Eser Adı : XX. Yüzyılda Tarih Yazımı
Yazar : George G. Iggers
Entelektüel tarih ve Avrupa tarihyazımı alanlarında bir otorite olarak kabul edilen Iggers, Almanca versiyonu 1993 yılında yayınlanan kitabını “Rasyonalite ve Tarih” üzerine bir panelde sunduğu tarihsel araştırmalara yönelik pot-modernist meydan okuma sorununu ele alan bir bildiriye dayandırmıştır. Kapsamı açısından uluslararası tarihsel düşüncenin mukayeseli bir incelemesi olmakla birlikte, niteliği seçici ve Yazar’ın kişisel entelektüel birikimi ile sınırlı özelliktedir.
Temelde tarihçilerin düşünüş ve uygulamalarında kendini göstermekte olan köklü değişiklikler içinde seçilmiş bir diziyi ele alan kitap, tarihin, 19.yüzyılda bir disiplin olarak ortaya çıkışından bu yanan tarihsel araştırma ve yazmanın dayandığı temel varsayımların, son yirmi yıldan beri gittikçe sorgulanmakta olduğunu, bu varsayımların birçoğunun Batı tarihyazımı geleneğinin klasik Antikçağ’daki başlangıcına dek uzandığının altını çizerken, 19. yüzyılda yeni olan şeyin, tarih araştırmalarının profesyonelleşmesi ile bu araştırmaların üniversitelerde ve araştırma merkezlerinde yoğunlaşması olduğunu ifade etmektedir. Profesyonelleşme sürecinin merkezinde ise tarihin bilimsel konumuna ilişkin sağlam bir inanç bulunmaktadır.
Eserini on iki bölüm halinde okurlarına sunan yazar, kitabında, profesyonel bir disiplin olarak tarihin doğuşu, bir araştırmacılık modeli olarak klasik historisizm ve bunalımı, Almanya’da ekonomik ve toplumsal tarih ile tarihsel sosyolojinin başlangıcı, Amerikan toplumsal gelenekleri, sosyal bilimlerin meydan okuyuşu, Annales Ekolü, eleştiri kuramı ve toplumsal tarih, tarihsel materyalizmden eleştirel antropolojiye Marksist tarih bilimi, Lawrence Stone ve “Anlatının Dirilişi”, makro tarihe mikro tarihe gündelik yaşam tarihi, dilbilimsel yöneliş bağlamında bilimsel bir disiplin olarak tarihin sonu meselelerini ele almış ve çalışmasını 1990’lı yıllara dair geliştirdiği bakış açısı ile nihayete erdirmiştir. Kitabını üç bölüm halinde hazırlayan Yazar, tarihin bilimsel bir disiplin olarak kurulmasını, sosyal bilimlerin geleneksel bilim insanlığına meydan okumasını ve son olarak da post-modernist düşünce tarafından sosyal-bilim yaklaşımlarının eleştirisini ve bunun tarihçinin çalışması üzerindeki etkisini ele almıştır.
Iggers’a göre 19. yüzyıl tarihyazımı, klasik Yunan Antikçağı’nın büyük tarihçilerine dek uzanan bir gelenek üzerinde yükselmektedir. Bu disiplin mit ile gerçek arasındaki ayrımı Thukydides ile paylaşırken bilimselliğine ve tarih yazmanın retorik dışı karakterine rağmen tarihin daima bir anlatı biçiminde yazılması gerektiğini kabul etmesi bakımından klasik tarihyazma geleneğini sürdürmektedir. Bu, doğal olarak tarihsel anlatının görgül olarak geçerliliği kanıtlanmış olgu veya olaylardan yola çıkarken, bunları tutarlı bir anlatıya dönüştürmek üzere zorunlu olarak hayali adımlar atılması gerektiğini gerektirmektedir. Bu sebeple kurgusal bir unsurun bütün tarihsel söyleme girmesi kaçınılmazdır.
