
Davet, davetiye Invitation
Davetsiz misafir Intruders, Uninvited guest
Davranmak, hareket etmek Act
Dayanıklı Durable
Dayanma gücü (tâkât) Stamina
Dayanma Resistance
Dayanmak katlanmak Enduring
Dedikodu Gossip
Defol Go away!
Defol! İktir git Push off
Değer (mücevherat) Valuables
Değer Worth
Değerlendirme Evaluation
Değerli taş (mücevher): Gem
Değerli, layık Worthy
Değişim, dönüşüm Change
Değişmeyen Unchanging
Dehşet: Horror
Delege Delegate
Delice, Delicesine Madly
Delil, kanıt Proof
Delinmek Pierce
Demet, buket, salkım Bunch, bouquet
-den başka …(…) Except for … that kalıbı
-den geçirmek Have pass through
-den hariç Apart from
-den sıyrılmak Elude
-den sorumlu olmak Responsible for
-den yoksun Bereft of
Denetlemek Inspecting
Denetlemek, kontrol etme Controlling
Dengesizlik Imbalance
Deniz aslanı Sea lion
Deniz kuvvetleri Naval forces
Deniz suyu Sea water
Dere: Brook
Deri, kösele, meşin Leather
Deri: Skin
Derin sessizlik Rush
Derin uyku, ölüm uykusu Dead sleep
Derin: Depth
Derinden From the depths
Derman Remedy
Dernek Association
Dert, keder, acı, keder çekmek Sorrow
Desenfekte etmek, yıkamak Disinfected
Devam etmek To continue, keep on, go on, going on, carry on
Devamlı olarak Continuously, continually
Devamlı olmak Consistently
Devirmek, devrilmek Overturn
Devlet hazinesi (legal) Treasury
Devlet okulu Public schools
Devretmek Turn over
Devreye girmek Put into use
Devrilmek (bir şeyi) (over/down), yıkmak Topple
Deyim, tabir, ifade Expression
Dış işleri Foreign affairs
Dışarı, yurtdışı Abroad
Dıştan From the outside
Diğer bir deyişle In other words
Dik dik bakmak Glower / Stared
Dikdörtgen Rectangle
Dikilmiş Sewed
Dikiş Sewing
Dikkat çekmek Attract attention
Dikkat etmek Pay attention
Dikkat kesilmek All ear
Dikkat: Attention
Dikkate almak Take into consideration
Dikkatle gözden geçirmek, incelemek, tetkik etmek Examine
Dikkatlice: Carefully
Dikmek Sew
Dil: Tongue
Dilek Wish
Dilinden düşmemek Don’t keep on
Dimdik ayakta durmak Standing erect
Dimdik, düz Straight
Dinç Vigorous
Direk Pole
Direkt, doğruca, Yöneltmek Direct
Direnç Resistance
Direniş Resistance
Direnmek Oppose, resist
Diri diri While, a live
Dirilmek Returned to life
Disiplinli Discipline
Diş: Tooth
Dişi aslan Lioness
Dişi kaplan Tigress
Diye In case
Diz çökmek Kneel
Diz kapağı Kneecap
Dizilmek Line up
Dizilmek, sıra Be arranged
Dizlerinin üstünde On his knees
Dizmek, düzenlemek, kararlaştırmak Arrange
Doğaüstü Supernatural
Doğrudan, hemen Directly
Doğrultmak Straighten
Doğrusal, çizgisel Linear
Doğu Anadolu Eastern Anatolia
Doğulu Easterner
Dokunmak Touch, Affect
Dokunulmazlık Immunity
Dolamak Wind
Dolambaçlı, yılankavi Winding
Dolaşmak Stroll
Dolmak: Get full
Donatmak Decorate
Donmuş, şok olmuş Shocked
Donuk Dull / Matte
Donukluk Dimness, Lusterless
Donup kalmak, taş kesilmek Be petrify
Dost Intimate
Dost/ arkadaş olmak Made friends
Dostluk Friendship
Dökmek, akıtmak- dökülmek: Pour
Dökülmek, yıkılmak, mahvolmak Disintegrate
Dökülmek: Poured out
Döne döne By turning
Döner tekme Turning kick
Dönmek Return
Dönüş, dönüş hızı, devir, rotasyon, devir hızı Rotation
Dönüşmek Turn into, change, transform
Dönüşüm Transformation
Döşeli Floored
Döşenmek Be furnished
Dua etmek Pray
Dua Prayer
Dudak: Lip
Durağanlaşmak Get fixed

5
Durağanlık Fixity
Duraklamak Paused
Durgunluk Calmness
Durum, hal, vaziyet, şart (ta kişinin içinde bulunduğu durum) Condition
Durumda olmak, bulunmak In a position to
Duruş Posture
Duruş, pozisyon, konum, hal Positions
Duygu, his Emotion, Sensation
Duygulanmak Affected
Düğmelemek Button up
Düğüm atmak Tie a knot
Düğüm noktası Crucial point
Düğüm: Knot
Dünür Mother-in-law
Dünyalık Worldly
Dürüstlük Honesty
Düşkün olmak Keen on
Düşmek, damlatmak, serpmek Dropped
Düşünceli Thoughtful
Düşünülmez Unthinkable
Düz: Smooth
Düzeltmek, doğrulmak Straighten out
Düzen Regularity
Düzenlemek,tertip etmek,dizmek Arrange
Düzenleyici Regulator
Düzenli Orderly
Düzensiz Disordered
Düzgün Smooth
Düzlük: Flatness
-E çıkmak, adı, namı çıkmak A reputation
-e dalmak: Plunge into
-e gereği gibi As is due
-e gereği Be due
-e göre As to
-e inat: Just to spite
-e tutunmak To hold on to
Ebediyen, daima Foreover
Ecdad Ancestor
Ego Aegean
Eğitmen Educator
Eğlence, mutluluk, neşe, zevk: Joy
Eğmek, eğilmek: Tilt
Eğmek: Bend
Eğri Curved
Ehliyet Driving license
Eklemek Add
Eksik etmemek Never to omit
Eksiklik Deficiency
Ekstra, ilave artı Extra
El ele tutuşmak Take each other by hand
El gezdirmek To rub
El sallamak, sallama Wave
Elçi Envoy
Elde edilebilir, bulunabilir Obtainable
Elde etmek Obtain
Elde etmek, edinmek Obtain
Eldiven Glove
Ele geçirmek, esir etmek Capture
Eleştirmek Criticize
Elini gezdirmek, ovalamak, sürmek Rub
Elini kana bulamak Committed a murder
Elinin tersi Backhand
Ellerini çırpmak Clap
Ellerini, kollarını kavuşturmak Crossed
Emanet Trust
Emir almak Receive orders
Emir eri Orderly
Emir subayı Adjutant / aid de camp
Emir, emretmek Order, Command
Emmek, yutmak Swallow
Emniyet Safety
Emredici Commander voice
Emriniz altındakiler Your services
En doğru Truest
En ufak, en küçük Smallest
En Width
Endişe, kaygı Anxiety
Endişelendirmek Disturb
Endişeli Anxious
Engebeli Uneven
Engellemek, mani olmak Hinder, prevent, block, impede
Enstrüman, müzik aleti Instrument
Entari Bose robe / Loose robe
Epey Rother
Er (asker) Private
Erdem: Virtue
Erik Plum
Erime, eritme Melt
Erkekleşmek Become mannish
Esas, ilke, prensip Principle
Esenlik Sincere
Esinti Breeze
Esir almak Capture
Esir düşmek, tutsak olmak Taken capture, be taken prisoner, Be captured
Esir, tutsak Captive
Esirlik Captive – slaving
Esmek (rüzgar) Blow
Espri Wit
Eş (karı-koca): Mate
Eş Spouse
Eşiğindeydi On the verge of
Eşit tutmak Equate
Eşkiya Bandit
Eşlik Accompaniments
Eşzaman: Synchronic
Etkilenmek: Be influenced
Etkisiz hale getirmek Neutralize
Etrafında Round
Etrafını çevirmek-dönmek-kuşatmak, devretmek, dönmek Circle
Etrafını sarmak Surround
Evlâdım Deary
Evlatlık Adopted child
Eyalet State
Eyvallah Good-bye
Ezelden: From time immemorial
Ezici Overwhelming
Fark etmek, farkına varmak Notice, realize (anlamak, kavramak), discover, be aware (of)
Fahişe Prostitute
Farkında olmak Be aware of
Farklı, çeşitli Different, various
Fedakar Loyal
Fedakarlık Sacrifice
Felaket Disaster
Felç Paralysis
Felçli Paralyzed
Felek Waistcoat
Fenalık yapmak Harm
Feragat etmek, vazgeçmek Relinquish
Ferahlamak Felt relieved
Fettan, cilveli, nazlı nazlı Coquettishly
Fıkra Paragraph
Fırlamak Rush out
Fırlamak, Fırlatmak Fling
Fırsat bulmak Opportunity
Fırt Pull
Fısıltı: Whisper
Fışkırmak Spurt from / Spurted out
Fışkırmak Gush out, Spurt out
Fışkırmak, püskürtmek Spurt
Figür: Figure
Fil hortumu: Trunk
Fildişi: Ivory
Filika Lifeboat
Fiziksel Physical
Florasan Fluorescent
Fokurdamak Boil up
Fon Fund
Fuhuş: Prostitution
Fundalık: Shrubbery
Gaga: Beak
Gagalamak: Peck
Gayret Exertion / Effort
Gayret etmek Make (some) effort
Gayrete gelmek Set to with a will
Gece yarısı Midnight
Gecekondu Mushroom house
Geçici Temporary /Transient
Geçim sıkıntısı dar In dire straits
Geçip gitmek Go by/ pass by / Passed
Geçirgen Permeable
Geçiş belgesi Passage document
Geçit Passageway
Gel bakalım Well now, come
Gelenek, görenek Tradition
Gelgit Tide
Gelişigüzel Haphazard
Gelişmek Develop
General General
Geniş, enli Wide
Genişlemek Widen
Gerçekten, hakikaten Indeed
Gerekçe Justification
Gerekmek, gerektirmek Require
Gergedan Rhinoceros
Geri çekilme Withdraw, Move back
Geri çekilmek: Move backward

6
Gevşek davranmak To be lax
Gevşek, seyrek, bol Loose
Geyik (çoğul  deer) Deer
Gezintiye çıkmak Go an outing
Gıcırdamak, Gıcırtı Creak
Gırgır Carpet sweeper
Gırtlak Larynx
Gıyabında In his absence
Gibi olmak : As though
Gibi, kadar As well as
Gidermek, çözmek, eritmek Dissolve
Girdap Whirlpool
Giriş izni Entree
Giriş Entry
Girme, üye olm. Enter (edatsız)
Girmek Go in(to)
Girmek, Dalmak Enter
Gittikçe Gradually
Giyim Clothing
Giyimli Dressed
Giymek Wear/wore/worn
Göbek bağı Umbilical cord
Göbek, merkez Navel
Göç etmek Migrate
Göğüs (meme, sine) Breast
Göğüs (sandık, kutu) Chest
Göğüs kafesi Rib cage
Göğüs kemiği Breastbone
Göğüs, büst Bust
Göğüs, sine, bağır, samimi Bosom
Gök cismi Celestial body
Gökten indirme To land
Gökyüzü: Sky
Gölet Small lake
Gölge düşürmek, gölgelemek, gölgelenmek Overshadow
Gölge etmek Cast shadow
Gölge: Shadow
Gölgelik Arbour
Gömülmek: Sink into
Gönülsüz, isteksiz Reluctant
Görev taksimi/paylaşımı Task division
Görev Duty
Görevden almak Dismiss
Görevlendirmek Charge
Görevli Official
Görkem Magnificence
Görkemli, ihtişamlı, fevkalade Magnificent
Görülebilir Visible
Görünmek Be seen
Görünmek, belirmek, ortaya çıkmak, izlenimi vermek Appear
Görünmez: Invisible
Görünüm Appearance
Görünürde In sight
Görünüşe göre, görünüşe bakılırsa Apparently
Görüş alanı Field of view
Görüş, fikir, düşünce Opinion
Görüşmek, tartışmak Discuss
Götürmek Take away
Göz çukuru Eye sockets
Göz gezdirmek Cast an eye over / Look over
Göz göze gelmek Catch each other’s eye, To come eyeball to eyeball, To be catch smb’s eye
Göz kırpmak Wink
Göz: Eye
Gözakı: The whit of the eye
Gözbebeği: Pupil
Gözdağı vermek, tehdit etmek Threaten
Gözde Favourite
Gözden kaçırmak Overlooking
Gözden kaybolmak: Disappear, Vanish
Göze çarpmak Conspicuous/ stand out
Gözetleyici, gözlemci Observer
Gözle görünen: Visible
Gözleri takılmak Be caught
Gözleri yaşarmak To fill with tear
Gözlerine inanamamak Not to be able to believe (someone) eyes
Gözlerini alamamak/ ayırmamak Not to take one’s eyes off of smth.
Gözlerini dikmek Stare
Gözlerinin önünde In front of your eyes
Gözlüklerin üzerinden bakmak Look over
Gözü kaymakBe slightly cross-eyed
Gözünü ayırmamak: Not to take one’s eyes off of
Gözünü ayırmazlık Taking his eyes off of
Gözyaşı içinde olan, ağlamaklı: Tearful
Granit Granite
Gücendirmek, (-ed) gücenik Offend
Gücenik: Offended
Gücenmek,içerlemek, alınmak Resent
Güç vermek, enerji vermek Energizing
Güçlendirmek Strengthen
Güçlendirmek, desteklemek Strengthen
Güçlenmek Get strong, gain /strength/strengthen
Güçlü bir devletin koruma ve denetimi altındaki devlet Protectorate
Güçlü Powerful
Güçsüzlük Powerlessness
Güdü: Motive, incentive
Güldür güldür Very noisily
Gülmekten yere yatmak Fits of laughter
Gülsuyu Rosewater
Gülümseme: Smile
Gün görmüş Worldly-wise
Günah işlemek: Sin
Güneşin doğuşu Sunrise
Güneşlenmek: Sunbathe
Güney Doğu Anadolu South east Anatolia
Gürültü, yüksek (ses) Loud
Güvende, emniyette Safe
Güvenilir Reliable
Güvenli Safe
Güvenli, emin ellerdesin In safe hands
Güzellerim, tatlım Sweetheart
Güzellik Beauty
Ha şöyle That’s better
Haber almak Hear, receive, information
Haber almak Inform, hear, receive
Haber göndermek Send a message
Haber toplamak Gather news
Haber vermek Inform, report, notify, apprise
Haber, söylenti yaymak Disseminate
Haberdar etmek Become aware of
Haberdar olmak, bilgi sahibi olmak Aware of
Haberi olmak Know, have heard (of/about)
Haberler Messenger
Habersiz Unaware
Hadi Let’s
Hadis Deed of Prophet Muhammad
Hafıza Memory
Hafifçe, hafif hafifGently, Lightly
Hain Treacherous /Traitors
Hak etmek, layık olmak Deserve, merit
Hak vermek Acknowledged
Hakaret Insult
Hakimiyet Dominance
Haksızlığa uğramak: Wronged, to behind
Hali olmamak Had no strength for
Halinde (koşu) In case of (running)
Halk temsilcisi People representative
Halka, ring Hoop
Hamile: Pregnant
Hamle yapmak Lunge at / Make on attack
Hançer Dagger
Hanedan Dynasty
Hanedan başkanı Chairman of Dynasty
Hapis yatmakIn prison
Hapsetmek Imprison
Harap etmek Devastating
Hareket, eylem- etki: Action
Harekete geçmek Action
Hareketlenme Motion
Hareketlenmek Got into motion
Hareketsiz Inactive
Harfi harfine, tamamen Exactly
Haritacı, kartograf Cartographer
Hasret, özlem Longing
Hassas Sensitive
Hasta odası Sickroom
Hasta yatmak Lie sick
Hasta, kötü, ters, zarar Ill
Hastalanmak Get sick
Haşlamak, kaynatmak Scald
Haşlanmış, kızartılmış Boiled
Hata Error
Hata, arıza, yanlış Fault
Hatta Even
Hava boşluğu Air pocket
Hava değişiklikleri Changes of air
Havalanmak: Be aired, fly away
Hayatınız pahasına At the risk of your life
Hayatsal, yaşamsal Vital

