Category: a grubu


TÜRKİYE’DE İKTİSAT POLİTİKALARININ GELİŞİMİ
(1923-2003)
Giriş
Ekonomik yapının geri kaldığı Osmanlı Devleti’nin son dönemi ile Cumhuriyet yönetimine geçişte sekiz yıl ve bu sürenin son dört yılındaki Anadolu’daki ölüm-kalım savaşı, Cumhuriyet dönemindeki iktisat politikası arayışlarını ve kurumsal yapıyı derinden etkilemiştir. Bununla birlikte elde edilen başarılar veya başarısızlıklar tümüyle geçmişe bağlı değildir. Her dönemin kendi içerisindeki oluşumlar da bu gelişmeleri etkilemiştir. Bu yüzden iktisat politikası uygulamaları ve dönüşümlerinin başarı ve başarısızlıklarının yargılanması yerine saptamalar üzerinde durmaktayız. Bu açıdan bakıldığında, çalışma; Cumhuriyet’in kuruluşundan günümüze kadarki seksen yıllık dönemi kapsayan geniş bir süreci resmetmekle birlikte analiz açısından bir durum saptaması niteliği taşımaktadır.
Bu saptamalar, günümüze kadarki gelişme sürecini belirli dönemlere ayırarak yapılmaktadır. Dönemleme önemli bir sorundur ve incelenen ve öne çıkarılan konular açısından çok farklı şekillerde yapılabilir.
Bizim yaklaşımımız , 1923’ten günümüze kadar geçen süreyi üç genel döneme -1923-1946, 1946-1980 ve 1980’den günümüze- ve bunları da genel dönemlemelerden özü itibariyle ayrılamayan ve analizi kolaylaştıran alt bölümlere ayırmaktır. Böyle bir dönemlemenin yapılmasında önemli gördüğümüz iki husus rol oynamaktadır. İlki, ulus-devlet kurma çabası, ikincisi dünya konjonktüründeki gelişmeler. Aslında ulus-devlet kurma çabasının 1923-1980 dönemini kapsadığını söylemek yanlış olmaz. Ancak bu dönemin iki aşaması bulunmaktadır. 1923-1946 yıllarını kapsayan birinci dönem henüz dünyada egemen bir düzenin olmadığı süreyi, 1946’dan 1980’e kadar ise dünya düzeninde böyle bir egemen gücün olduğu (Pax Americana) süreyi ifade etmektedir. 1923-1980 arasındaki sürecin Türkiye’deki iktisat politikalarını etkileyen ve şekillendiren unsurları ise dönem dönem hızlanan karma ekonomi ve ithal ikamesi -1930 sonrasında Keynesçilikle birleşen- ile sosyal refah devleti uygulamalarıdır.
1980 sonrası döneme damgasını vuran gelişme ise ulus-devletin yeniden yapılanması ve yeni devlet modelini bulma arayışlarının küreselleşmenin ikinci dalgası ile biçimlenmesidir.
1. 1923-1946 Dönemi
1.1. Dışa Açık Ekonomi: 1923-1929
Genç Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı İmparatorluğu’nun son döneminde, dünya ekonomisi içinde hammadde ihracatçısı, sınai ürün ithalatçısı ve dış borçlanmalar, Duyun-u Umumiye İdaresi ile sürekli imtiyazların verilmiş olduğu bir iktisadi yapıyı devralmıştır . 1923-1929 arasındaki yıllar devlet işletmeciliği ve müdahalelerinin asgari düzeyde tutulduğu ve piyasa şartlarında sanayileşmenin benimsendiği yıllardır. Bunda iki önemli husus rol oynamıştır. Birincisi ilk yıllardaki mevcut ekonomik tablo, ikincisi de dönem içerisindeki gelişmelerdir.
İlk yılların ekonomik tablosunu yokluklar belirlemektedir. Bu yoklukların en başında ise milli ellerde sermaye birikiminin olmaması gelmektedir. İlk yıllardaki iktisat politikalarının atmosferinde ve daha sonraki uygulamalarda bu yoklukları ortadan kaldıracak, sermaye kazançlarını milli olmayan unsurlardan milli unsurlara aktaracak, kalkınma hamlesini devlet desteğiyle ve milli özel girişimci eliyle sağlayacak milli iktisat anlayışı bulunmaktadır . Ancak Lozan Antlaşmasının gümrüklerle ilgili düzenlemeleri nedeniyle korumacı, sanayileşmeci milli iktisat anlayışı arka planda kalmıştır.
Dönem içinde iktisat politikalarını etkileyen iki önemli gelişme, İzmir İktisat Kongresi ve Lozan Barış Antlaşmasıdır. Atatürk daha Cumhuriyet ilan edilmeden Şubat 1923’te İzmir’de, izlenecek iktisat politikalarının ve iktisadi kalkınma hamlelerinin tespiti için iktisat kongresini toplamıştı . Çağdaş uygarlık seviyesine ulaşmada Batının birtakım kurum ve kuralları alınarak en kısa zamanda iktisadi ve toplumsal gelişmeye ulaşılması istenmekteydi.
İlk yılların iktisat politikalarına damgasını vuran ve iktisat politikalarında dışa açık bir yapının izlenmesine neden olan diğer önemli gelişme Lozan Barış Antlaşması’dır. Antlaşmanın 28. maddesinde Türkiye’de kapitülasyonların her bakımdan kaldırıldığı hükme bağlanmakla birlikte diğer iki önemli gelişme lehimize sonuçlanmamıştır. Antlaşma hükmü gereği, gümrük tarifelerinin beş yıl süre ile 1916 yılındaki seviyede tutulması, sınai üretimi bir süre daha gümrük korumasından mahrum bırakmıştır. Ayrıca Osmanlı dış borçlarından bir bölümü genç Cumhuriyet tarafından devranılmış ve daha başlangıçta borç yükü altına girilmiştir.
Bu tarihlerde iktisat politikası ile ilgili kararları uygulamak amacıyla bir dizi düzenleme de yapılmıştır . Ancak bütün çabalara rağmen ülke arzu edilen düzeyde hızlı bir sanayileşme atılımı gösterememiştir. Bunun nedeni yukarıda izah edilen faktörlerin yanısıra, altyapı, sermaye, girişimci ve teknik eleman yetersizliğidir. Yabancıların belirsizlik nedeniyle yeni yatırımlara gitmemesi ve gayrı müslim azınlıkların ülkeyi terk etmesi sınai üretimi olumsuz etkileyen diğer nedenlerdir. Devletin sanayiye yatırım yapmak eğilimi vardır, ancak yetersiz kamu sermayesinin önemli bir bölümü demiryolu yapımı ve yabancıların elindeki demiryollarının satın alınmasında kullanılmıştır. Milli iktisat anlayışı içerisinde sermayenin yerli ellerde toplanması istenmektedir.