Buradan hareketle Yazar, 19.yüzyılın bilimsel tarihi ile daha önceki edebi gelenekler arasındaki kopuşun zannedildiği gibi büyük olmadığını ve bilimsel tarihsel söylemin edebi hayal gücünü içerdiği gibi daha eski edebi geleneğinde gerçeği sahih bir geçmişin yeniden kurulmasında aradığını ifade etmektedir.
2
20. yüzyılında tarih düşüncesinde ise çok farklı iki yönelim mevcut bulunduğunu belirten
Yazar, ilk yönelimin 19.yüzyıl profesyonel tarihyazımının anlatıya dayalı, olay yönelimli
niteliğinin 20.yüzyılda sosyal-bilimli tarihsel araştırma ve yazma biçimlerine doğru
dönüşümüyle kendini gösterdiğini belirtirken, bu yönelimle geleneksel tarihyazımının ana
varsayımlarına meydan okunduğunu dile getirmektedir. Bu minvalde nicel sosyolojik ve
ekonomik yaklaşımlardan ve Anneles Ekolü’nün yapısalcılığından Marksist sınıf
çözümlemesine değin uzanan çeşitli sosyal bilim yönelimli tarih türleri metodolojik ve
ideolojik yelpazede yerlerini almışlardır.
Geleneksel tarihyazımı soyut genellemelere indirgenmeye karşı koyan bireylerin aracılığına
ve kasıtlılık unsurlarına odaklanmış iken, tarihin, sosyal-bilim yönelimli yeni biçimleri
toplumsal yapıların ve toplumsal değişim süreçlerinin altını çizmektedir. Geleneksel
tarihyazımı ile bilimsel/sosyal-yönelimli tarih yazımı arasındaki ikinci bir nokta ise, her ikisi
de ortak bir şekilde, tek çizgili bir zaman kavramı ile çalışırken, tarihte bir süreklilik ve yön
olduğunu, bir tarihler çokluğunun tersine tek bir tarih bulunduğunun altını çizmektedir.
Sosyal-bilim tarihçileri, modern çağ tarihinin belirgin bir yönde hareket ettiği inancı içinde
bulunmaktadırlar.
Geleneksel tarihyazımı ile bilimsel/sosyal-yönelimli tarihyazımı arasında belirli ortak
nitelikler olmakla birlikte kimi noktalarda da birbirinden ayrılmaktadır. Sosyal-yönelimli
tarihyazımı, geleneksel tarihyazımından farklı olarak, dar bir biçimde, bireyler, “büyük
adamlar” ve olaylar üzerine eğilmesi ve bunların içinde yer aldığı daha geniş bir bağlamı göz
ardı etmek yerine, tarihin demokratikleştirilmesi, nüfusun daha geniş kesimlerini içermesi ve
tarihsel perspektifin siyasetten topluma doğru genişletilmesi üzerine çalışmıştır. Sosyalyönelimli
tarihyazımı, tarihin genellemelerle değil özgüllüklerle ilgilenirken, “açıklamak”
yerine “anlama”yı amaç edinmektedir. Bu bağlamda sosyal-yönelimli tarihyazımı, bütün
bilimlerin nedensel açıklamaları içermesi gerektiğini öne sürmektedir.
Ranke tarafından başlatılan profesyonel tarihyazımı paradigması, evrensel düzeyde tarihsel
araştırma standardı olarak kabul edildiği dönemde çoktan çağın toplumsal ve siyasal
gerçeklikleri uyumsuz hale gelmişti. 19. yüzyıla gelindiğinde bu paradigmanın varsaydığı
toplumsal ve siyasal koşullar köklü bir biçimde dönüşüme uğramaya başladı. Sosyal-bilim
yönelimli tarihçiler ise modern dünyayı Ranke ekolünden çok daha dinamik bir biçimde
kavrıyorlardı. Sürekli ekonomik büyümeyi ve toplumun düzenine bilimsel akılcılık
uygulamasını, modern varoluşu tanımlayan pozitif değerler olarak görüyorlardı.