7
Hayırdır (inşallah) I hope all is well
Hayırlara getirsin, Hayırdır inşallah Allah turn it to goodness
Hayırsever, iyiliksever, insancıl Benevolent
Hayran bırakmak Wondering
Hayran olmak, beğenmek Admire
Hayran, takdir eden, beğenen Admirer
Hayranlık uyandırmak Evoke admiration
Hayranlık Admiration
Hayret Amazement
Hayvan ve bitkilerin yetiştiği doğal ortam: Habitat
Hayvan Brute
Hazır ol! Attention!
Hazır ola geçmek To stand to attention
Hazırlık Preparation
Hazine Treause
Hazine (devlet) Treasury
Hazine Treasure
Hazmetmek Digest
Hedef almak Aim (at)
Helezon Helix
Hemen anında Instantly
Hemen derhal, bir an önce Immediately, instantly, right away, directly, forthwith, at once
Hemen Instantly, Forthwith
Hemşeri(m) Compatriot
Hemşire Nurse
Hemşirelik Nursing
Hepiniz All of you
Her biri: Every one (of)
Herhalde Possibly / Presumably
Hesap sormak Call (somebody) to account
Hesap vermek Account
Hesap Calculation(economy)
Heyecan Excitement
Heyecanla Excitedly
Heyecanlı Excitement, Agitated
Heyecanlı, endişeli, sinirli: Nervous
Heyecanlı, telaşlı Hectic
Heykel Statue
Hıçkırarak ağlamak,hüngürtü Sob
Hıçkırık: Sob, hiccup
Hırıldamak, hırıltı Wheeze
Hırs Ambition
Hırsızlık: Theft
Hışırtı Wheeze, Rustle
Hızlanmak Gain speed / speed up
Hızlı: Rapid, speedy, quick, fast, loud, swift
Hicaz Hejaz
Hiç, kesinlikle, hiçbir şekilde In no way
Hilal Crescent
Hindistan cevizi Coconut
Hissi Emotional
Hizalamak Get into line
Hizaya girmek To form line
Hizmet Service
Hizmetçi Servant/maid
Hizmetkâr Manservant
Homurdamak Mutter
Hortum (deniz) Waterspout
Hortum Tornado
Hoşnutsuzluk Displeasure / Dissatisfaction
Hummalı Feverish
Huşu Awe
Huzur barış Peace
Huzur evi Old age asylum
Huzurlu Tranquil
Huzursuz, endişeli, tedirgin Uneasy
Huzursuzluk Disturbance / Unrest
Hükümdar Ruler
Hüzün Sadness, melancholy
Hüzünlü: Sadness
Irk Race
Isınmak Hatred
Isırmak: Bite
Isıtmak, pişirmek Heated
Islanmak Get wet
Islık çalmak Whistling
Islık Whistle
Israr etmek Insist on, persist
Israr, ayak direme Insistence
Issız: Lonely
Istıla Invasion
Işık saçmak Shine shined/shone/shining
Işık tutmak Shone on
Işıl ışıl Brightly / Brilliant
Işımak, parlamak, parıldamak Shining
Işın: Ray
Işınsal Radial
İade Return
İbadet etmek Worship
İbadet Work ship
İbrahim Abraham
İç Anadolu Central Anatolia
İç güdü Instincts
İç kanaması Haemorrhage
İç savaş Civil war
İçecek Drink
İçgüdü: Instinct
İçi boş, oyuk, kovuk: Hollow
İçinde: Within
İçinden geçirmek, düşünmek Consider
İçten From the inside
İdris Idris
İfade etme: Expressing
İfade, lisan, tarz, yüz ifadesi Expression
İğne Pin
İğnelemek Pinned
İhanet etmek Betray
İhmal etmek Neglect
İhtimal, muhtemel Probability
İhtiraslı, tutkun Passionate, ambition, avid
İhtiyaç karşılamak Defrayed
İki büklüm: Bent double
İki katlı Two storey
İkimizden biri Either of us
İkindi Midafternoon
İkişer ikişer Two by two
İkna etmek, inandırmak, razı etmek Convince, persuade
İktir git Fuck off
İlan etmek, duyurmak Declare
İlan Declaration
İle birlikte Along with
İle ilgili olarak, -e dair Concerning
İleri gelenler Worthies
İleri geri: Back and forth
İleri Forward
İlerleme, gelişme Progression
İlerlemek Go forwards, go towards, Move ahead, go forward
İlgilendiren şey (birini), ilgi, endişe, ilgili olmak Concern
İlginç Interesting
İlgisini çekmek: Fascinate
İlgisizce Indifferently
İlişki Intercourse
İlke Principle
İlkel Primitive
İltifat, iltifatta bulunmak Compliment
İman etmek Have faith
İmparator: Emperor
İmparatoriçe : Empress
İmparatorluk Eyaletler Federasyonu Federation of the Empire States
İmparatorluk hanedanı Empire Dynasty
İmparatorluk Kadın Ordusu Empire Woman Army Lawmaker
İmparatorluk Muhafız Alayı The Guard Regiment of Empire
İmparatorluk Parlamentosu The Empire Parliament
İmparatorluk Empire
İn, mağara: Cave
İnatla: Mulishly
İncelemek Examine, search, research
İncelemek, dikkat etmek, dikkatle bakmak, gözlenen, incelemek Observe
İncelik (yönetim) Finesses
İnci Pearl
İndirmek (gemiyi suya) vb. Launch
İnfilak etmek Explode / Burst
İnilti: Moan
İnmek Go down, come down, climb down, descend, get off, get out of, alight, to dismount (forget), go down, to reduce (yere), to land (inme)
İnmek (kuş,uçak v.b) alçalmak Descend
İnmek Deplaning
İnsan / hayvan kafilesi Coffle
İnsanlık Humanity
İntikam: Revenge
İntizam içinde In an order
İp, halat Rope
İptal etmek, kaldırmak Cancel
İptal istemi Cancellation Demand
İptal Cancellation

8
İrade dışı Involuntary
İrade dışı, gönülsüzce gönülsüzlük Involuntary
İradesiz Irresolute
İrilik Bigness, Largeness
İrkilmek Blench, Started, Blenching
İrtibat kurmak, temasa geçmek Get in touch with
İrtibatta kalmak (devamlı) Get in touch continuous
İskele, rıhtım Quay
İspatlamak Prove
İstek Wish
İstek, istem Demand
İsteksiz Unwilling
İster istemez As soon as requested
İsteyerek: Willingly
İstifa mektubu Resignation letter
İstifade etmek Benefit
İstihbarat Intelligence
İstihkam Fortification
İstilacı Invading
İstiridye Oyster
İsyan etmek: Rebel
İş açmak Do work
İşaret etmek Point out
İşaret parmağı forefinger
İşaretlemek, rumuzlamak Symbolize
İşkence Torture
İşlemek Embroider
İşlemeli Embroidered
İşleyiş, süreç Process
İtaat etmek Obey
İtaat Obedience
İtaatli, söz dinleyen Obedient
İtibar, saygı, saygınlık Esteem
İtinayla Carefully
İtiraz etmek, karşı çıkmak Object
İtiraz Objection
İtmek: Push
İyi bakımlı Well-cared
İyi geçinmek Rub along
İyice Rather well
İyilik Goodness
İz Trace, Track
İzin vermek, bırakmak Allow
İzin Permit
İzin, istemek, müsaade almak Get permission
İzinsiz Without permission
Japansarlar Konseyi Council Japansars
Japansarlar Yüksek Konseyi – Bakanlar Kurulu High Council of Japansars \ Council of Ministers
Japansarlık Japansarcy
Kabarmak (öfke v.b): Swell
Kabartma: Embossing
Kabiliyet Ability
Kabuk (hayvan) Shell
Kabuk (meyve) Pod
Kâbus Nightmare
Kaçamak Subterfuge look
Kaçınılmaz Unavoidable
Kaçış Segregation
Kaçmak Run away, escape
Kader: Fate
Kadın doğum doktoru Obstetrician
Kadınlık: Womanhood
Kadro Personnel
Kaf Dağı Caucasus Mountain
Kafatası (anatomy) Cranium
Kâhin Oracle soothsayer, seer
Kahkaha Loud laugh
Kahpe Harlot
Kaldırım Pavement
Kaldırmak, çıkarmak, gidermek Remove
Kaldırmak, yükseltmek: Lift
Kale: Fortress
Kalın kafa Thick head
Kalın Thick
Kalkan, siper Shield
Kalmak Stay, remain, dwell (ikamet etmek, oturmak)
Kaltak Whore
Kama Dagger
Kamış Bamboo
Kamp kurmak Encamp, billet, bivouac (çadırsız asker kampı, geceyi açık havada çadırsız geçirmek)
Kan basıncı Blood pressure
Kan gövdeyi götürmek Bloodshed
Kan lekesi Bloodstains
Kan oturmak Have bloodshot
Kan ter içinde Dripping with sweat
Kan: Blood
Kanaat getirmek Be convinced
Kanaat Conviction
Kanarya Canary
Kanat Wing
Kancalı Hooked
Kangru Kangaroos
Kanmak: Perch upon
Kanun gözetici(ler) Law observer(s)
Kanun koyucu: Lawmaker
Kaos, kargaşa Chaos
Kapatma, Kaplamak: Cover
Kapılmak Be seized
Kaplan: Tiger
Kaplı: Covered
Kaplumbağa Turtle
Kaptan köşkü Conning bridge / Pilothouse
Kaptırmak Snatch
Kara (toprak): Land
Karakter/özellik Character
Karaltı Silhouette
Karaltı, bulanıklaşmak Blur
Karanfil Carnation
Karanlık Dark
Karar Decision
Karargah Headquarter
Kararlı Decided
Kardeş Sibling
Kardeşçe, kardeşane Fraternal
Kargaşa Confusion
Karın: Abdomen
Karınca Ant
Karışık olma, karışma (kargaşa) Be confused
Karışıklık çıkarmak Stir up trouble
Karışım Mixture / Mix
Karışmak, karman çorman Become confused
Karma Mixed
Karmaşık Complex
Karşı ateş Counterfire
Karşı karşıya gelmek To come face to face
Karşı karşıya olmak To be face to face
Karşı koymak, direnmek: Oppose / Resist
Karşılamak, hoşgeldin demek Welcome
Karşılamak, rastlamak, karşı karşıya kalmak Encounter
Karşılaşmak Come across
Karşılık vermek: Talk back
Karşılık Return
Karşılıklı Mutual
Karşısına çıkmak Appear in front of
Karşısına çıkmak:Appear suddenly in front of (one)
Kasılma Convulsion
Kasılmak Contract / To convulse
Kast Caste
Kaş: Eyebrow
Kaşını çatmak Frown
Katılmak (kulüp v.b) Join
Katılmak To be added, join
Katib, yazman Clerk
Katkıda bulunmak, bağışlamak Contribute
Katliam Massacre
Katman, tabaka Layer
Kavim Ethnos
Kavis, eğri Arc, curved
Kavramak, anlamak Comprehend
Kavramak, tutmak, yakalamak, sıkı sıkı tutma Grasp
Kavuşmak (yeniden bir araya gelmek): Reunion
Kavuşturmak, bağlamak Cross
Kayalık: Rocky
Kayık Rowboat
Kay-mak Slip, Slide(daha geniş)
Kaynak Source
Kaynaklı, kaynak yapmak Weld
Kazaya uğramak Come to grief
Kazık, soluk, solgun, donuk Pale
Kazma Pickaxe
Keçi Goat
Keder: Grief
Kederle Poignantly
Kederli, hüzünlü, üzgün, acıklı: Sad
Kederli, hüzünlü, üzgün, üzücü, acıklı Sad
Kef Vadisi Kef Valley
Kelepçe takmak Handcuffed