Bu dönemde Milli İktisat anlayışının da etkisiyle para politikasında sağlam ve istikrarlı para anlayışı hakim olurken maliye politikasında denk bütçe ve düzgün ödeme ilkesi benimsenmiştir. Genişlemeci bir maliye politikasından titizlikle kaçınılırken, açık finansmana ve borçlanmaya sıcak bakılmamış, önce gelirin edinilmesi sonra harcanması söz konusu olmuştur. Bu dönemde zaten merkez bankasının bulunmayışı kağıt para arzının artırılması ihtimalini de ortadan kaldırmıştır. Para ve kredi faaliyetlerini düzenleyecek bir milli bankanın kurulmasına ilişkin İzmir İktisat Kongresi’nde başlatılan faaliyetler ancak 11 Haziran 1930’da 1715 Sayılı yasayla T.C. Merkez Bankası’nın kurulmasıyla sonuçlanmıştır .
1.2. Devletçilik: 1930-1939
1930 ve 1931 yılları korumacı-devletçi iktisat politikalarının hakim olduğu döneme geçişi temsil eden yıllardır.Dünya ekonomisinin girdiği büyük bunalım yıllarında Türkiye ekonomisi dışa kapanarak devlet eliyle bir sanayileşme hamlesine girmiştir. Krizin hammadde fiyatlarını sanayi fiyatlarından daha çok düşürmesi sonucu bir önceki dönemdeki serbest ticaret-açık kapı politikalarının sürdürülmesinin dış ticarette yaratacağı olumsuz gelişmeler sezilmişti. 1929’da Lozan’ın sınırlamalarının da son bulmasıyla ithalatı denetleyen koruma önlemlerine başvurularak koruma duvarları altında eskiden ithal edilen sınai tüketim mallarında ithal ikameci yatırımlara gidildi. Böylece bunalım döneminde azgelişmiş ülkelerin sanayisiz yapıyı değiştirmeye yönelik ilk adımlarına Türkiye de katıldı.
Devletçi iktisat politikaları iki şekilde yürütüldü. İlki devlet işletmeciliği, ikincisi de fiyat mekanizması, dış ticaret gibi konularda iktisadi yaşamın kontrol yoluyla düzenlenmesi. Bu kapsamda bir dizi kanun ve düzenleme çıkarıldı.
Bu yıllarda Türkiye planlama deneyimi de yaşadı. Hatta Sovyetler Birliği’nden sonra dünyada ilk planlama deneyimlerinden birinin Türkiye’de yaşandığı söylenebilir.
1930-1939 yılları genel olarak değerlendirildiğinde, dünya ekonomisi krizin etkileri ile uğraşırken ve geri kalmış ülkelerin birçoğunu da bu bunalıma çekerken, Türkiye’nin bir ölçüde krizin dışında kalmayı başardığı ve sanayileşme adına önemli adımlar attığını söylemek mümkündür. Bunu da mümkün olduğu kadar dışa kapalı bir iktisat politikası ışığında ve kamunun sanayi teşebbüslerinin yatırımlarını planlama çabaları ile gerçekleştirmiştir.
1.3. Savaş Yılları: 1940-1945
1940-1945 yılları savaş yıllarıdır. Bu dönemde, savaşın çıkması ile birlikte seferberlik havasına giren Türkiye’de, faal nüfusun önemli bir kısmının silah altına alınması ve devlet bütçesinin giderek artan oranının savunma giderlerine ayrılması, kısaca 1940-1945 arasında ülkenin bir savaş ekonomisine girmesi söz konusudur.
Dönemin tümü dikkate alındığında temel ve ara malların dağıtımının devlet eliyle yapıldığı; resmen özel ticarete bırakılan alanlarda ise Milli Korunma Kanunu’nun öngördüğü polisiye tedbirlerinin ve fiyat kontrollerinin uygulandığı söylenebilir. Varlık vergisinin de aynı doğrultuda uygulandığı belirtilmelidir . Söz konusu düzenlemelerin hangi alanlarda ve nasıl etkiler yarattığı konusu çalışmamızın çerçevesini aşacağı için burada girmeyeceğiz. Ancak savaş ekonomisinin gerektirdiği koşullar içinde bu önlemlerin kaçınılmaz olmakla birlikte, karaborsa, vurgun ve spekülasyon ortamını da beraberinde getirdiği, bu ortam içinde Türkiye’de kapitalizmin gelişmesinde önem taşıyan sermaye birikimi rejimine de yol açtığını vurgulamadan geçemeyeceğiz .
2. 1946-1980 Dönemi
2.1. Yeni Dünya Düzeni (Serbest Dış Ticaret): 1946-1960
1929 Büyük Dünya Bunalımı ve devam eden yıllarda yaşanan İkinci Dünya Savaşı korumacı, ithal ikameci politikaları gündeme getirmiştir. Bu süreçte devletin ekonomiye müdahalesi ve teorik ve pratik altyapısının uluslararası Keynesçilikle atılmış olması savaş sonrasında ithal ikameci birikim modelinin AGÜ’lerde benimsenmesinin ön hazırlığı olmuştur. Bu çerçevede tek merkez devlet konumundaki ABD’den yayılan üretken sermaye, çevre ülkelerdeki sanayileşmenin yönünü belirlemiştir .
Türkiye’de tek partili rejimden çok partili parlamenter rejime geçiş yılı olan 1946, iktisadi yapıdaki dönüşümlerin de başlangıcı sayılabilir. Savaş sırasında İsmet İnönü’nün Türkiye’nin savaşa girmesini önlemesi ve Fransa ve İngiltere ile ilişkileri sürdürmesi, bundan sonra da ilişkilerin batı ile devam ettireceğini gösteriyordu. Bu oluşum çok partili sisteme geçmeyi zorunlu hale getiriyordu. Bunun ekonomik anlamdaki yansıması ise devletçilikten ayrılıp liberal ekonomiye yönelmeydi.
İkinci Dünya Savaşı yıllarında, özellikle ticaret sermayesi birikiminin hızla artması ve bu kesimin iç ve dış etmenlerin de katkısıyla toplumsal ve ekonomik gelişmelerde ön plana çıkması dönüşümün belirleyici özelliği olmuştur. Bu özellik, tarım kesiminde hızlı makineleşme, yeni alanların tarıma açılması, fiyat destekleme politikaları ile kırsal kesimin pazara yönelmesi ile destek kazanmıştır .