9
Kelepçe Handcuffs
Kement Lasso
Kemer Waist
Kemikleşmek Ossify
Kenan diyarı Canaan country
Kenara çekilmek Step aside / Getting out of the way
Kenara Aside
Kendi (evi) Respective
Kendi elleriyle Her own hand
Kendinden emin: Confident
Kendinden geçme, coşturucu, mutlu: Ecstatic
Kendinden geçmek, kendini kaybetmek Lose one’s self-control
Kendine gelmek Come around
Kendini toplamak Pull (your)self
Kendini tutmak Refrain
Kene : Acarid
Kertenkele Lizard
Kesik kesik Brokenly / Intermittently
Kesin, tanımlamak Definite
Kesinleşmek Become definite
Kesinlikle Absolutely, Definitely
Kesişmek Intersect
Kesit Cross-section
Keskinlik Sharpness
Keşfetmek Discover
Ket vurmak: Impede
Keyif Pleasure
Kıdemli Senior
Kımıldamak Moved slightly
Kınalı Hennaed
Kınamak, mahkum etmek Condemn
Kıpırdamayan Inactive
Kıpırtı: Slight movement
Kırışık Crease
Kısaca Rather short, Shortly
Kısırlaştırma Sterilizing
Kıskıvrak yakalamak Catch tightly
Kısmak, azaltmak Reduce
Kıta Continent
Kıvılcım saçmak Spark
Kıvılcım Spark
Kıvırmak Curl
Kıvrak : Energetic, Curly
Kıvranmak (acı ile) Writhe
Kıvrılmak Curling
Kıyamet günü: Doomsday
Kıyı boyunca Along shore
Kıyıya çıkmak Land at
Kıyıya doğru, kıyıda: Onshore
Kıymetsiz Worthless
Kızarmış Reddened
Kızdırmak Anger
Kızmak Get angry, annoy
Kibarlık, nezaket Politeness
Kilise Church
Kilitlenmek Be locked
Kin: Rancor
Kindar: Vindictive
Kirko Car lifter
Kirpik: Eyelash
Kişilik Personality
Kitabe, yazıt, ithaf Inscription
Klasik usul Classic method
Kolay kolay Easily
Kolaylaştırmak Made easy
Kolaylıkla görülür anlaşılır, açık Apparent
Kollu koltuk Armchair (in)
Kolordu Army corps
Koltuk Chair (in/on) / Seat
Kolye Chain
Komple Conspiracy
Komuta Command
Komutan Commandant
Koncül Koncül
Konmak Alight
Konsantre olmak, bir işe kendini vermek Concentrate
Konsey Council
Konsüller meclisi Assembly of Koncüls
Konsüllük Koncülcy
Kontrol etmek Cheek
Konulmak Be put
Konuşulduğu kadarıyla As far as spoken
Kopmak Braking off / Came off
Kopya etmek, çıkarmak Reproduce
Kor, çuruf Cinder
Korkudan donup kalmak Be petrified with fear
Korkulu Frighten
Korkunç : Terrible
Korkusuz: Fearless
Korkutucu, ürkütücü Frightening
Koruma, muhafaza Protection
Korumak, muhafaza etmek Protect
Koruyan Protecting
Koruyucu (isim) Protector
Koruyucu (sıfat) Protective
Koruyucu kalkan Protective shield
Koşul Stipulation
Koşuşturma Bustle (about) / Rate race
Kovalamak Chase
Koyu Deep
Koyuvermek Release
Kök, kökleşmek Root
Köle Slave
Kölelik Slavery
Köprü ayağı Bridge pier
Köprü, köprü yapmak Bridge
Köpüklü Frothy
Körük Bellows
Köstebek Mole
Kötü ruhlu: Wicked
Kötü Evil
Kral King
Kraliçe Queen
Kraliçelik Quenness
Kraliyet Muhafız Alayı The Guard Regiment of Kingdom
Kraliyet Muhafız Birliği Kingdom guard union
Kraliyet Kingdom
Krallık İstihbarat Başkanı Kingdom chairman of intelligence
Kristal Crystal
Kritik Critic
Kubbe Dome
Kucağa oturmak To sit on (smb) lap
Kucağında taşınmak To carry around in one’s arms
Kucak Lap
Kucaklamak, sarılmak (sevgiyle) Hug
Kucaklaşmak: Embrace
Kuddüs Most Holy
Kul, adam … Man
Kulak memesi: Ear lobe
Kulak tırmalamak: Jar
Kulak: Ear
Kulaklarını dikmek: Pricked up its ears
Kum Sand
Kumsal Sandy beach, sands
Kural /kanun tanımaz Doesn’t care any rule(s) /laws
Kurmak Set up, Establish
Kurt Wolf
Kurtarmak Save / Rescue
Kurtulmak To be saved /rescued
Kurtuluş Liberation / Salvation
Kurtuluş, özgürlük Liberation
Kurucu Founder
Kurul, komite, heyet, komisyon, encümen (on) committee
Kuruluş (vakıf) Foundation
Kurum Institution
Kuruş Kuruş
Kusmak: Vomit
Kuşak, kemer Belt
Kutsal Topraklar Holy Lands
Kutup yıldızı Pole star
Kuytu: Secluded
Kuyu, kaynak, pınar Well
Kuzey North
Küçük yaşta At an early age / when he was a small kid
Küçülmek Became small
Küflenmek Get mouldy
Kükremek: Roar
Küme, yığın Heap
Küre: Globe
Kürek sesleri Row voices
Kürek Shovel
Küresel ısınma Global warming
Kütük Tree stump
Laf anlamaz, dik kafalı, inatçı Obstinate
Laf atmak, kötü söz söylemek Improper remarks to
Lanetlenmek Damn
Lav Lava
Lavabo Washbasin
Layık olmak, hak etmek Deserve

10
Lâyık Worthy
Levha Table
Libido Libido
Liderliğinde Under smb. leadership
Liman Harbour
Loca Loge
Lokma Morsel
Loş Dusky
Loşluk Gloom
Lütuf, iyilik Boon
Lüzumlu görmek Deeming necessary
Maaş almak Be salary
Mabet Temple
Madalyon Medallion
Mağfiret Remission
Mahalle Ward
Maharetli Skilful
Mahkum Prison, Prisoner
Mahkum, tutuklu Condemned, prison
Mahkûmiyet Condemnation
Maiyet Retinue
Majesteleri Your/his/her majesty
Makam, görev, vazife Office
Makara, çıkrık Pulley
Makyajın bozulması Make up to be worn
Maliye Finance
Malzeme, materyal Material
Manga Squad
Manşet Headline
Manyetik yoğunluk Magnetic density
Manyetik Magnetic
Manyetizma Magnetism
Mapus, içeri, hapis In jail
Mapushane, zindan Dungeon
Mareşal Marshal
Mavimsi Bluish
Mazgal : Crenel
Meclis Assembly
-medikçe -madıkça : If not= unless
Mekanizma Mechanism
Melez, kırma Hybrid
Melike/Kraliçe Queen
Meltem Breeze
Mendil Handkerchief
Mensubu Belonging
Menteşe Hinge
Merak, endişe, kaygı (be) endişelenmek/dirmek Anxious
Merak: Curiosity
Meraklı Curious / Anxious
Mercan Coral
Merhamet etmek Take pity on
Merhamet: Mercy
Merhametli Merciful
Merkez Center
Mermer Marble
Mermi Bullet
Mert Brave
Mertlik Bravery
Mesafe Distance
Mescidi aksa Temple mount
Meslek, sanat, işkolu, iddia Profession
Meşâle Torch, flambeau
Meşe: Oak
Meşrû müdâfaa Self-defence
Metafizik Metaphysics
Metin Text
Metin, sağlam Strong
Mevcut, kullanışlı, hazır Available
Mevki, konum, şart, hal Situation
Mevzilenmek Deploy
Meydan Arena
Meydana gelmek, zuhur etmek Emerge
Meyve soymak Peel
Mırıldamak, söylenmek, homurdanmak Mutter
Mırıltı Murmur
Mızrak: Lance
Mızrakla vurmak Spear
Midye Mussel
Milletvekili, as parlamento başkanı Japansar
Mimari Architectural
Minder Cushion
Mineralleşmiş Mineralized
Minnettar olmak: Be obliged to somebody
Mis kokulu Fragrant
Misafir odası Drawing room
Misafir: Guest
Misafirhane Guesthouse
Miskin miskin: Slothfully
Mizaç Temperament
Mod Mode
Monte etmek Assembled
Morali bozulmak Be demoralize
Muhafız Alayı Troop at guardsmen
Muhafız Birliği Guard unit
Muhalif Opponents
Mukabele etmek, karşılıklı vermek, cevap vermek Reciprocate
Musallat olmak, laf atmak Affected someone’s honour
Mutlaka, kesinlikle Absolutely, necessarily, certainly, definitely, surely
Mutluluk (Çok) Blissfulness
Mutluluk Happiness
Muzip Waggish
Muziplik Kidding
Mübaşir Usher
Mücadele Struggle
Müdahale etmek Interfere
Müdahale etmek, karışmak Interfere
Müdahale etmek,sözünü kesme Interrupt
Müdürlük Directorship
Müfettiş Inspector
Müjdeci Herald
Münadi Crier
Mürşit manevi Spiritual
Müsait Convenient
Müşkil Difficulty
Müttefik Ally
Müzakere,görüşme,tartışma Discussion
Müzakere,üzerinde düşünme, düşünüp taşınma, görüşme Deliberation
Müzisyen Musician
Nabız kontrol etmek Take pulse
Nabız yoklamak Take the ill’s pulse
Nabzını kontrol etmek Take someone’s pulse
Nadide, nadir, az bulunur Rare
Narin: Slender
Nasılsa, her nasılsa, bir türlü Somehow
Nasihat etmek, öğüt vermek Counsel
Nazik Polite
Nazikçe Gently
Ne gelir? Show us
Nedime Ladies-in-waiting
Nefes nefese kalmak Breathless / Get out of breath
Nefret uyandırmak Arouse
Nefs Soul
Nem, rutubet Dampness
Nemlenmek Become damp
Nemli Damp
Nergis Narcissuses
Neşelenmek Merry
Neşeli Cheerful
Neyse Anyway
Nimet Boon
Nişan almak Take aim
Nişanlandırmak Be marked
Niyet, maksat Intention
Niyetinde olmak To intend (to do)
Normalde Normally
Nöbet beklemek/tutmak Stand guard
Nöbetçi asker Sentry
Nöbetçi subay Duty officer
Nöbetçi Sentry
Nötr Neutral
Nur yüzlü Benevolent looking
Nurdan Divine light
Nurlu/nurdan Luminous
Nüfus Persons
Odaklanmak Focus
Ok gibi fırlamak Dart
Okşama, kucaklama: Caress
Okşamak Cares / Fondle
Olağanüstü, fevkalade Extraordinary
Olanca : With all of …
Olgunlaşmak, olgunlaştırmak Ripen
Olgunluk Ripeness
Olumlu Positive
Olur olmaz, gereksiz Unnecessarily
Oluşmak: Consist of
Oluşturmak, teşkil etmek, meydana getirmek: Constitute
Oluşum Formation
Omuz: Shoulder
Onar Ten each
Onay Approval
Onbaşı Corporal
Ondan sonra Thereafter
Onurlandırmak Honour