Kırsal alanın pazara açılması ve İkinci Dünya Savaşı sonrasında dünyada esen tüketim rüzgarları ve bundan Türkiye’nin de etkilenerek yerli tüketim kalıplarını değiştirmeye başlaması iç pazarın genişlemesine önemli ölçüde katkıda bulunmuştur. Cumhuriyetin kuruluşundan 1929 yılına kadar gözlenmiş olan ekonomide serbest dışa açık politikaların 1946 yılından itibaren, fakat farklı bir ortamda yeniden gündeme geldiği söylenebilir . Türkiye 1930 öncesinde olduğu gibi, temel tarım ürünleri ve hammadde ihracatçısı ve mamul mal ithalatçısı konumuna bürünmüş, ABD de bu yapının sürdürülmesinde ısrar etmiştir .
Savaş sonrasında yeterli döviz rezervi bulunan hatta dış ticaret fazlası olan Türkiye, dünya ekonomisindeki serbestleşme doktrininin etkisiyle dış yardım arama çabasına girişmiş ve Truman Doktrini, daha sonra da Marshall Planı çerçevesinde dış yardım almıştır.
Dönem içinde, özellikle de 1950’de Demokrat Parti’nin iktidar olmasından 1954 yılına kadar, dışa kapalı ve korumacı, içe dönük iktisat politikaları hızla terk edilmiş, serbest dış ticaret rejimi benimsenerek, dış pazarlara yönelik bir kalkınma anlayışı izlenmiştir . Ancak, ithalat artışının dış açıkları kronik hale getirmesiyle, ekonomik yapı dış yardım, kredi ve yabancı sermaye yatırımlarına dayanarak ayakta durabilen bir duruma gelmiştir.
Kronikleşen dış açıkların finanse edilme biçimi ise döviz bağımlılığı koşullarının yaratılma sürecini hızlandırmada büyük rol oynamıştır. Bu yıllarda her yıl dış açık verilmeye başlanmasına rağmen ülkeye verilen dış yardımlar döviz kıtlığı koşullarının oluşmasını bir süre engellemiştir. Bu süreç ise ilerde döviz bağımlılığını giderek belirgin hale getirmiştir.
1954 yılından itibaren gerek dış ticarette gerek tarım sektöründe meydana gelen tıkanmalar sonucunda tarıma ve dış ticarete dayalı sanayileşme politikası terkedilerek, yerine sanayileşmeye öncelik veren korumacı, ithal ikamesine yönelik politikalar tercih edilmiştir. Türkiye bu dönemden itibaren iç pazara yönelik, tüketim malları üretimini ön plana çıkaran bir ithal ikameci sanayileşme sürecinde yol almaya başlamıştır .
İthal ikameci sanayileşmenin uygulandığı, dönemin ikinci yarısında da enflasyon oranı düşürülememiş, dış ticaret açıkları kapatılamamıştır. 1958 yılına doğru Avrupa İktisadi İşbirliği Teşkilatı dış yardımların gereken düzeyde sürdürülebilmesi için bir istikrar programının uygulanması gerektiğini ileri sürmüştür. Türkiye dış yardımların kesilmesini göze alamadığından 4 Ağustos 1958’de istikrar programını uygulamaya koymuştur.
Programla devalüasyon yapılmış, dış ticaret rejimi yeniden düzenlenmiş, para arzı kontrol altına alınmış, KİT ürünlerinin fiyatları yükseltilmiştir. Ancak bu yıllarda devalüasyon ve KİT fiyatlarının yükseltilmesi fiyatlar genel seviyesinin hızla yükselmesine yol açmış, fiyat artışları 1959 yılında da devam etmiştir.
Sonuç olarak 1958 istikrar programı da enflasyonu önlemede ve ödemeler dengesi açıklarını gidermede başarılı olamamış ve 1959 yılında ekonomide bir durgunluk baş göstermiştir.
2.2. Planlama ve İthal İkamesinde Birinci Aşama :1960-1970
1950-1960 yıllarını kapsayan on yıllık dönem boyunca muhalefetin de etkisiyle sürekli, iktidarın plansız uygulamalarının yarattığı olumsuz gelişmelerden söz edilmiş; bu durum kamuoyunda bir planlama özlemi doğurmuş ve Türkiye’de tüm sorunların planlama ile çözülebileceği kanısı uyanmıştır. 27 Mayıs 1960 tarihinde Silahlı Kuvvetler ülke yönetimine el koyduğunda ekonomi 1958 bunalımından çıkmıştır, ancak 1950’lerin sonunda yaşanan maliye ve dış ödemeler dengesizliklerinin yarattığı piyasa kıtlıkları iktisadi plan konusunu iyice gündeme oturtmuştur . Ekonomiyi planlara bağlamak, yatırımları planlarla yürütmek Demokrat Parti’nin siyasi anlayışına ters düşmesine rağmen ABD ve dış yardım kuruluşlarının çevre ülkelerin içe dönük sanayileşme modelinin işleyebilmesi için planlamanın gerekli olduğu yönündeki telkinleri, dış yardımların tehlikeye düşmesi olasılığı karşısında Türkiye’yi dönemin siyasi iktidarı tarafından bir Koordinasyon Bakanlığı’nın kurulmasına kadar götürmüştür . Bu açıdan bakıldığında planlı bir ekonomiyi dış borç veren çevreler de istemektedir. Verilen borçların geri alınması açısından, dış borçlanma ve yabancı sermaye girişi, ekonominin belirli programlara göre düzenlendiği güvenilir ve açık bir ortamı gerektirmektedir. Nitekim daha sonra Birinci Beş Yıllık Kalkınma Planı’nın hazırlanmasında katkıda bulunacak olan Tinbergen incelemeler yapmak üzere Türkiye’ye gelmiş ve bir iktisadi danışma kurulu kurulmuştur .Söz konusu gelişmeler 1960 sonrası planlamanın çekirdeğini oluşturmuştur.
1960’lar planlama çerçevesinde ithal ikameci sanayileşme stratejisinin temel hedefleri doğrultusunda başarılı sayılacak uygulamaların yaşandığı yıllar olmuştur. İthal ikameci sanayileşme politikası her ne kadar yoğun devlet müdahalesini zorunlu olarak içinde barındırsa da bu noktada müdahaleler daha çok özel kesimin sermaye birikim koşullarının sağlanmasına yönelik olmuştur.
Milli Birlik Hükümeti’nin desteğini alan ve bir süper bakanlık hüviyetine bürünen DPT’nin vasıtasıyla bu dönem içerisinde KİT’lerin Merkez Bankası tarafından para basılarak finanse edilmesine son verilmiş, yine KİT’lerin birbirlerine olan borçları temizlenerek kamu kuruluşlarının Merkez Bankası’na olan net borçları Hazine’ye devredilmiştir .