11
Oradan: From there
Oralı olmak Feign indifference
Ordu Army (ordu), the military (askeri)
Ormanlık Woodland
Ormanlık, ağaçlık Wooded
Orta boy Middle size
Orta boylu Middle-sized
Orta yaşlı / boylu / boy Middle-aged, medium height, middle sized
Ortadan kaldırmak: Eliminate
Ortadan kaybolmak: Vanish
Ortam Environment / Milieu
Otorite, güç, hükümranlık Authority
Oturulabilir bir yer Scat (in/on)
Oturum, celse Session, sitting
Ovmak, ovalamak: Rub
Oya, nakış, işleme Embroidery
Oyalanmak Linger
Oyma Carving
Oymak, delmek Carve
Oyunculuk,yerine bakan,vekil Acting
Ödemek (borç karşılığı) Pay off
Ödün vermek Make concession
Öfke, hiddet, kızdırmak Anger
Öğle (vakti) Noon
Ölçmek, ölçü, miktar, önlem, derece, ölçüt Measure
Ölçüm değerleri Measure worth
Ölçüm Measure
Ölüm cezası Death penalty
Ölüm kalım Life or death
Ölümsüz Immortal
Ömür boyu hapis Life imprisonment
Önceden Beforehand
Önceki Previous
Öncü asker Vanguard
Öndeki Ahead
Öne geçmek Go to the fore
Önem Importance
Öneri, teklif Proposal
Önlem almak Take measure
Önlem Precaution
Önlük (mutfak) Apron
Önüne çıkmak To appear in front of
Önüne at the front
Önünü kesmek: Waylay
Örgü, kırma, örmek Plait
Örtmek, kaplamak Cover
Örtü Cover
Öyle olsun So be it
Öylece: Just so
Öz/esas, temel Essence
Özel koruma Special protection
Özellikle Especially
Özetlemek Sum up
Özlem: Longing
Özür dilemek Apologize (to)
Özür Apology
Pahasına Expense of
Pala, kılıç Blade
Palmiye ağacı Palm tree
Panda Panda
Panik yapmak Panicking
Pano Screen
Paralel: Parallel
Parasal değer (yardım, tavsiye, bilgi kullanışlı, sınırlı bir limitte olan değerli) Valuable
Parça Piece
Parçalamak Smash
Parfümeri: Perfumery
Parıl parıl Brilliantly
Parıltı: Gleam
Parlaklık Luster
Parlamenter Parliamentarian
Parlamento Parliament
Parmaklık Balustrade
Parmakucu Fingertips
Patırtı Clatter
Pazı Bicep
Pejmürde, üstü başı yırtık Ragged
Pek az, kıt, dar: Scanty
Pek: Extremely
Perde: Curtain
Perdelemek Curtained
Perişan, çok mutsuz, berbat Miserable
Peşine takılmak Follow (his) around
Petrowş, Darling
Peynir Cheese
Pezevenklik Pimping
Pırlanta: Brilliant
Piramit Pyramid
Pislik Dirt / Shit
Pişmanlık duymak: Regret
Piyade Infra
Platin Platinum
Posta kutusu Post box
Prens Prince
Prenses Princes
Profesör Professor
Prosedür Procedure
Pusula, not Note
Pürüzsüz, düzgün, düz Smooth
Püskürtmek Repulse
Rahatlamak Became comfortable
Rahatsız edilmek: Be understood
Rahatsız etmek Bother, pester, disturb
Rahatsız Uncomfortable, unwell
Rahibe Nun
Rakip: Rival
Rastgele At random
Rastlantı Coincidence
Razı olmak Consent
Red (cevabı) Refusal
Reddetmek Refuse
Rehberlik etme, rehberlik Guiding
Rehin Pawn
Reis, kaptan Skipper
Rengarenk: Colourful
Rengi atmak Turn pale
Renk almak To acquire
Renk değiştirmek Colour
Rıza gösteren, gönüllü Willing
Rica, istirham etmek Request
Ruh (can) Spirit
Ruku Reverence
Rulo Roll
Rütbe (-ed) rütbeli Rank
Rüya Dream
Sabitlemek Become fixed
Sabretmek Be patient
Saç: Hair
Saçmak: Scatter
Sad Mağarası Sad Cave
Sadık, vefalı, (-ty) sadakat Loyal
Saf, masum Innocent
Safha Phase
Safir Sapphire
Sağ canlı Alive
Sağa sola yalpalamak: Sway from left to right
Sağlamak Supply
Sağlamlık Soundness
Sağlık Healthiness
Sahil deniz kenarı On the (seashore beach, shore along the beach
Sahil Seashore
Sahile / kıyıya çıkmak Land at
Sahip: Owner
Sahne: Stage
Sakal: Beard
Sakallı Bearded
Sakıncalı, mahzurlu, elverişsiz Disadvantageous, Undesirable
Sakınmak, çok dikkat etmek Beware
Sakinleşmek Calm down
Sakinleştirmek, yatıştırmak, teskin etmek: Calm, Tranquilize
Saklı, gizli kalmak Hidden
Saksı Flowerpot
Saldırgan Aggressive
Saldırganlık: Aggressiveness
Sallama, sallantı Shaking
Sallamak, sallanmak: Shake, Swing
Sallanmak, dalgalanmak Wave
Sallanmak, yalpalamak Lurch
Salon Sitting room (Brt), living room, large room
Salon Parlour
Salyangoz Snail
Samimiyet Intimacy
Sanatkar Artist
Sanayi sitesi The industrial
Sandal, sandalet Sandal
Saplamak Stick (into)
Saplı Handled
Saptamak,tespit etmek, kurmak Establish
Saray Muhafız Alayı The Guard Regiment of the Palace
Sarhoşluk Drunkenness
Sarımsı Yellowish
Sarmak Wrap

12
Sarmak, bandajlamak, sargı, bandaj Bandage
Sarmaşık: Ivy
Sarsılmak Jolt
Sarsıntı Concussion / Shake
Savaş narası Battle cry
Savaşçı Fighter
Savrulmak Brandish
Savunma hattı Line of defence
Saydam Transparent
Saygı, hürmet, bakım, yön, saygı göstermek, -e uymak Respect
Saygıdeğer, saygın, namuslu Respectable, esteemed, reputable, honourable
Saygılarımla Respectfully, Yours Respectfully
Saygılı Respectful
Saygın (eleştirmen) Esteemed
Saygın: Respected
Saygısızlık Disrespect
Sayıklamak Talk nonsense
Sayısız: Countless
-se bile –sa Even if
Sebep/neden olmak Lead to / cause
Sebt günü Sabbath (Saturday)
Seccade Prayer rug
Secde etmek: Prostrate oneself
Seçme Select
Sedir Divan
Sedye Stretcher
Sefil Indigent
Selam (for asker) Salutation
Selamlaşma ifadesi Greeting manner
Sen (Eski İngilizce) Thou
Sendelemek Totter
Sere serpe Free and unrestrained
Sermek Spread over
Serpmek Sprinkle
Sersemlemek Become daze / Stupefy
Sert Drastic
Sert, şiddetli, zorlu: Violent
Ses frekansı Audio frequencies
Ses titremek, yalpalayarak yürümek Falter
Seslenmek: Call out
Sessiz sedasız Quiet and retiring
Sessiz Quiet, silent, taciturn
Sessizce Quietly, silently
Sessizlik Quietness, silence
Set, engel Dike
Sevgi, muhabbet, şefkat: Affection
Sevgili, sevgilim, aşkım Darling
Sevinç gözyaşları Tears of joy
Sevindirmek Please
Sevinmek Be please
Seyrek: Sparse
Seyretmek: Watch
Seyyar Portable
Sezmek, hissetmek Sense, feel, perceive (algılamak, kavramak realize)
Sıçratmak, damlamak: Spatter
Sıçrayış: Jumping
Sıfatı ile In the capacity of
Sığınak Shelter
Sık, yoğun, sıkı Dense
Sıkı: Dense
Sıkıca: Tightly
Sıkıntı çekmek Have trouble
Sıkışmak, kısılmak Get jamming
Sıkıştırmak, köşeye kıstırmak Oppress
Sıklaştırmak: Become frequent
Sıkmak, ezmek; sıkıştırmak: Squeeze
Sımsıcak Cosy
Sımsıkı Very tight
Sınav, imtihan Examination
Sınır savaşları Boundary wars
Sır, gizli Secret
Sıra sıra In rows
Sıradan, olağan Ordinary
Sıralanmak Be arrange
Sırasıyla (1,2,3 yaşında) Respectively
Sırayla By turns
Sırdaş Confidant
Sırt kemiği Dorsal bone
Sırt üstü On (his) back
Sırt Dorsal (for human)
Sırtını yaslamak Lean one’s back
Sırtlan Hyena
Sıtma Malaria
Sıvılaşmak Condense
Silah atışı Firing weapon
Silikleşmek: Get worn
Silmek, temizlemek Wipe
Simge Symbol
Simsiyah: Jet black
Simyacı Alchemist
Sindirmek: Digest
Sinerji Synergy
Sinirlenmek Get annoy
Sinirli: Anger
Sinirlice Nervously
Sinsi Stealthy
Siper, siper etmek: Shield
Siren sesi Siren sound
Sitem etmek Reproach
Sofrayı kurmak Set the table
Soğuk Healthiness
Soğukkanlıca Coolly
Soğukluk Chill
Sokaklara dökülmek To rush out into the streets
Sokmak (el v.b) Thrust into
Sokmak Stick into
Sokulmak Be insert
Solgun yüz, Solgun Pale
Solgunluk Paleness
Soluk Pale
Som altın: Solid gold
Somurmak içine çekmek Absorb
Son zamanlarda, geçenlerde Recently
Son, en son Last
Sonsuz ebedi Eternity
Sonsuz Endless
Sonuca varmak Concluded
Sonuç çıkarmak/varmak Deduce
Sonuç elde etmek Conclude
Sonuçlanmak Result in, be concluded
Sorumlu Responsible
Sorumluluk Responsibility
Soruşturma To grief
Soylu Noble
Soyunmak Undress
Sökmek Pull out
Sönük Extinguish
Söyleme, bahsetme, anma Mention
Söylenmek Grouse / Mutter
Söylenti Rumour
Söz konusu olmamak Be discussed
Söz, ifade Remark
Sözcük, söz, laf Word
Sözleşme Contract
Sözlü (ağızla ilgili) Oral
Sözlü (kelimesi kelimesine) Verbal
Su birikintisi: Puddle
Su kanalı Water channel
Su sesi Sound –f water
Subay Officer
Suçluların iadesi Extradition
Suçluluk duygusu Feeling of guilt
Sûfi Sufi
Sur Rampart
Sus pus olmak, sessizleşmek Kept silent
Susamış: Thirsty
Suskunluk, sessizlik Quietness
Susmak Stop talking
Susuz Waterless
Susuzluk: Thirst
Sünger Sponge
Sürgüne göndermek Sent into exile
Sürmek Spread
Sürtmek Rub (something)
Sürtünmek Rub
Sürücü kursu Driving school
Sürükleme Dragging
Sürüklenme Drift
Sürüklenmek Dray, be dragged
Süründürmek Make crawl
Sürüngen: Reptile
Sürünmek Creep
Süslü: Decorated
Süt anneliği Faster motherhood
Sütun Column
Süzmek Look attentively, Strain
Süzülmek (göz yaşı vb.) Ran down
Süzülmek Glide (bird)
Şafak: Dawn
Şahadet Testimony
Şahsi, özel Personal
Şahsiyet Personality
Şakacı Joker
Şakak Temple
Şal Shawl
Şalvar Shalwar
Şampanya Champagne

13
Şanslı Lucky
Şansölye Chancellor
Şapansarlar Parlamentosu Parliament of Japansars
Şapansarlık Japansarcy
Şarıl şarıl: Splashing
Şarj Charging
Şaşkınlık Bewilderment
Şaşkınlık Bewilderment
Şato: Castle
Şeffaflaşmak Become transparent
Şefkat Compassion
Şehvet Sexual appetite
Şelale Cascade
Şerefsiz Dishonourable
Şeritli Banded
Şeyh Sheikh
Şımarık Pampered
Şiddetlenmek Become intensify
Şiddetlice Violently
Şifre Cipher, Code
Şilep kargo gemisi Cargo boat
Şimdiden Already now
Şimdilik For now
Şiş, yumru, çıkıntı Protuberance
Şişman ve kısa boylu Podgy
Şişmanlık Fatness
Şoför mahalli Driver’s cap
Şok Shock
Şöyle buyurun Kindly step this way, please.
Şu andan itibaren As from now
Şuursuz: Unconscious
Şuursuzca Unconsciously
Şükür Thanks, Thankfulness
Şüphe Doubt / Uncertain
Şüphelenmek Doubt, suspect
Şüpheli, kuşkulu Suspicious
Ta kendisi (His) very self
Tâ ki So that
Tabir Interpretation
Tabir, söz Expression
Tabut Coffin
Tabya Redoubt
Taç: Crown
Taçsız kraliçe: Uncrowned empress
Tahmin etmek Estimate
Taht: Throne
Tahta, ağaçtan Wood
Takılmak, düşüp kalkmak Consorted
Takip etmek: Follow
Takip Pursuit
Takip, izleme Following
Talim (askeri) Drill
Talimat Instruction
Talimat vermek Give instructions
Talimat yağdırmak Direction shower
Tam anlamıyla Properly
Tam olarak Exactly
Tam üstünde To be just on/at/in / right-just
Tamamıyla, komple: Completely
Tamir etmek, tayin etmek Fix
Tampon yapmak Buffer
Tanıdık Acquaintance
Tanık, şahitlik Witness
Tanımak, kabul etmek Recognize, know
Tanışmak : Get acquainted
Tanıtmak, bilgi vermek Acquaint
Tanrıça Goddess
Tapınma, çılgınca sevme Adoration
Tarafsız Impartial
Tarama Scanning
Taramak, göz gezdirmek Scan
Tarifsiz Ineffable
Tartışmak, düşünüp taşınmak, değerlendirme Debate
Tartışmak,görüşmek, müzakere etmek Discuss, debate, negotiate
Tarz, huy … Manner
Tasdik etmek, doğrulamak Confirm
Taslak, taslak yapmak Sketch
Tasma Collar
Taş kesilmek Be petrified
Taşlı Stony
Taşralı, Vilayete ait, görgüsüz Provincial
Tatlı dil, yumuşak söz Soft ward
Tatlı Pretty
Tatlıya bağlamak Settle amicably
Tavır: Manner
Taviz vermek Make concession
Taze : Fresh
Tazminat Compensation
Tebdili kıyafet Disguise
Tebliğ etmek Notify
Tecavüz etmek Rape
Tecrübesiz, deneyimsiz Experience
Teçhizat Equipment
Tedavi etmek, muamele etmek Treat
Tedirginlik Restlessness
Teğmen Lieutenant
Tehdit etmek Threaten
Tek: Unique
Tekme atmak Give a kick
Tekmil Completion
Telaş Haste
Telaşlanmak Get agitate, get flap
Telaşlı, koşuş Bustling
Temel Base
Temkinli Self-passed
Temsil etmek Represent, be a representative for
Temsil Representing, representation
Temsilci Representative, agent
Tepe: Hill
Tepecik: Knoll
Tepki göstermek, Tepki vermek React
Tepkime karşılık Reaction
Teras Terrace
Terbiye Training
Tereddüt etmek Hesitate / Unhesitant
Tereddüt etmek, duraksamak Hesitate, waver
Tereddüt Hesitation
Tereddütlü Hesitant
Terfi etmek Get promotion
Terkedilmiş Derelict
Terketmek Abandon
Terlemek, alın teri dökmek Sweat
Ters Reverse
Tesadüf Accident
Tesbih çekmek Tell her beads
Teselli bulmak Find consolation
Teselli etmek, avutmak Console
Teselli Consolation
Teslim (ol-askeri) Surrender
Teslim olmak, boyun eğmek: Submit
Tespih Rosary
Tespit etmek Make firm
Tespit etmek, kararlaştırmak Determine
Teşebbüs etmek, girişim Attempt
Teşhis, çare Cure
Teşrif etmek, onurlandırmak Honour
Teşrif etmek, şereflendirmek Honour
Teşvik, cesaretlendirme Encouragement
Tetikçi Triggermen
Tetiklemek, başlatmak: Trigger
Tetikte beklemek On the alert
Tevbe/tövbe etmek Repent
Tevrat The Pentateuch
Tıkaç, tıkamak Plug
Tıkalı Plugged
Tıngırtı Clink
Tırmanmak, çıkmak: Climb
Tıslama: Hiss
Tiençin Tianjin
Tiksinti: Revulsion
Tim Team
Timsah: Alligator
Tir tir Shivering
Titremek: Tremble
Tiz (ses) Shrill
Toka Buckle
Tokalaşmak Shake hands
Tokat Slapped
Ton (renk) Tone
Top: Cannon, ball
Toplamak Accumulate (yığmak, biriktirmek), gather, collect
Toplantı salonu Meeting room /Assembly hall
Toplumlararası Intercommunal
Toprak yol Dirt way / Dirt road
Toprak, (fiil) kirletmek: Soil
Torun: Grandchild
Toz Dust
Toz, toprak, toz serpmek Dust
Tövbe tövbe! (hayret bildirir) Gosh!
Transa geçmek Entrance
Tuhaf: Strange
Tuhaflık : Strangeness
Turkuaz Turquoise
Turna Crane
Tutacak Holder
Tutam, çimdik Pinch
Tutkal Glues

14
Tutturmak Fasten
Tutukluluk, hapis, hapsetme Imprisonment
Tutunmak To hold on to
Tuzağa düşme Fall into a trap
Tüketim Consumption
Tükürmek: Spit
Tül Tulle
Tümgeneral Major general
Tümsek, tepecik, höyük Mound
Tünel Tunnel
Türemek Perch
Uçan daire Flying saucers
Uçurum: Cliff
Ufuk: Horizon
Uğraşmak Exert / Struggle
Uğultu, Uğuldamak: Hum
Uğultulu Humming
Uğur Luck
Ukala Smartass
Uluma Howl
Umulmadık Unforeseen
Umutlu Hopeful
Usta Virtuoso/virtuosos-virtuosi
Usta, Üstad, Bilgili kişi Master, expert, savant, virtuoso
Ustalıkla Mastery
Utandırmak, mahcup etmek Embarrass
Utangaç: Shy
Utanmak Be ashamed (of), be embarrassed
Uyandırmak, uyanmak Wake
Uyarınca In accordance with
Uydu: Satellite
Uygulamak Practise
Uygulamaya geçmek Pass into practice
Uygun (sıfat, isim)Suitable
Uygun olmak Suit
Uykusu gelmek Feel sleepy
Uykuya dalmak Fallen asleep
Uymak, itaat etmek Obeying
Uysal Compliant
Uysallaşmak Get meek
Uyuklamak Doze off
Uyum: Harmony
Uyumlu In tune
Uyuşmak Get numb
Uyuşturucu Anesthetic
Uyuyakalmak Drop asleep
Uzaklaşmak Going far, to go away, Take away, Go far, Quit
Uzaklık (Distance), space, interval (ara aralık)
Uzaklık Distance, remoteness, space, remote (uzak- far, faraway)
Uzak-ücra, sapa- pek az: Remote
Uzanmak Lay down
Uzatma, uzama Extension
Uzatmak (şey) Elongate
Uzatmak Extend
Uzatmak, uzamak, sündürmek Lengthen, Stretch, Prolong
Uzatmak, vermek Pass
Uzay: Space
Uzman Expert
Uzmanlık Expertise
Uzun ömürlü Durable
Uzun süre Rather long
Uzun uzun, uzun uzadıya At length
Uzun: Long, Tall
Üçgen Triangle
Ün salmak, ünlenmek, ün yapmak Become famous
Ürkmek Be scared of
Ürkütmek Startle
Ürperti Shudder
Üslup Style
Üst üste One on the top of the other, Successively
Üst Top, Superior
Üstad Lord Virtuoso
Üstesinden gelmek, aşmak Overcame
Üstesinden gelmek, -in üstünden yükselmek Surmount
Üstesinden gelmek, yenmek Overcome
Üzere About to
Üzerinde durmak Dwell
Üzerinden atmak Threw off
Üzgün: Unhappy, sad
Üzmek Sadden, worry
Üzücü Sad
Üzüntüyle, ne yazık ki Sadly
Vahşet Savageness
Vahşi: Wild
Vakarlı Sedateness
Vakıf Foundation
Vakit kaybetmeden Without lasing any time
Vakur Dignified
Vakurlu Dignify
Vali Governor
Varis Varics
Varlık: Existence
Vatan Motherland
Vazgeçilmez Indispensable
Vazgeçmek Gave up
Veda Farewell
Vedalaşmak Say good-bye
Vefakar Faithful
Vekalet etme Deputize for
Vekaleten By proxy
Velayet Guardianship
Veliaht Crown prince, heir apparent
Verici Giver
Vermek Allow
Vicdanı razı olmamak /olmak Scruple
Vur, ateş etmek Shoot
Ya What if
Yabancı Strange
Yağmur suyu: Rainwater
Yaka, tasma Collar
Yakın Nearest
Yakınlık Nearness
Yaklaşmak: Approach
Yaklaştırmak Approximate
Yakut: Ruby
Yalamak Lick
Yalan Lie
Yalancı Liar
Yalıtkan Insulator
Yalnız kalmak Leave alone
Yalnız, kimsesiz Lonely
Yalnızlık: Loneliness
Yalpalamak Reeling
Yalvaran Begging
Yalvarış Entreaty
Yalvarmak Beg
Yamaç Hillside
Yan yan, yanlamasına, yandan Edgewise
Yan yana Side by side
Yan, kenar, taraf: Side
Yanak: Cheek
Yanaşmak (geminin kıyıya) Dock
Yandaki Next
Yanılmak Go wrong
Yanılsama, kuruntu, hayal Illusion
Yanına /yanında Alongside (next to, together) Beside
Yanına almak Take into her service
Yanına, yanında, yan yana Along side
Yanında yer almak /olmak Stand
Yanıp tutuşmak Yearn
Yankı(sı)lamak, -nmak: Echo (noise)
Yanlış bilgi vermek Misinform
Yansıma (ışık) Reflect
Yansımak (Işık) Be reflected
Yapamaz, elinden gelmez: Unable
Yapı Build
Yapı, düzenlemek, biçimlendirmek Structure
Yapışmak Clung
Yapışmak Stuck
Yara Wound
Yaralama Wound
Yaralanmak: Be injured
Yarar, fayda, menfaat Benefit
Yaratan: Creator
Yaratıcı: Creative
Yaratıcılık: Creativity, creativeness
Yaratık: Creature
Yaratılış: Creation, genesis
Yarbay Lieutenant Colonel
Yardım etmek, fayda vermek Help
Yardımcı Vice-
Yardımcı görevli Official
Yardımcı Assistant, Helper
Yarı Half
Yarılmak: Split
Yarımküre: Hemisphere
Yarmak Cleave
Yas Mourning
Yasak bölge Prohibit area
Yasak Ban, Forbid/ Forbidden
Yasaklamak Ban

15
Yaslamak: Lean
Yassılaştırmak, yassıltmak Flatten
Yastık Pillow
Yaşatmak: Keep alive
Yaşlanmak Lean against
Yaşlanmak, yaşlanma hali Aged, Aging
Yatay Horizontal
Yatık, eğik Tilt
Yatırmak eğmek (bir şeyi) (bir yöne), meyil, eğim, Tilt
Yatmak Lie (lay)
Yavaş yavaş, derece derece, gittikçe, giderek Gradually
Yay: Bow
Yayılmak: Spread
Yelken Sail
Yelpaze Fan
Yelpazelenmek To fan
Yemin etmek Swear /swore/ sworn, Take oath
Yemin: Oath
Yeni hilal New moon
Yeni Zelanda: New Zealand
Yenik düşmek: Defeated
Yenilemek, yerini almak, eski yerine koymak, -in yerini almak, -in yerine geçmek başkasıyla değiştirmek, yerini doldurmak, iade etmek, geri koymak Replace
Yer almak Located in
Yer çekimi Gravity
Yer yer Patches
Yere çökmek Fell down
Yere göğe sığdıramamak Honouring greatly
Yere yığılmak Fall down
Yerinde duramama, hareketlilik Restlessness
Yerine getirmek Execute, Fulfil, Fulfilling
Yerini alma Take part
Yerini terk etmek Gave its way to palace
Yerleştirmek Place
Yeşilimtırak Greenish
Yeterince Adequately
Yetersizlik, güçsüzlük: Inability
Yetim Orphan
Yetimhane Orphanage
Yetişmek, ulaşmak Reach
Yetiştirmek (bitki, meyve) Grow
Yetiştirmek Bring up / Nurture
Yetki alanı Authority area
Yetki, otorite Authority
Yetkilendirmek Authorize
Yetkili Authorized
Yetkisiz Unauthorized
Yığılmak, çöke kalmak Crowd together / Slump
Yıkık Ruined
Yıkılış Collapse
Yıkım Demolition
Yıldırım Thunderbolt
Yıldız bilimci Star scientist
Yıldızlı Starry
Yılışmak Grinning unpleasantly
Yırtıcı: Predatory
Yine de /rağmen Though
Yine de, her şeyden sonra After all
Yinelemek, tekrar etmek Repeat
Yiyecek gibi bakmak Glower
Yiyecek Food
Yoğun Dense
Yoğun, sık, mankafa Dens
Yoğunlaşmak Become dense
Yoğunluk Density
Yok etmek: Annihilate
Yok olmak : Perish
Yokluk Absence / Non-existence
Yokuş Ascend
Yol boyunca All the way
Yola çıkmak Set out
Yoldaş Comrade
Yolsuzluk Illegality
Yolunu kesmek Waylay
Yorgan Quilt
Yorgunluk Tıredness
Yosun Moss, Seaweed, moss
Yön Direction
Yönelmek Head towards, go towards
Yöneltmek, doğrudan doğruya Direct
Yönetici Administrator, manager, director, ruler
Yönetim kurulu Board of directors
Yönetim Management
Yönlendirme Collimation
Yönlendirmek: Guide
Yukarı doğru açılması bir kapının To open upwards / to lift up downward
Yukarı, Yukarıya doğru Upwards
Yumruk Fist
Yumuşak bir şeyle parlatmak, düşkün, meraklı, hasta Buff
Yunus Dolphin
Yunus Jonah
Yutmak Swallow
Yuva, yuva yapmak Nest
Yuvarlamak, dürmek Roll up
Yuvarlanmak Roll down
Yüce Highest
Yücelmek Become lofty
Yüklemek, üzerine almak Impute
Yüklük Closet for bedding
Yüksek meziyet High excellences
Yüksek sesle Aloud
Yükselmek (doğmak, yükselmek, çıkmak) Rise
Yükselmek (yüks, çıkmak, yapılmak Go up
Yükselmek (yüks. çıkmak, tırmanmak) Ascend
Yükselmek Ascending
Yüz hatları, çizgiler, kırışıklık Furrow
Yüz üstü düşmek Fell prostrate
Yüz yüze gelmek, karşılaşmak Come face to face, come across
Yüzbaşı, kaptan Captain
Yüzsüz Shameless
Zahmetli, sıkıntılı, belalı Troublesome
Zaiyat Casualties
Zanaatkâr Craftsman
Zangırdamak Rattle
Zarar vermek Damaging
Zayıf, güçsüz, dayanıksız Weak
Zayıflık, zaaf:Weakness
Zebercet Chrysolite
Zeka Intelligence
Zeka, zekavet, feraset Sagacity
Zekeriyya (a.s.) Zechariah (Biblical) / Zachariah (Torah)
Zengin Wealthy as
Zenginler The rich
Zevk almak Enjoy
Zeytin Olive
Zırh Armour
Zifiri karanlık Pitch-dark
Zihni bulanık, karışık, karmaşalık Confused
Zihnin allak bullak olması, karışması Be confused
Zil çalmak Ring
Zina (erkek için): Adulterer
Zina (fiil): Fornicate
Zina (isim): Adultery
Zina (kadın için): Adulteress
Zina yapmak Fornicating
Zindan Dungeon, prison
Zindandan çıkarmak To get out From dungeon or make him get out from dungeon
Zirve Peak
Zirvede At the peak of…
Zorla : by force
Zorlanmak Became harder
Zorlanmak Get difficult
Zorluk, sıkıntı Hardship, Difficulty
Zoruyla Compulsion
Zulüm etmek Persecute
Zulüm Persecution
Zulüm, baskı, ceza, sıkıntı Oppression
Zulüm, gaddarlık, despotluk Tyranny
Zücaciye Glassware
Zülkarneyn Zul-garnain
Zümrüt : Emerald