1960’lı yılların sonuna doğru KİT’lerin Merkez Bankası’ndan borç alma yolu kapanmış olmasına rağmen, hükümetin para basarak gelirlerinin üstünde harcama yapması ve popülist amaçlarla sübvansiyon dağıtma geleneğini devam ettirmesi, ayrıca dış borçlar konusunda yaşanan olumsuzluklar 1950’lerin sonunda yaşanan sürecin tekrar karşımıza çıkmasına neden olmuştur .
2.3. İthal İkamesinde ikinci Aşama: 1970-1980
Türkiye ekonomisi 1960’lı yılların sonuna kadar tarım, hizmetler, sanayi ve diğer sektörlerde önemli gelişmeler kaydetmiştir. Fakat, bu gelişmelerin büyük bir bölümü dış borçlardan karşılanmıştır. Böyle bir gelişme stratejisinin ekonomiyi eninde sonunda büyük bir darboğaza sürükleyebileceği kolayca tahmin edilebilir. 1970 yılında söz konusu darboğazı aşabilmek, iç kaynakların etkin kullanımını sağlamak ve yeni kaynaklar yaratmak amacıyla, dönemin hükümeti, bir yandan Finansman Kanunu ile yeni vergi düzenlemelerine giderken, bir yandan da ihracatın sürekli olarak plan ve programlarda gösterilen hedeflerin altında kalması nedeniyle %66,6 oranında devalüasyon yaparak Türk Lirası’nın değerini düşürmüştür.
Devalüasyondan sonra hızlanan ihracat ve işçi dövizi girişi nedeniyle döviz rezervleri artmış, fakat daha sonraki yıllarda özellikle petrol fiyatlarındaki yükselme sonucu artan döviz gereksinimleri ve ihracatın gerilemesi nedeniyle rezervler kısa sürede erimiş ithalatı karşılamak için aşırı bir şekilde borçlanmaya gidilmiştir.
Borçlanmanın kolayca yürütülebilmesi için dış ticaret ve kambiyo rejimlerinde yeni ayarlamalara gidilmiş, dış kaynak bulabilmek için daha önce kullanılmış olan yöntemler tekrar güncelleştirilmeye çalışılmıştır(Türkiye’de DÇM gibi).
Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren, Türkiye uzun bir süre ithal ikame sanayileşme politikası izlemiştir. 1954 yılı ve sonrasındaki döviz bunalımı yıllarında, ithal ikamesi sermaye birikiminin en önemli kaynağı olmuştur. 1960 sonrasında ise, ithal ikamesi, planlar ve diğer yasal ve kurumsal düzenlemelerle resmileşmiştir. Türkiye ekonomisi, ithal ikamesinin birinci aşaması sayılan ve birinci plan dönemini kapsayan 1963-1967 döneminden sonra, 1970’li yıllardan itibaren ithal ikamesinin ikinci aşaması olan ara ve sermaye malları ikamesi aşamasına geçmiştir. Dönem boyunca petrol krizinin yarattığı olumsuz gelişmelere rağmen stratejide herhangi bir değişiklik olmamıştır . Ancak, dönemin sonunda ithal ikamesinin büyümeye olan katkısının negatif olduğu ortaya çıkmıştır. Ayrıca, ekonominin ithalata olan bağımlılığı da artmıştır.
Türkiye’de, ithal ikamesi kapsamında yürütülen korumacı ve popülist politikalar, ülkeyi üretmeden tüketir hale getirmiş ve bu tüketim yapısı ısrarla sürdürülmeye çalışılmıştır. Bu şekildeki bir yapılanma nedeniyle, özel kesim daha karlı bulduğu iç pazara yönelmiş, ithalata bağımlılık giderek artmış ve ithal ikamesinden beklenen dışarıyla rekabet edebilecek ve ihracata yönelebilecek bir sanayi yapısı kurulamamıştır. Dönem içerisinde, işçi dövizleri, DÇM ve kolay bulunabilen kısa vadeli dış borçlar, söz konusu yapıyı 1979’a kadar taşımıştır . Ancak bu yıllarda, yeni petrol zamları, vadesi gelen dış borçlar ve siyasal istikrarsızlıklar ülkeyi tam bir çıkmaza sokmuştur.
3. 1980’den Günümüze
3.1. 1980-1990 Dönemi: 24 Ocak Kararları
Türkiye’nin ithalatında önemli bir kalem olan petrol fiyatının yükselmesi döviz ihtiyacını önemli ölçüde artırırken buna bir de dış borç bulmada karşılaşılan sorunlar eklenince, Türkiye üretimde kullanılan girdilerini ithal edememeye başlamış, temel mallarda ortaya çıkan kıtlıklar ise karaborsa ve kuyrukları doğurmuştur.
Ekonomideki bu tıkanmanın aşılabilmesi için yeni dış kaynak arayışına girişilmiştir. Dünya Bankası, IMF gibi dış kaynak sağlayan kuruluşlar bu yardımları ekonomide yapısal bir dönüşüm yapılması şartına bağlamışlardı. Bunun üzerine 1980 yılında bu yapısal dönüşümleri de içeren ‘’24 Ocak Kararları’’olarak anılan bir dizi önlem uygulamaya konuldu. 24 Ocak Kararları her ne kadar kararlılık önlemleri gibi algılansa da yeni bir dönüşümün temel taşlarını koyarak kalıcı öğeler taşımaktadır.
Söz konusu önlemlerle ‘’ithal ikameci’’ kalkınma politikasından ‘’ihracata yönelik’’kalkınma politikasına geçilmiş, 80’li yıllar boyunca bu kararlara çeşitli eklemeler yapılmış, değişikliklere gidilmiş fakat ana tema değiştirilmemiştir . Yapılan düzenlemelerle, ekonominin dışa açılması, piyasa mekanizmasının geliştirilmesi, kamu kesiminin sınırlanması, enflasyonun kontrol altına alınması, yabancı sermayenin teşviki hedeflenmiştir.
3.2. 1990-1995 Dönemi: 5 Nisan Kararları