~Kaynak: ~Kaynak: http://www.yusufsayin.com.tr/

Eser Adı : Ulusların Etnik Kökeni
Yazar : Anthony D. Smith
Özet Tarihi : 04.02.2009
“Ulusların Etnik Kökeni” kitabının yazarı ve London School of Economics’in Sosyoloji Bölümü öğretim üyesi Anthony D. Smith, Oxford Üniversitesi’nde eğitim gördü. Milliyetçilik, yurtseverlik, etnik topluluklar üzerine yaptığı araştırmalarının yanında sanat tarihi konusunda da eserler kaleme aldı. Başlıca eserleri arasında “Theories of Nationalism”, “The Concept of Social Change” ve “The Ethnic Revival” yer aldı. Millet, ulus-devlet, milliyetçilik ve etnik topluluk üzerine yaptığı çalışmalarla büyük bir üne ulaşan Smith, “Ulusların Etnik Kökeni” adlı çalışmasıyla “millet olma” serüvenini incelemeye çalıştı.
Bir taraftan dünya üzerinde var olan, fakat askeri ve politik güç ve kültürel birikim itibariyle oldukça büyük farklılıklar arz eden insan topluluklarının “millet olma” iddiasını ve milletin, tarihi olarak antik dönemden beri süregeldiği iddiasına, kitabında karşı bir duruş sergileyerek, milletlerin modern bir olgu olduğu yolundaki iddiaları ve görüşleri incelemiştir. Dokuz bölüme ayırdığı kitabında Smith, okurlarına, etnik topluluk, millet ve medeniyet çözümlemesi armağan etmiştir.
Smith, İlk Bölüm’de modernistler ve primordialist bağlamında etnik topluluk, mit ve sembolleri incelemiş ve etnik toplulukların nasıl devam ettiklerini irdelemiştir. İkinci Bölüm’de, etnik topluluğun boyutları, etnik oluşumun temelleri, yapısı ve sürekliliği kapsamında etnik topluluğun temelleri analiz edilmeye çalışılmış, Üçüncü Bölüm’de, eşitsizlik ve dışlama, direniş ve yenilenme, dış tehdit ve etnik karışıklık boyutunda etnik topluluk ve etnisizmin geçirdiği tarihsel süreç incelenmeye çalışılmıştır.
Tarım toplumlarında sınıf ve etnik topluluğun incelendiği Dördüncü Bölüm’de, toplumsal nüfuz sorunu, askeri seferberlik ve etnik bilinçlilik, etnik siyasal birlikler ve etnik topluluğun iki türü ele alınmış; Beşinci Bölüm, konum ve egemenlik, demografik ve kültürel süreklilik, etnik toplumsallaşma ve dinsel yenilenme bağlamında etnik beka ve çözülmenin ele alınmasıyla nihayet bulmuştur. Modern dönemde etnik topluluk ve ulusların irdelendiği Altıncı Bölüm, Batı’da meydana gelen bazı devrimlerin ayrıntılı bir incelemesi ile başlamış, teritoryal ve etnik ulusların inşa süreçleri ve etnik modelin oluşum aşamalarının analiz edilmesiyle devam etmiştir. Bölüm, etnik dayanışma ve siyasal vatandaşlık konularına yer verilmesiyle nihayete ulaştırılmıştır.
Etnisiteden ulusa geçişin değerlendirildiği Yedinci Bölüm’de, yeni din adamları, otarşi ve teritoryallaşma, seferber etme ve içerme, etnisitenin siyasallaşması ve yeni bir tahayyül oluşturulması değerlendirilmiştir. Sekizinci Bölüm’de, “geçmiş duygusu”, “tarihsel drama” olarak romantik milliyetçilik, şiirsel mekanlar olarak toprağın kullanımı, altın çağlar olarak tarihin kullanımı, mitler ve ulus-inşası konuları incelenmiş; Dokuzuncu ve Son Bölüm’de ise, Parmenideşçiler ve Herakleitosçular, ulusların antikiteliği, etnisiteye geçiş, küçük ulusların dünyası, etnik hareketlilik ve küresel güvenlik gibi konular ele alınmıştır.
Yazar, Kitap’ta, modern ulusların kuruluşunda etnik grupların önemine değinilmiş, etnik gruplar hakkında bütüncül bir tipoloji sunmaya çalışmıştır. Smith, bütün etnik grupların, isim,
2
ortak bir soy miti, paylaşılan tarih, kültür ve teritoryal bir alan ve bir dayanışma ruhuna sahip olduğunu belirtmiş, belirsiz fakat geniş bir alana nüfuz eden, aristokrasi ve entelektüel üstünlük üzerine temellene yanal etnik topluluklar ve küçük fakat belirli bir alan üzerinde hâkimiyet kuran şehirli ve zanaatkâr sınıf temelli dikey topluluklar olarak iki kategori belirlemiştir.
Yanal etnik topluluklar, bazı zengin kentli tüccarların yanı sıra rahipler ve din yorumcuları gibi katmanlar da dâhil olsa bile aristokratiktir. Aynı şekilde, dikey etnik topluluklar, tipik olarak kent kökenli, ticaret yapan ve zanaatla uğraşan bir kompozisyondan oluşur. Yönetici katman, sıklıklı kentin varlıklı ve güçlü katmanlarından çıkmaktadır.
Modern anlamda vatandaşlık kavramının ortaya çıktığı Fransız Devrimi bağlamında ulusların gelişimini ve değişimini inceleyen Smith, teritoryal (etnik olmayan) ve etnik olmak üzere iki milliyetçilik kategorisine çalışmasında yer vermiştir. Smith’in bu eseri, milletleri ve onların etnik kökenlerini araştırma konusu edindiğinden, alanında çok önemli bir yer edinmiştir.
Milletlerin gelişme evrelerini ve tarihi kökenlerini incelediği kitabında Smith, ulusların bütünüyle modern zamanlara ait olduğunu iddia eden modernist okulun bu konudaki savlarına karşı bir cephede bulunmuş, pek çok araştırmacının da kabul ettiği gibi, modern ulusların, uzun bir evrim ve gelişme sürecinden geçtikleri üzerinde durmuştur. Smith, modern ulusların, “etnik topluluklar” olarak anılan kadim kültürel gruplardan oluştuğunu söylerken, etnik toplulukların modern ulusların çizdiği ve şekillendirdiği sınırlarla tanımlanabileceğini öne sürmüştür. Smith, etnik toplulukların/grupların, mit, değer, bellek ve sembolizm gibi kalıcı kültürel özellikler tarafından inşa edildiğinin altını çizmiştir.
Smith, dokuz bölüm halinde hazırladığı eserinin ilk yarısında etnik topluluklar üzerinde dururken, ikinci yarısında pre-modern kökenleriyle ulusların gelişim ve evrim süreci üzerine vurgu yapmıştır. Smith, çalışmasının amacını, etnik kökenleri başta olmak üzere ulusların soykütüğünü ve bu kökenlerden bir kısmını analiz etmek üzerine inşa etmiştir. Çünkü modern dünyada ulus olmanın daimi öğeleri ve ulusların oluşumunu yönlendiren evrensel eğilimler üzerine yoğunlaşıldığında uluslararasındaki farklılıklar hem kendi içlerinde hem de siyasi sonuçları bakımından aynı derecede önemli olmaktadır.
Genellikle ulusları tanımlayan ve onları birbirinden farklı kılan şey, mitler, anılar, semboller ve değerlere verilen önemin nedeni, farklılıkların en önemlilerinin özgül tarihsel deneyimler ve kolektif deneyimlerin bıraktığı izler tarafından belirlenmesidir. Bu ise, pre-modern etnik oluşumla ilgili bir çalışma yapmayı gerekli kılmaktadır. Çünkü etnisite, genel olarak, modern ulusların oluşumunda adaptasyona ve dönüşüme uğramış, ancak tarihten silinmemiş insan toplulukları için güçlü bir model sağlamıştır. Yazar, çalışmasında, kolektif deneyimlerin tarihsel kalıntılarının izlerini araştırma çabasın içinde olmuştur. Genelde ve özelde ulusların kökenlerinin, yazılı tarihte yer alan etnik topluluk modelinde bulunabileceğini varsaymıştır.
Smith, eserini, iki kaygı sonucu kaleme almıştır. İlk olarak, etnik topluluklar ile uluslararasındaki farklılıklar üzerinde durulmuş, dünyanın her yerinde insanlar farklı şeylere sahip olsalar da genelde hepsi ulus statüsüne sahip olduğu belirtilmiştir. İkinci olarak, ulusun antik dönemlerde bulunabileceğini iddia eden araştırmacıların aksine yeni sosyal bilimci ve tarihçi dalgası, ulusun eski dönemlerde kökü olmayan modern bir icat olduğunu ortaya koymuşlardır. Smith ise, tarihin erken dönemlerinde etnik duygu ve bağların önemli bir rolü olduğunun altını çizmiştir. Buradan hareketle, Yazar, etnik kimlikler ile uluslar arasındaki ilişkiyi incelerken, bu ilişkinin kronolojik mi yoksa tipolojik mi olup olmadığını da araştırma
3
imkânı bulmuştur. Yazar, ayrıca, ulusların oluşumu ile etnisite arasında nedensel bir bağ olup olmadığını da irdelemeye çalışmıştır.
Smith, çalışmasında, ulus kavramını oluşturan mit ve bellekten başka şeylerin de olduğunu söylemektedir. Yinede bunlar, ulus kavramı için olmazsa olmaz bir nitelik taşımaktadır. Belleksiz kimlik olamamaktadır; mitsiz de ortak amaç. Kimlik, amaç veya kader, Smith’e göre, ulus kavramının zaruri öğeleridir. Fakat bu etnik topluluk kavramı için de geçerlidir. Çünkü etnik topluluğun da, kimlik ve kadere, mit ve sembollere ihtiyacı bulunmaktadır. Bu durumda ulus, genel bir ifadeyle, etnik topluluğun daha büyük bir biçimi olarak tezahür etmektedir.
Smith, Armstrong’a referansla, etnik topluluk ve ulusların, aynı andan hem somut hem de hayali olduğunu belirtmektedir. İdeolojik bir hareket olarak milliyetçiliği kavramak ise, örgütsel bir kültür olarak ulusa göre daha kolay görünmektedir. Uzaktan bakıldığında kolaylıkla tanınabilen etnik topluluklara yakından bakıldığında göz önünden kaybolabilmektedir. Bu ise, etnisitenin, bakana göre varolduğu, zamana ve bağlama bağlı, kayan, hızla değişen, yanıltan yani konjonktürel bir durum olduğu anlamına gelmektedir.