1984-1989 yılları arasında Türkiye ekonomisinde bir genişleme dönemi yaşanmıştır. Bu dönemde Batı ekonomilerinde meydana gelen canlanma, Türkiye’nin izlediği ihracata dayalı büyüme stratejisi ile de örtüşerek ihracatın artmasına neden olmuş ve Türkiye ekonomisi bir genişleme sürecine girmiştir. Fakat 1990’a gelindiğinde dış dünyada iki önemli gelişme Türkiye ekonomisini direkt olarak etkilemiştir. Bunlar, İran-Irak savaşının sona ermesi ve 1990 Körfez Krizidir. Bu iki dış gelişme Türkiye için önemli iki pazarın kaybolmasına neden olmuştur. Türkiye’yi çok yakından ilgilendiren ve etkileyen bu iki gelişmeye ek olarak dünya ekonomisinde de bir daralma süreci yaşamıştır. Tabi ki, bunların hepsi birlikte Türkiye’nin ihracatı üzerinde olumsuz etki yaratmıştır. Ülke içinde kamu açıklarının enflasyon üzerinde yarattığı baskı ve izlenen kur politikası ile diğer ekonomik kötü gidişat 1994 krizine götüren ortamı hazırlamış ve Nisan ayında ekonomik tedbirlerin alınması kaçınılmaz olmuştur.
Söz konusu program sıkı maliye politikası ile sıkı para politikası esasına dayalı ortodoks; ücret artışlarının bütçe ödenekleri ile sınırlı tutulduğu, KİT ürünlerinin fiyatlarının önce artırılıp 6 ay sabit tutulduğu heterodoks politikalar içeren karma bir yapıya sahiptir .
Dönemin koalisyon hükümeti 5 Nisan kararlarını alırken temel sorun olarak, kamu finansmanında yaşanan dengesizliği görmüş ve tedbirlerini o yönde almıştı. Buna göre kısa dönemde, yatırım ve cari harcamalar kısılacak ve geçici vergiler kanalıyla kamu dengesi kısa dönemde tutturulacaktı. Bu amaca kısmen de olsa 1994 yılı içinde ve 1995 yılının ortalarına kadar ulaşıldı. Ancak erken seçim dolayısıyla harcamaların tekrar artırılması ve ek gelirlerin sağlanamaması ile başlanılan noktaya geri dönüldü. MB’nın ve Hazine’nin disiplini bozuldu. IMF, erken seçim kararının alınması ile ekonomideki kontrolü bıraktı.
Seçim sonrası, uzun süren pazarlıklar sonucunda Anayol hükümetinin kurulması ile sorunlar çözülemedi. Koalisyon hükümetinin verimli çalışması mümkün olmadı. Siyasi belirsizlik ekonomide süratle alınması gereken önlemlerin gecikmesine neden olmuştur. O kadar ki, Türkiye ile yeni bir stand-by anlaşması yapabileceğini söyleyen IMF yetkilileri, siyasi belirsizlik dolayısıyla bundan vazgeçerek Türkiye ekonomisinin kötüye gittiğini belirten bir rapor hazırlayarak Türkiye’den ayrılmıştır.
3.3. Son dönem: 1996-2003
1996-1998 yılları arasında kısa süreli hükümetler döneminin yaşanması belirsizliği artırırken, orta ve uzun vadeli istikrar programlarının uygulanması da mümkün olmamış, uygulanan önlemler ise bir defalık kaynak bulmaya yönelik kısa vadeli arayışlar olmuştur. Türkiye ekonomisinde 1995 yılında başlayan hızlı büyüme eğilimi, 1998 yılının Nisan ayına kadar devam etmiş, ancak hem yurtiçindeki siyasi istikrarsızlık hem de Güneydoğu Asya’da ve daha sonra Rusya Federasyonu’ndaki mali kriz nedeniyle sona ermiştir
Bu gelişmelerin sonucunda 1999 yılının sonuna doğru ekonomik görünüm son derece karamsar bir yapıya bürünmüş, ekonomik büyüme -%6.1 olmuş, enflasyon (TEFE) %70’e, Hazine’nin yılllık bileşik faizi ortalama %106’ya ulaşmış, bütçe açıkları ise taşınamaz bir noktaya ulaşmıştır . Artık hiperenflasyon aşamasına gelindiği kanısı hakim olmaya başlamıştır. Bir de buna 1999 yılının seçim yılı olması nedeniyle ortaya çıkan belirsizliğin yarattığı etkiler eklenmiştir. 1999 yılında yeni kurulan koalisyon hükümeti ekonomideki bu kötü gidişatı önlemek ve dış kaynak bulmak amacıyla IMF ile anlaşmaya oturmuştur. Ancak yapılan anlaşma yeni bir sürecin başlatılması şeklinde değil de daha önce başlayan stand-by arayışlarının devamı ve sonucu niteliğinde olmuştur.
1999 Nisan ayı genel seçiminde oluşan üçlü koalisyon hükümeti Temmuz-Aralık aylarını kapsayan, daha önceki sürecin devamı olarak Yakın İzleme Anlaşması uygulamasını başlatmış ve 1999 Aralık ayında da 2000-2002 yıllarını kapsayan üç yıllık orta vadeli stand-by anlaşmasını imzalamıştır. Bu çerçevede Ocak 2000’de sıkı para ve döviz kuru politikası ile bankacılık sektöründe yapısal dönüşümleri içeren ‘’Enflasyonu Düşürme Programı’’ başlatılmıştır . Program 2000 Kasım ve 2001 Şubat aylarında yaşanan krizler nedeniyle kesilmiş ve ‘’Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı’’ uygulamaya konulmuş ve 2002 yılı başında üç yıllık (2002-2004) yeni bir stand-by anlaşması imzalanmıştır.
Aralık 1999 niyet mektubu ile başlayan süreçte programın hedefi enflasyon ve reel faizlerin düşürülmesi ve büyümenin sağlanmasıdır. Bu amaçla istikrar önlemleri olarak enflasyonun üç yılın sonunda tek haneli olması, reel faizlerin düşürülmesi ve kamu kesimi borçlanma gereği (KKBG)’nin azaltılması ve sıkı döviz kuru politikası (döviz kuru çıpasına dayalı anti-enflasyonist) araçları kullanılmaya başlanmış, programda Kasım 2000 ve Şubat 2001 krizlerinden sonra yenilenen 2002-2004 stand-by anlaşması ile bu kez dalgalı kur politikasına geçilmiştir .
Programın yapısal reformlar ayağı ise, bankacılık yasası (BDDK’nın oluşturulması), SSK yasasının değiştirilmesi ve prim oranlarının yükseltilmesi, tarımsal desteklemenin kaldırılması ve Tahkim Kanunu’nu kapsamaktadır. Söz konusu reform taahhütlerinin hepsi yerine getirilmiştir. Programın makro ekonomik istikrar ayağı ise aksamıştır. Bunun nedeni 2000 ve 2001 krizlerine bağlanabilir. Ancak, söz konusu krizlerin, özellikle birincisinin program tarafından yaratıldığı, ikincisinin de ilkinin sonucu olduğunu söylemek mümkündür. Örneğin, 2000-2002 programının sabitlenmiş kur ve Merkez Bankası’nın net iç varlık kısıtına dayalı uygulaması (para kurulu benzeri para politikası) Merkez Bankası’nın borç veren son mercii fonksiyonunu ortadan kaldırarak etkinsizleştirmiş, krizi başlatan ve kontrol edilmesini güçleştiren sebep olmuştur. Merkez Bankası Stand-by ile 2000 yılının başından itibaren net iç varlıklar tavanını, dış varlıklardaki artışlar dışında aşmamayı taahhüt ettiği için, piyasalara açık piyasa işlemleri yoluyla müdahale edememiştir. Böylece bankacılık kesiminin yeterli döviz fazlasına sahip olmaması ve yurt dışına sermaye çıkışının biraz artması ile piyasalardaki güvensizliğin bir anda yaygınlaşması Kasım ayında ortamı bir likidite krizine sürüklemiştir. Faizlerdeki hızlı yükseliş kamu ve özel bankaların mali yapılarını daha da bozmuş, programa olan güven iyice sarsılmış, özellikle kamu bankalarının aşırı likidite ihtiyaçları ödemelerin kilitlenmesine neden olarak, Şubat 2001’de tekrar, bu sefer bir döviz krizine girilmiştir. Bunun üzerine ‘’Enflasyonu Düşürme Programı’’na son verilerek Nisan 2001’de, öncelik olarak mali istikrara önem veren ‘’Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı’’ uygulanmaya başlanmıştır.
‘’Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı’’, kamu maliyesi, gelirler politikası, özelleştirme, bankacılık, para politikası ve acil yasal düzenlemeler çerçevesinde bir dizi tedbiri içermektedir. Kasım ve Şubat krizlerinin mali piyasalarda, özellikle bankacılık kesiminde yarattığı olumsuz gelişmeler dikkate alınarak paket üç aşamalı olarak belirlenmiştir. Bunlar, bankacılık sektörüne ilişkin alınacak tedbirlerle kriz ortamından süratle çıkış, faiz ve döviz kuruna istikrar sağlamak suretiyle ekonomik birimlere orta vadeli bir perspektif hazırlamak ve makroekonomik istikrarı tesis ederek istikrarlı bir büyümeyi sağlamaktır. Program uzun dönemde enflasyon hedeflemesi sistemine geçilmesini amaçlamaktadır ve Merkez Bankası yıllık enflasyon hedeflerini açıklayarak buna hazırlık yapmaktadır.
Son olarak ‘’Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı’’ 2003 yılında da uygulanmaktadır. Bununla birlikte, Kasım 2002’de genel seçimlerle tek başına iktidar olan Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) ise ‘’Acil Eylem Planı’’ adı altında, kamu maliyesi, gelirler politikası, özelleştirme, bankacılık, para politikası, reel sektör, alt yapı yatırımları ve eğitim gibi alanlarda üçer, altışar ve bir yıllık bir dizi tedbiri uygulamaya koyacağını ve IMF ile yapılmış olan anlaşma ve taahhütlere bağlı kalacağını dile getirmiştir.
Sonuç
Yaptığımız bu çalışma, başlangıçta da değinildiği gibi yargılamalardan ve spekülatif açıklamalardan uzak durarak sadece dönemlerin genel özellikleri çerçevesinde yürütülen iktisat politikası uygulamalarını saptamaya yönelik olmuştur. Dönemlerin özellikleri vurgulanırken toplumsal ve siyasal gelişmelerin de öne çıkartılması gerektiği düşünülebilir. Ancak, konunun çerçevesi çalışmanın bu yönünün biraz daha sınırlı kalmasını zorunlu kılmıştır.
Seksen yıllık Cumhuriyet tarihinde iktisat politikalarının gelişimi ülkenin kendi iç dinamikleri ve dünya konjonktürü tarafından belirlenmiştir. Bu belirleniş dönemlere ayrılarak incelenmeye çalışılmış ve dönemleme konusundaki yaklaşımımız ortaya konulmuştur; ancak tarihsel dönemleme çerçevesinde açıklanan iktisat politikası gelişmelerini bıçakla keser gibi ortaya koymak mümkün değildir. Buna rağmen önemli dönüşümlerin olduğu ve dönemlere ayırmadaki temel yaklaşımımızı da ortaya koyan, yukarıda da açıkladığımız belirli yıllar bulunmaktadır. Sonuç olarak bu belirli yıllara denk gelen dönüşümleri de göz önünde tutarak seksen yıllık uzun bir süreci bir bütünlük içerisinde aktarabilmek asıl kaygımız olmuştur.
TÜRKİYE EKONOMİSİ
1)İzmir İktisat Kongresi ( Şubat 1923)
TC nin kuruluşu itibariyle Türkiye ekonomisine ilişkin ilk gelişme şubat 1923te toplanan İzmir iktisat kongresidir. Kongrenin toplanmasındaki başlıca iki amaç:
• Tüccar, işçi, sanayici, çiftçi gruplarının ortak istek ve sorularının belirlenmesi, siyasal yönetim tarafından bilinmesi
• Türkiye ekonomisinin geleceğine dair yabancı sermayeye gerekli açıklamayı yapma
Kongrece benimsenen bazı görüşler:
– Cuma gününün resmi Tatil olması
– Yabancı yatırımcılara ayrıcalık tanınmaması ve yabancı sermayelerin ulusal yasalara bağımlı kılınması..
– İktisat eğitimine önem verilmesi
– Ticaret odalarının düzenlenmesi
İşçi grubunun talepleri: iş güvenliği, 8 saatlik günlük çalışma saati, ücretli izin hakkı.
Kongrede ortak görüş: ulusal bankacılığın kurulmasıdır..
Çıkarım: İzmir iktisat kongresinde: yabancı sermayenin kabul edildiği, ekonominin gidişatının resmedildiği ancak milli iradenin önemsendiği kararlara tanıklık eder.
Kongrenin ardından yaşanan gelişmeler:
• 1924te Türkiye iş bankası, ilk özel sektör bankası olarak kurulmuştur.
• 1925te Türkiye sanyi ve maadin bankası kurulmuştur. İlk kalkınma bankasıdır. 1932te Türkiye sanayi ve kalkınma bankası adını almış 1933te sümerbank’a devredilmiştir.
• 1930’da TC Merkez Bankası kurulmuştur.
* 1930’da Merkez bankası kurulana dek Osmanlı- İngiltere- Fransa ortaklığında oluşturulan Osmanlı bankası para basma yetkisine sahipti. Ancak bu durum Osmanlının ekonomiden ödün vermesi anlamına gelmekteydi.