Çalışma’da, ulusların soykütüğü ve temelleri araştırılırken, etnik topluluk ve ulusları ve bunları oluşturan kendilerine mahsus özellikler, örneklendirilerek açıklanmaya çalışılır. Etnisite ve etnik toplulukların ulus-inşa süreçlerindeki rolü araştırıldığında ise, etnik topluluklar ile uluslar arasındaki benzer ve farklı yönler incelenmeye çalışılır. Çalışma’da ulus, verili bir toplumsal varlık ve insan topluluklarının zamandışı bir birimi olarak değerlendirilmemeye gayret gösterilirken, sanayi toplumunun zorunlu bir biçimi ya da kültürü ya da “kapitalizmin sinirsel tiki” gibi değerlendirilerek, modern bir olgu olmadığı vurgulanır.
Ekonomik kaynaklar fazlalığı, iletişim ve ulaşım sisteminin gelişmişliği, nüfusun büyüklüğü ve bürokratik merkeziyetçiliğin yaygınlığı gibi ulusları şekillendiren önemli faktörler olmakla beraber, gerçekleşen ulusal topluluğun özellikleri hakkında çok az bilgi vermektedir. Bu yüzden daha özel, öznel faktörlere yönelmek zorunlu hale gelmektedir. Etnik bilinci oluşturan kolektif irade, tavır, bellek, değer, mit ve sembolizm gibi kalıcı özellikler topluluğa özgü gelenek ve görenekler yoluyla topluğu ve topluluk çevresini şekillendirirken, dil, kanun, ilim ve sanat gibi topluluk yapısını etkileyen ve etkileyen araçlarla ölümsüzleşebilmektedir.
Smith, kitapta, insanların neden ülkeleri için canlarını feda ettiklerinin, neden kendilerini çok güçlü ulusal kimliklerle tanımlamak istediklerinin, ulusal karakter ile milliyetçiliğin evrensel olup olmadığının, “ulus”un tamamen modern bir olgu veya modern toplumsal koşulların bir ürünü olup olmadığının, “ulus” ve “ulusal kimlik” ile ne kastedildiğinin cevaplarını inceleme çalışır. Çalışma, ulusun, modern bir olgu olması veya olmaması üzerine odaklanarak bu sorunların cevaplarını aramaya çalışır. Bu soruyu tartışmaya açarken de, ulus kavramının unsurlarını ve bileşenlerini açığa çıkarmayı ve bu yolla ulusal kimliğin doğası ve uyandırdığı duyguların yoğunluğunu açıklamaya çabalar.
Yukarıda da belirtildiği üzere, Adam Smith’in kitabı, ulusların oluşumunun modern döneme mi ait yoksa modern öncesi zamanların bir ürünü mü olması veya olmaması üzerine bina edilmiştir. Burada, Yazar, okurlarına, modernist ve primordialistlerin, ulusların kökenleri hakkındaki görüşlerini irdeleyerek çalışmasını sürdürmektedir. Buna göre modernist görüş, ulusun, toplum ve tarih mozaiğinde bulunan doğal ve gerekli bir unsur olmadığını, kapitalizm, bürokrasi ve seküler faydacılık gibi modern gelişmelerin ürünü, yani tamamıyla modern bir olgu olduğunu iddia etmektedir. Milliyetçiliğin, çağdaş şartlarla bir uyum yakaladığından
4
dolayı, ulus, bugün yaygın olarak var olsa bile, aslında kökleri ne insan doğasında ne de tarihte olan, koşullara-konjonktüre bağlı bir olgu ve durumdur. Modernist görüş, bu iddiasıyla milletin ve milliyetçiliğin 18. yüzyılın ikinci yarısından itibaren gerçekleşmeye başladığını savunmaktadır. Bu tarihten önceki zamanlarda ise millete ve milliyetçiliğe dair ki belirtilerin, rastlantılardan ibaret olduğunun altını çizmektedir. Bu görüş, milletler ve milliyetçilikler çalışmasını, modernliğin koşulları ve süreçleri içinde değerlendirir.
Primordialistler ise, etnik toplulukların ve ulusların, tarihin doğal birimleri ve insan deneyiminin bütünleştirici unsurları olduğunu iddia ederler. Bu önermenin soyo–biyolojik versiyonu, etnisitenin, kan bağının uzantısı olduğunu ve kan bağının da, hayatta kalma mücadelesinde kolektif amaçları gerçekleştirmede normal bir araç olduğunu vurgular. Aynı görüş, dili, dini, etnisiteyi ve toprağı, tarih boyunca ortak amaca sahip insan gruplarını örgütleyen temel ilke ve bağlar olarak değerlendirmiştir. Primordialistler, insanları farklı gruplara ayırmışlardır. Bu görüşe göre, milliyetçilikle ilgili modern bir şey bulunmamaktadır. Bu durumda da, modern zamanlarda koşulların değişmesi, milliyetçiliği etkilemeyecektir. Bununla birlikte, kültürel homojenliğin varolduğunu, açık kültürel bir birliği gösteren etnik toplulukların dünyanın bazı yerlerinde yaşadığını söylemek mümkün görünmektedir.
Primordialistler, milletler ve milliyetçiliğin sürekli ve doğal olduğunu savunurlar. Konuşma, cinsiyet ve coğrafya gibi doğal olduğu kabul edilmeksizin ulusların ve milliyetçiliğin tarihsel kayıtlarda var olduğu, Smith’e göre, kabul edilmektedir. Bu durumda, “millet” olarak adlandırılan birimler ile “milliyetçilik” diye isimlendirilen duyguların ve ideallerin, tarihin bütün dönemlerinde varolduğu ileri sürülebilir. Gruba olan aidiyet, kan bağı eğilimi, iletişim ve anlam bakımından kültürel sembolizme ihtiyaç duyulması gibi insanlığa ait özgül nitelikler veri alındığında, milletlerin ve milliyetçiliğin sürekli ve evrensel olduğu söylenebilmektedir. Smith ise modern ulusların, “etnik topluluklar” olarak anılan kadim kültürel gruplardan oluştuğunu söylerken, etnik toplulukların modern ulusların çizdiği ve şekillendirdiği sınırlarla tanımlanabileceğini öne sürmüş, etnik toplulukların/grupların, mit, değer, bellek ve sembolizm gibi kalıcı kültürel özellikler tarafından inşa edildiğinin altını çizmiştir.
Smith’e göre etnik topluluk, tarihsel topluluk bağlamında kültürel farklılıklara yapılan vurguyu birleştirir. Bu tarihsel bağların ve kültürel özgüllüğün algılanması, bir halkı diğerinden ayırır ve belli bir halka hem kendilerinin hem de dışarıdakilerin gözünde tanımlanmış bir kimlik kazandırır. Etnik topluluğu diğerlerinden ayıran özelliklere çalışmasında yer veren Smith, etnik topluluğun boyutları olarak kolektif isim, ortak soy miti, ortak tarih, diğer kültür unsurlarından ayrılan özel ortak kültür, belli bir toprak ile özdeşleşme ve dayanışma duygusuna yer verir ve etnik topluluğu, ortak soy miti, tarih ve kültürleri ile birlikte bir teritorya ile özdeşleşen ve dayanışma duygusuna sahip olan insan nüfusu olarak tanımlar. Yerleşikliliğe, nostaljik birikime, dinin kurumsallaşmasına ve devletlerarası savaş olgusuna çalışmasında yer verir.
Smith, düzenli bir sistemde ele aldığı ve akıcı bir üslupla resmettiği ulusların etnik kökenini anlamaya dönük çalışmasında, etnik topluluk ve etnomerkezciliğin her yerde hazır ve nazır olmasından, bir direniş ve restorasyon hareketi olarak etnisizmin tekerrür etmesinden ve belli “mit-sembol bileşimlerinin” ve kültürel-toplumsal nüfuzunun derecesinden bahsetmektedir. Açıklamaya dönük deliller yetersiz olsa da, etnik topluluğun ve etnisizmin, pek çok durumda etnik bağlar ve duygular yoğun ve demokratik olmaktan daha çok genişçe yayılmış ve yanal olsa bile, Antik Çağ ve Ortaçağ’da, özellikle Asya ve Avrupa’da geniş bir alana yayılmış ve tekrar tekrar ortaya çıkan bir olgu olduğunu belirtmektedir.
5
Sonuç olarak, bir gerçek ve bir istek olarak modern dünyanın bir uluslar dünyası olduğunu söyleyen Smith, günümüzde siyasetin ve devlet oluşturmanın meşruluk zemininin milliyetçilikten oluştuğunu dile getirmektedir. Çünkü Smith’e göre, herhangi bir ilke, insanlığın bağlılığını yönlendirememektedir. Federasyonlar bile, ulusların federasyonudur. Aynı zamanda bugün, mutabık olma ve birlikte genişleme anlamında tam olarak “ulus-devlet” olan bir devlet de yoktur. Devletlerin çoğunun etnik nüfusu melezdir, çoğu etnik azınlıklara sahiptir ve derin bölünmüşlüklere havidir. Ayrıca bu devletlerin sınırları, genellikle tekil bir etnik nüfusun sınırları ile çakışmamaktadır. Bu devletler hem etnik toplulukları hem de ulusları kendi bünyelerinde barındırmaktadırlar. Sallantıda olan bir etnik topluluk ise, kendine ait bir devleti ya da devletsiz tam bir ulus olmayı arzulamaktadır. Diğer durumlarda ise etnik topluluklar, mevcut konumlarında kalmaktan memnundurlar. Bununla beraber, daha geniş siyasi topluluk ya da ulus-devlet içinde kendi etki ve ayrıcalıklarını artırmanın çaresini ararlar.
Bu durum, etnik topluluk ve uluslar arasında net bir tablo çizmeyi güçleştirmektedir. Ancak milliyetçi duyguların gücü, bir yandan tüm devletlerin doğasını ve ilişkilerini, öte yandan da birçok etnik topluluğun amaçlarını ve özelliklerini dönüştürmüştür. Milliyetçiliğe göre dünya, özel ve biricik niteliğe sahip ulusların dünyasıdır. Tüm politik kudret, ulustan doğmaktadır. Ulus, milliyetçiliğe göre bir bütündür; sürekli evirilmesine ve dönüşmesine rağmen, sabittir. Bölünmelerle dolu olmasına rağmen süreklilik arzetmektedir. İnsanların çoğu, milliyetçilik dürtüsüyle, ait oldukları devlete bağlılık ile doğuştan ve yetiştirilme tarzlarından gelen, etnik topluluğa karşı can çekişen fakat patlayabilecek bir dayanışma duygusu arasında, bu bağlılıklar içinde bölünmüştür.