2) Lozan Barış Antlaşması ( 24 Temmuz 1923)
Bu dönemde belirleyici diğer bir önemli gelişme 24 temmuz 1923te İsviçre’nin Lozan şehrinde imzalanan Lozan barış antlaşmasıdır. Antlaşmanın tarafları:

• TBMM
• Birleşik krallık
• Fransa
• İtalya
• Japonya
• Yunanistan
• Romanya
• Bulgaristan
• Portekiz
• Belçika
• Yugoslavya

Türkiye’nin siyasi ve ekonomik bağımsızlık hedeflediği bu antlaşmanın ekonomiye ilişkin konuları:

– kapitülasyonların kaldırılması
– yabancılara verilen ayrıcalık sorunu
– Osmanlı borçları
– Gümrük düzenlemeleri
– Savaş zararları
– Nüfus değişimi
– Musul sorunu

Lozanda kapitülasyonların kaldırılması, Osmanlı borçlarının paylaştırılması ve Duyunu Umumiye’nin kaldırılması Türkiye’ye ekonomik bağımsızlık kazandıran önemli gelişmelerdir.
Uyarı: Duyunu Umumiye ( Genel Borçlar İdaresi), Muharrem kararnamesi ile 2. Abdülhamit döneminde istibdad sürecinde kurulmuştur.
* İlk dış borç, 1854’te İngiltere’den alınmıştır.(Abdülmecit döneminde, Kırım savaşında)
Uyarı: Osmanlının son borcu: 1958’de ( Adnan Menderes, Demokrat Parti döneminde) ödenmiştir.
Uyarı: Kapitülasyonların kaldırılmasının gereği ilk kez misakı millide vurgulanmıştır.

2001 KRİZİ

2001 Türkiye ekonomik krizi, Kara Çarşamba olarak da bilinen, Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en büyük ekonomik krizidir. Milli Güvenlik Kurulu toplantısında cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer ile başbakan Bülent Ecevit arasındaki siyasi kriz bir anda tüm ülkeyi etkisi altına alan ekonomik bir krize dönüşmüştür. Türkiye’nin Şubat 2001 finansal krizi, beklenmedik ölçüde ekonomik daralmayla sonuçlanmanın ötesinde, ülkenin orta vedeli perspektifini değiştiren yeni koşulları da beraberinde getirmiştir.

2001 KRİZİ NEDENLERİ

Yüksek enflasyon ve buna bağlı olarak ortaya çıkan bozulan gelir dağılımı, Bozulan iş ahlakı ve uzun vadeli yatırım isteksizliği, Talep azlığının sonucu olarak, isletmelerin düşük kapasite ile çalışması ve artan issizlik, Fakirin daha fakir, zenginin daha zengin hâle gelmesi, Paranın satın alma gücü paritesinin, dövizin ve faizin aşırı dalgalanma göstermesi,

2001 döneminde yaşanan finansal kriz son derece ciddi hasarlara sebebiyet veren bir kriz olarak Türkiye ekonomisinin tarihinde yerini almıştır. Alt yapı düzensizliğindenVkaynaklı yetersizlikler sebebiyle sistem daha fazla ilerlemeye geçit vermemiş ve bunun sonuncunda Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı (GEGP) adı altında yeni bir istikrar programının yürürlüğe girmesine gerek duyulmuştur. Bu nedenden dolayı uygulamaya konan GEGP’nın başlıca hedefleri; dış ticaret ve kur politikası, maliye politikası, enflasyonla mücadele politikası sabit bir enflasyon hedeflemesi ve ekonomi adına “reform politikaları” üzerinde yoğunlaşmıştır. Fakat hedefler tutturulamamıştır.

Sabit kur rejiminin uygulanmasının piyasalarda yol açtığı daraltıcı etkiler giderek artmış ve GEGP çerçevesinde bu uygulamaya son verilerek dalgalı kura geçilmiştir. Ekonomideki dolarizasyonun derecesi, şoklara karşı açıklık ve kur riskinin dengelenmesi imkânı gibi dış ticaret göstergeleri de dalgalı kur rejiminin tercih edilmesinde etkili olmuştur.

Uygulama sonuçları itibariyle ekonomik yapıya işlerlik kazandırılması hedefine ulaşılamamıştır. Bu doğrultuda, GEGP’nın sonuçlarının başarısının sınırlı kaldığı söylenebilir. Bunun üzerine Ocak 2002’de bir Niyet Mektubu ile IMF’ye başvurularak destek aranmıştır. 2002 yılının ortalarında siyasi alanda yeni gelişmeler yaşanmıştır. Yapılan genel seçimler sonucunda değişen hükümet, Acil Eylem Planı yayımlayarak ekonomi ile ilgili hedeflerini ortaya koymuştur

KRİZİN SONUÇLARI VE ETKİLERİ

Kriz en önemli sonuçlarından birisini, sermaye hareketlerinde göstermiştir. 1999’un 3. çeyreğinden krize kadar Türkiye’ye giren katlanmış net portföy yatırımı 8 milyar dolar civarında iken, Kasım ayında 5 milyar dolarlık sermaye çıkışı yaşanmıştır.Ancak doğrudan yatırımlar ve uzun vadeli sermaye hareketlerinde düşüş yaşanmamıştır

Krizden en çok etkilenen kesimin başında belki de bankalar gelmektedir. Bu konuda yapılan bir çalışmada, krizden, ticaret bankalarının verimlilik ve etkinliklerinin ciddi biçimde etkilendiği tespit edilmiştir. Verimliliğin azalma nedeni, etkin sınırı oluşturan bankalar dâhil sektörün tümünde görülen performans gerilemesidir. Aynı çalışmada, 2002 ve 2003 yıllarında ise ticari bankacılık sektörünün verimliliklerinin artarak kriz öncesi seviyeyi yakaladı ğı tespit edilmiştir. Bu olumsuzluklardan bankalar da ciddi şekilde etkilenmiş ve bankaların yükümlülüklerini yerine getirme durumları zorlaşmış ve sorunlu bankaların Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu’na devri söz konusu olmuştur. “Ancak bankaların yeniden yapılandırılması, zaten zor durumda olan ekonominin üzerine büyük bir yük daha eklemiştir. 2000 ve 2001 yıllarındaki krizlerde bankaların yeniden sermayelendirilmesinin ekonomiye maliyeti GSMH’nin yaklaşık %32’si seviyesindedir. Bu oranın diğer ülkelerle karşılaştırıldığında yüksek seviyelerde olduğu gözlemlenmektedir

Gerek mali sistemde ve gerekse reel sektördeki sıkıntılar, ekonominin göstergelerinde kendini göstermiştir. Kriz nedeni ile 2001 yılında Türkiye ekonomisi, %9,4 küçülme ile tarihinin en büyük küçülmesini yaşamıştır. Bu küçülmenin en önemli etkisi issizlik oranının %12’ye çıkması ile istihdam alanında kendini göstermiştir. Kullanılabilir gelir dolar bazında %28 düşerken reel ücretler 1997 yılına göre %70 azalmıştır.