~Kaynak: http://www.yusufsayin.com.tr/

Eser Adı : Uluslar ve Ulusçuluk
Yazar : Ernest Gellner
Özet Tarihi : 31.01.2009
1925‟te Prag‟ta doğan Gellner, eğitim hayatını ve yaşamını İngiltere‟de sürdürdü. Sosyal antropoloji alanında doktorasını tamamlayan Gellner, 1984‟te Cambridge‟de Antropoloji bölüm başkanı oldu. 1995‟te hayata gözlerini yuman Ernest Gellner, birçok eser ve makaleye imza attı. Alanında oldukça mahir olan Yazar, “Uluslar ve Ulusçuluk” kitabıyla 1983 yılından beri ulusçuluk konusunda en çok referans verilen yazarlardan biri olmaya hak kazandı. Gellner‟in “Uluslar ve Ulusçuluk” kitabı, alanında anahtar bir kitap haline geldi. Kitap‟ın 24 dile çevirisi yapıldı. Milliyetçik, Ulus ve Ulus-Devlet konusunda çalışan araştırmacılar bu eserine çalışmalarında büyük atıflarda bulundular.
Daha önceki dönem milliyetçilik çalışmalarına hakim disiplinlerden ve milliyetçilik üzerine darbe vuran araştırmacılardan farklı olarak konuya antropoloji ve felsefe bilimleriyle yaklaşan Gellner, çalışmalarında fikirler ve toplum arasındaki ilişkiye yer verdi. Gellner, temel tarihi değişimi bir evrim süreci olarak değil, bir örgütlenme ve bir kültür biçiminden diğerine dönüşüm olarak gördü. Düşünce biçimlerini de örgütlenme ve kültürün işlevleri olarak ele aldı. Akıl ve bilimin, tek bir özel toplumsal düzenin, sanayileşme ile eşitlendiği modernliğin ürünü olduğuna inanan Gellner, bir filozof ve bilim adamı olarak köktenciliğe ve göreceliğe oldukça muhalifti.
Gellner‟in “Uluslar ve Ulusçuluk” eseri, 1980‟lerin ortasına damgasını vuran modernist yaklaşıma çok belirgin bir örnek temsil eder. Modernlik olgusunu toplumsal örgütlenme ve kültürün bir alâmetifarikası olarak gören Gellner, ulusçuluğu modern bir olgu ve modernliğin bir işlevi olarak değerlendiriyordu. Tarihin betimleyici ve tikelleştirici yaklaşımıyla modernlik-ulusçuluk ilişkisini anlayabileceğine inanmıyordu. Ulusçuluğun modern bir olgu olduğunu düşünen ve ulusların, ulusçuluğu değil, ulusçuluğun ulusları inşa ettiğini düşünen Gellner, ulusçuluk fikrini modernliğin bir ‘üreticisi’nden ziyade, bir „ürünü’ olarak görüyordu. Var olan bütün ulusçuluk yaklaşımlarına ters düşen Gellner, ulusçuluğun başarısının entelektüel gücünden değil, modern bir toplum düzeni içindeki işlevinden kaynaklandığına inanıyordu. Ulusçuluk, modern bir olgu olarak, uluslarda ulusçuluğun nedenleriyle değil daha çok sonuçları olarak anlaşılıyordu.
Tek devlet, tek kültür birlikteliğini savunan ve dayatan ve kutsallaştıran ulus-devlet modelinin sorgulanması, devletçi ve merkeziyetçi politikaları savunan ulusalcılığın güçlenmesine yol açtı. Kimi dönemlerde yaşanılan olgular ulusçuluğun kavranmasını karmaşık hale getirse de modernliğin bir ürünü olarak gelişen ulusçuluk, post-modern gelişmelere paralel olarak etkisini sürdürmektedir.
Gellner‟e göre ulus-devlet inşası, ulusçu fikir, duygu ve hareket süreçlerinin sanayileşme ile birleştiği noktada gerçekleşmiştir. Sanayileşme koşulları, dünyanın her yerinde benzer bir biçimde oluşmuş ve bu değişim ulusçuluğa yön veren temel etken olmuştur. Ulusçu fikir ve hareketler ile sanayileşme, siyasal aidiyetin güçlenmesinde birlikte iş görmüşlerdir.
2
Yazar‟a göre ulusçuluk, siyasal birim ile ulusal birimin çakışmalarını öngören siyasal bir ilkedir. Bir hareket ve duygu olarak ulusçuluğu en iyi resmeden şey bu prensiptir. Ulusçu duygu, ya bu ilkenin çiğnenmesinin yol açtığı kızgınlıktan ya da onun gerçekleşmesinin neden olduğu mutluluk ve tatminden oluşur. Ulusçu ilke, çeşitli şekillerde çiğnenmiş olabilir. Ulusçuluk, etnik sınırların, siyasal sınırların ötesine taşmasını özellikle bir devletin içindeki etnik sınırların iktidar sahipleriyle yönetilenleri birbirinden ayırmamasını öngören bir siyasal meşruiyet kuramıdır. Kedourie‟nin deyişiyle ulusçuluk, 19. yüzyılın başında Avrupa‟da keşfedilmiş bir doktrindir.
Gellner, Weber‟e referansla, eserinde devleti, toplumda meşru şiddet tekelini elinde bulunduran kurum olarak tanımlamaktadır. Gellner‟e göre şiddet, ancak merkezi siyasal otorite ve onun bu hakkın kullanımını devrettikleri uygulayabilir. Bir başka deyişle Devlet, düzenin korunmasına yönelik uzmanlaşma ve yoğunlaşmadır. Özellikle düzenin korunması ve sağlanması ile uğraşan kurum ya da kurumlar dizisidir.
Her toplum, bir devlete sahip olmayabilir. Bu durumda ulusçuluk sorunu da devletsiz toplumlarda ortaya çıkmaz. Eğer ortada devlet yoksa sınırlarının, ulusun sınırları ile çakışıp çakışmaması diye bir sorun da olamaz. Devlet olmayınca yöneticilerde olamayacağından, yöneticilerin, yönetilenlerle aynı ulustan olup olmadıkları da sorulamaz. Ne devlet, ne de yöneticiler var olmadığından, bunların ulusçuluk ilkesinin gereklerine uymamış olmalarına da kızılmadığı gibi, son tahlilde de ulusçuluk sorunu, devlet olmadan ortaya çıkmamaktadır.
Bir başka nokta, ulusu olmayan bir insanın, bilinen kategorilere aykırı düşmekte ve tepki uyandırmakta olduğunu; bir insanın bir burnu ve iki gözü olduğu gibi bir milliyeti de olması gerektiğini belirten Gellner, ulus‟u ise, düşünceler, işaretler, çağrışımlar, davranış ve iletişim biçimleri sistemi anlamında, iki insanın aynı kültürü paylaşması, birbirlerini aynı ulusun üyesi olarak kabul etmesi olarak tanımlamaktadır. Bu minvalde, insanların oluşturduğu uluslar, insanların kendi inanç, sadakat ve dayanışmalarının ürünü olarak tezahür etmektedir. Yazar‟a göre; ulus‟u ulus yapan şey, birbirlerini aynı grubun üyeleri olarak telakki etmiş olmalarıdır.
Gellner, çalışmalarında, genel olarak dünya ve insanlık tarihinde bir dönüm noktası olarak kabul edilen sanayi toplumuna geçişe odaklandı. Uluslar ve ulusçuluğun doğal olmadığını, çünkü bunların, insanlığın kalıcı özellikleri olmadığını; sanayileşme ile tezahür ettiğini vurgulamaktadır. Gellner‟e göre ulusların ve ulusçuluğun, sanayileşme ile yakın, hatta zorunlu bir bağlantısı bulunmaktadır. Bu ise, uluslar ve ulusçuluğu, sanayi toplumu üyelerinin gözünde doğal kılmaktadır. Ulusçuluk gücünü bu doğallıktan almaktadır.
Karmaşık tarım toplumu, ulusların ve ulusçulukların gelişmesine izin vermemektedir. Hâkim kimliklerin mevcut olmasına rağmen, ulusların ve ulusçulukların mümkün olmasını engelleyen bölünmeler vardır. Eğer ulusçuluk böyle bir dönemde icat edilmiş olsaydı, genel kabul görme olasılığı çok zayıf olacaktı. Ulusçu kurama göre birbirinin nasibi olan iki potansiyel eşten ne kültürün ne de iktidarın, tarım çağı koşullarında diğerine yöneldiği görülür.
Gellner‟in ulusçuluk kuramında ulusçuluk, önceden mevcut olan uluslara ait olan bir duygu değildir. Daha çok, önceden var olmayan ulusları inşa eder. Gellner, anadil, devlet, din gibi bazı koşulların bazı ulus biçimlenmeleri üzerinde etkili olduğunu, ancak bu koşulların ulusçuluk öncesi uluslar oluşturmadığını belirtir. Ulusçuluğun güç ve prestij elde ettiği yerlerde türevsel ya da taklit biçimlerine yol açabildiğini de görür. Ulusçuluğun sanayileşme
3
için bir araç olduğuna işaret eden, fakat her zaman sanayileşmeciliğe de eşlik etmediğini de söyleyen Gellner, güçlü ve tutarlı bir ulusçuluk kuramı ortaya koymaktadır.
Gellner, kitabında, kültürlerin sanayileşme baskısı altında nasıl türdeşleştiğini, güçlü bir devlet tarafından nasıl vurgulandığını, sanayileşmenin eşitsiz yayılışıyla birleşen kültürel farklılıkların nasıl çatışmacı ulusçuluklara yol açtığını belirtir. Gellner, var olan ulusçuluklarda daha fazlasının olduğuna dikkat çeker. Muvaffak olanların daha çok gerçek uluslar olduğunu dile getiren Gellner, ulusçuluğun, sanayileşmeye geçişte özgün standart kümelerini geçerli kıldığını belirtir. Bu kültürlerin, bir bakıma „nefes alma odaları‟ gibi olduğunu söyleyen Gellner, sanayi toplumu insanının ancak böyle korunaklı kapılar içinde iş göreceğini vurgular.
Gellner, kitabında, bu ulusal kültürleri derinden analiz eder ve terazinin bir ucunda bu kültürü toplumun bütün kesimlerine yayan güçlü bir devlete bağlı yazılı dilleriyle önceden var olan yüksek kültürlerin bulunduğuna işaret eder. Gellner, uluslar ve ulusçuluk eserinde, yüksek kültürler, folk kültürleri ve ulusçuluk arasındaki ilişkiyi incelemektedir. “Megolomania İmparatorluğu”na karşı savaşan bir köyistan ulusçuluğu icat eden Gellner, geçmişteki haydutların ulusal kahramanlar olarak gösterildiğine, bunlar için düzenlenen saygı gösterilerine ve yüksek kültürün ayrılmaz bir parçası olarak bazı folk şarkılarının sözlerinin haydutlar hakkındaki görüşlere işaret ettiğine yer verir. Kitabında, sanayileşmenin, bireysel mobiletinin önündeki engelleri kaldırdığını, yani entropiye yol açtığı konusunu ele alan Gellner, ayrıntılı bir ulusçuluk tipolojisi sunmaktadır.
Ulusçuluk karmaşık ve sürekli, zincirleme ilişkiler içinde değişen belirli bir tür iş bölümünden kaynaklanmaktadır. Ulusçuluk hareketi siyasal yönetimle kültür arasındaki ilişkinin oldukça kaçınılmaz bir biçimde köklü bir uyarlanışının dışa vurmuş bir görüntüsüdür. Her hangi bir toplum için kültür, herkesin nefes alabildiği, konuşabildiği ve üretebildiği bir ortam olduğuna göre bu, herkes için aynı kültür olmalıdır. Dahası, bu, büyük ya da yüksek bir kültür olmalıdır. Artık farklılaşmış, yerel bağlantılı, okur-yazar olmayan küçük bir kültür ya da gelenek olamaz.
Diğer modernist yaklaşımlar, medya ve tahayyül, modern devlet ve kitle siyaseti, sınıf ve ekonomik çatışma üzerinde dururken, Gellner, sanayileşmeye geçiş ve bunun kültürel ve siyasal sonuçlarına sosyolojik odaklanışıyla uluslar ve ulusçuluk çalışmalarına eğilen diğer araştırmacılardan farklılık arzetti. İddialı ve tamamlanmış bir kuram geliştirdi. Birçok yazar onun aldığı yolun yarısına ulaşabildi. Ulusçuluk anlayışını evrensel tarihi bir çerçeve içine yerleştiren Gellner‟in Uluslar ve Ulusçuluk kitabı yüksek düzeyde bir soyutlamaydı ve tikelleştirmeye ve betimlemeye dayanan tarihi yaklaşımı dışarıda bırakıyordu. Gellner‟e dönük eleştiriler ise, kavramsal, ampirik ve açıklama gücü olarak 3 farklı alandan oldu. Gellner‟e dönük kavramsal eleştiriler, sanayileşme kavramının anlamına ve neyi kapsadığına dönük geldi.
John Breuilly‟e göre Gellner, sanayileşme kavramını esnek ve geniş bir biçimde kullanmıştır. Örnek olarak, ticari kapitalizmin gelişimindeki ilk aşamaların da bu kavrama dâhil edilebileceği, böylelikle sanayileşmenin başlangıcının, daha öncesine değilse de erken 18. yüzyıla dayandığı inancındaydı.
Gellner‟in kuramına dönük ampirik eleştiriler ise, sanayileşme kavramının geniş içeriğine ve ulusçuluk kavramının çeşitli veçhelerine ve bu ikisi arasında çeşitli bağlantılar kurması üzerine yoğunlaşmıştır. Aynı toplum içinde ulusçuluğun farklı türleri arasındaki hızlı
4
geçişlerde ve sanayileşme olmadan gerçekleşen ulusçuluk meselesi ampirik eleştirilerin bir başka boyutunu kapsamaktadır.
Son olarak; Gellner‟in açıklama gücü ile ilgili eleştiriler, Gellner‟in düşüncelerin rolüne hiç yer vermemesi ve ısrarla ulusçuların ne yaptıklarını anlamadığından söz etmesi, Gellner‟in açıkça ulusçuluğu yorumlamaktan çok, açıklamayı hedeflediğini göstermektedir.
Türkiye‟deki Kemalist, Türkçü, Kürtçü ve İslamcı ulusal siyasi politikaların rekabetinde olduğu gibi Gellner, milliyetçilik çalışmalarında ulus-devletlerin inşasından sonra, türdeş bir ulvi kültür üzerinde odaklanan ulusalcı politikalarla buna muhalif milliyetçi kurgularını politika alanına taşıyan diğer-ulusalcı akımların rekabetine-çekişmesine yer vermemektedir.
Ulus-inşa sürecinde ulusalcı hareketler, iktidara dair ki söylemlerinde bağımsızlık, adalet ve demokrasi yanlısı bir politik dil kullanmışlardır. Ve sık sık adalet, demokrasi ve barışa atıf yapmışlardır. Oysa özgürlük ve demokrasiye geçişte bir ilk adım olarak görülen Elçibey dönemi Azerbaycan‟ında, Şevardnadze dönemi Gürcistan‟ında olduğu gibi ilk zamanlar bu politikalar desteklense de, sonrasında bu ülkelerde olduğu gibi yönetimler kendi despot, siyasal baskılarını günden güne artırmışlardır.
Gellner‟in sunduğu modelin soyut ve sosyolojik biçimi, gerçek vakalarla bağlantı kurmayı zorlaştırmaktadır. Öyle ki, soyut model bağlamında bile toplumun belli bir düzlemine ilişkin olarak devlet ve siyasete dair hiçbir ciddi inceleme yer almamaktadır. İster siyasal, ister kültürel, isterse iktisadi alanda olsun, sorun, daha genel anlamda eyleyici ya da eylemin kendisiyle ilişkilidir.
5
Ek 1: A Review by Dawn A. Vogel, October 20061
Nations and Nationalism (Oxford Press) by Ernest Gellner is an attempt to determine what conditions bring about a true nation and the possibilities of nationalism, as well as an examination of the various components of nationalism. Throughout the Book, Gellner uses real and imaginary events and circumstances to illustrate these conditions and components. At the same time, he is able to further clarify what the terms „nation’ and „nationalism’ mean. By examining his arguments, the strengths and weaknesses of this Book can be discovered.
Gellner spends considerable time delineating (tasvir etmek, tarif etmek) the differences between agrarian (tarımsal, zirai) and industrial societies, in order to explain why true nations do not develop in agrarian societies. By his definitions, agrarian societies are those in which there is a clear horizontal division between the ruling class and the masses, while there are vertical divisions within the masses. These divisions prevent the culture from achieving “the kind of monochrome (tekrenkli, monokrom) homogeneity and political pervasiveness and domination for which later, with the coming of the age of nationalism, they later strive” (p. 13). The divisions within industrial society, on the other hand, contain a division of labor that fosters the growth of nationalism. Rather than only a small group of people, to whom Gellner refers as the clerisy (status of intellectuals and highly educated people), having the tools of literacy and education, the potential for this type of training is more widely available, preventing sub-communities which cannot support their own educational system from socializing members of their community. The wider educational system takes the responsibility for socialization of all persons, minimizing distinctions that were highly visible in agrarian society.
Ek 2: Eserleri2
1. (1959), Words and Things, A Critical Account of Linguistic Philosophy and a Study in Ideology, London: Gollancz; Boston: Beacon. Also see correspondence in The Times, 10 November to 23 November 1959.
2. Thought and Change (1964)
3. Saints of the Atlas
4. Contemporary Thought and Politics
5. The Devil in Modern Philosophy
6. Legitimation of Belief
7. Spectacles and Predicaments
8. Social and Western Anthropology (1980) (editor)
9. Muslim Society (1981)
10. Nations and Nationalism (1983)
11. The Concept of Kinship and Other Essays (1986)
12. Relativism and the Social Sciences
13. The Psychoanalytic Movement
14. Culture, Identity and Politics
15. State and Society in Soviet Thought (1988)
16. Plough, Sword and Book (1988)
17. Postmodernism, Reason and Religion (1992)
1 http://www.associatedcontent.com/article/65672/nations_and_nationalism_by_ernest_gellner.html
2 http://en.wikipedia.org/wiki/Ernest_Gellner
6
18. Conditions of Liberty (1994)
19. Anthropology and Politics: Revolutions in the Sacred Grove (1995)
20. Language and Solitude: Wittgenstein, Malinowski and the Habsburg Dilemma (1998)

~Kaynak: http://www.yusufsayin.com.tr/