Kriz etkisini talepte de göstermiş ve 2001 yılında dayanıklı tüketim harcamaları %30,4, hizmetler %9,3, yarı dayanıklı ve dayanıksız tüketim malları harcamaları %9 ve gıda harcamaları %3,6 oranında azalmıştır. Buna paralel olarak tüketici kredileri Aralık 2000 tarihinden itibaren Aralık 2001 tarihine kadar çok ciddi bir düşüşe geçmiştir. Özellikle taşıt kredilerindeki düşüş çok keskin olmuştur

Krizin tek olumlu etkisi ihracat üzerinde görülmüştür. 2000 yılında 27,8 milyar dolar olarak gerçekleşen ihracat rakamı, 2001 yılı sonu itibariyle 31,3 milyar dolar olarak gerçekleşmiştir. Bu artış %13’lük bir artışa karşılık gelmektedir.

Krizin sosyal açıdan da birçok olumsuz etkisi olmuştur. Bu anlamda krizle birlikte issizlik oranı artmış, buna paralel olarak da özellikle özel sektör reel ücretleri azalmış ücretli çalışanlar iş değiştirmek, zorunlu olarak izne ayrılmak durumlarında kalmışlardır. Bunun yanında insanlar birikimlerini nakde çevirmiş, varlıklarını satmış ve eğitim-sağlık gibi harcamalardan tasarrufa gitmişlerdi.

GTB UZM.YAR Yazılı Soruları Kamu Yönetimi

Kamu Yönetiminden gelen sorular şöyleydi:
Fayol,
H.Simon,
Montesquieu,
Sistem Yaklaşımı,
İller nasıl kurulur,
İl,ilçe isimleri-sınırları nasıl değiştirilir,
Divan-ı Hümayun üyeleri,
Brundlandt Raporu,
Tr.Deki ilk çevre kuruluşu,
İlk çevre kkonferansı,
Sürdürülebilir Kalkınma ilk kez nerde dile getirildi,
Yönetişimin Öğeleri,
Belediye Meclis Kararları nasıl alınır,
Gensoru-Meclis Araştırması,
1. Kalkınma Planı Tarihi,
1950 seçimlrine katılmayan parti

Kooperatif: Tüzel kişiliği haiz olmak üzere ortaklarının belirli ekonomik menfaatlerini ve özellikle meslek veya geçimlerine ait  ihtiyaçlarını işgücü ve parasal katkılarıyla karşılıklı yardım, day  a  nışma  ve kefalet suretiyle sağlayıp korumak amacıyla  gerçek ve tüzel kişiler tarafından kurulan değişir ortaklı ve değişir sermayeli ortaklıklara koop  e  ratif denir.

En az 7 ortak tarafından imzlanan sözleşmeyle kuurlur..

Ticaret bakanlığına verilir sözleşme,; bakanlığın izin vermesi halinde kurulduğu yerdeki ticaret siciline tescil ve ilan olunur.

Ana sözleşmeye bazı hükümlerin koyulması zorunludur: 

1. Kooperatifin adı ve merkezi,

2. Kooperatifin amacı ve çalışma konuları,

3. Ortaklık sıfatını kaza

ndıran ve kaybettiren hal ve şartlar,

4. Ortakların pay tutarı ve kooperatif sermayesinin ödenme şekli, nakdi sermayenin en az 1/4 nün peşin ödenmesi,

5. Ortakların ayni sermaye koyup koymıyacakları,

6. Kooperatifleri

n yükümlerinden dolayı ortakların sorumluluk durumu ve derecesi,

7. Kooperatifin yönetici ve denetleyici organlarının görev ve yetki ve sorumlulukları ve seçim tarzları,

8. Kooperatifin temsiline ait hükümler,

9. Yıll

ık gelir gider farklarının, hesaplama ve kullanma şekilleri,

10.Kurucuların adı, soyadı iş ve konut adresleri,

Ortak Olma Şartları: 

Kooperatif ortaklığına girmek için gerçek kişilerin medeni hakları kullanma yeterliliğine sahip olmaları gerekir.

Ortak olmak isteyen gerçek ve tüzelkişiler, kooperatif anasözleşmesi hükümlerini bütün hak ve ödevleriyle birlikte kabul ettiklerini belirten bir yazı ile kooperatif yönetim kuruluna başvururlar. Kooperatif, ortaklarına kendi varlığı dışında şahsi bir sorumluluk veya ek ödemeler yüklüyor ise ortak olmak isteği, bu yükümlerin yazılı olarak kabul edilmesi halinde değer taşır

Ortaklıktan Çıkma: 

Her ortağın kooperatiften çıkma hakkı vardır. Çıkma keyfiyetinin kooperatifin mevcudiyetini tehlikeye düşürmesi halinde ayrılmak istiyen ortağın, muhik bir tazminat ödenmesine dahi hüküm anasözleşmeye konulabilir

Kooperatifin Sorumluluğu: sadece mal varlığı ile sorumludur.

Genel Kurul: Genel Kurul bütün ortakları temsil eden en yetkili organdır.

Yönetim Kurulu: Yönetim Kurulu, kanun ve anasözleşme hükümleri içinde kooperatifin faaliyetini yöneten ve onu temsil eden icra organıdır.

Dağılma sebepleri:

1. Anasözleşme gereğince,

2. Genel Kurul kararı ile,

3. İflasın açılmasıyla,

4. Kanunlarda öngörülen diğer hallerde, ilgili bakanlığın mahkemeden alacağı karar üzerine,

5. Diğer bir kooperatifle birleşmesi veya devralınması suretiyle,

6. Üç yıl olağan genel kurulunu yapmaması

halinde,

7. Amacına ulaşma imkanının bulunmadığının ilgili Bakanlıkça tespiti halinde mahkemeden alacağı kararla

Burdan: https://yadi.sk/d/KcTDNGIqCKf8y

~Kaynak: http://www.geliruzmanligi.com/2013/11/isletme-iktisadi-notu-indir-gelir-uzmanligi.html

İl Göç 4 pasaportlar

10659249_10204042266471196_7655657226340256016_n

mhu-maliye mhuy-hukuk-delirmye5kala mhuy-iktisat-delirmeye5kala mhuy-muhasebe-delirmeye5kala