Iggers’a göre tarih yazmanın kapsamı, son otuz yılda oldukça genişlemeye başlamıştır. Yeni
dönemlerde yazılan tarihler siyasal ve toplumsal seçkinler üzerinde yoğunlaşan geleneksel
tarihyazımına meydan okumaktadır ve nüfusun çok uzun zamandır ihmal edilmiş kesimlerini
de tarih dâhil etme eğilimindedir. Bu yeni tarihler yalnızca kadınları kapsamakla kalmayıp,
aynı zamanda feminist bir bakışı da gündeme getiren “aşağıdan yukarıya bir tarih”i de
sunmaktadır. Tarihin merkezine kişisellikten uzak büyük yapıları yerleştiren eski sosyal bilim
yaklaşımlarına ters bir biçimde sosyal-bilim yönelimli tarih, siyaset araştırmalarını toplum
araştırmaları ile nasıl ikame ettiyse yeni tarih de gündelik yaşamın ve gündelik deneyimin
koşulları olarak kültür araştırmalarına yönelmiştir.
Son otuz, kırk yıldan beri ise gittikçe sayısı artan tarihçi, tarihin bilimden ziyade edebiyata
yakın olduğu kanısına varmıştır. Bu düşünce ise, modern tarihsel bilimselliğin dayandığı
varsayımlara meydan okumaktadır. Yazar’a göre, tarihin hiçbir nesnesi olmaması yüzünden
tarihsel araştırmalarda nesnelliğin olanaksız olduğu düşüncesi gittikçe geçerlilik kazanmaya
3
başlamıştır. Buna uygun olarak tarihçi, daima düşündüğü dünyanın mahkûmu olmuştur. Dolaysıyla düşünceleri ve algılamaları, kullandığı dilin kategorileri tarafından koşullanmaktadır. Bu bağlamda dil ise, gerçekliği biçimlendirirken, ona gönderme yapmamaktadır.
Bilimsel nesnellikten post-modernizme geçişi mevzu bahis ettiği çalışmasında Iggers, post-modernist meydan okumanın, tarih düşüncesi ve yazımı üzerinde önemli bir etkisi olmakla birlikte, bu etki eski kavramlar ve uygulamalarla olan süreklilikleri tahrip etmeksizin gerçekleşmiş olduğunu vurgulamaktadır. Post-modernizm, sınai büyümesini, yükselen ekonomik beklentileri ve geleneksel orta-sınıf kurallarına ilişkin eski kesin kabullerin sarsıldığı dönüşüm halindeki bir toplumu ve bir kültürü yansıtan bir süreçtir. Bu, son yirmi yılın tarihyazımına da yansımış bulunmaktadır. Post-modernizme göre tarihin konusu, toplumsal yapılardan ve süreçlerden, genel anlamda gündelik yaşam kültürüne doğru kaymıştır. Üstün ve güçlü olan bireylere değil de sıradan insanlara yepyeni bir dikkat yöneltildikçe, tarih yeniden bir insani çehreye bürünmektedir. Artık araştırmaların odağı, makro ölçekten mikro ölçeklere inmektedir.
Yazar kitabında ele aldığı konu, son yirmi yılın tarihyazımının incelenmesinden ziyade, tarihçilerin, bir yandan bilimin sahip olduğu yetkeye olan inançlarında çok daha ihtiyatlı duruma gelirken, diğer yandan da gerçek olan ve hayal edilmemiş bir geçmiş üstünden çalıştıkları kanısını koruduklarını düşündürmektedir. Her ne kadar bu gerçek geçmişe sadece tarihçinin zihni aracılığıyla ulaşılabilse de, bu çaba, bir araştırma mantığının sonucu olan yöntemleri ve yaklaşımları akla getirmektedir. Bu noktada post-modern düşünce, profesyonel bilim insanının yetkesini gittikçe artan ölçülerde sorgulamaya girişirken, tarihsel çalışmanın profesyonelleşmenin gittikçe yoğunlaşan baskısını hissediyor olması çok şaşırtıcı görünmektedir.
Yazar, kitabında tarihsel araştırmaların 19.yüzyılda profesyonelleşmesini konu edinmiştir. Tarihyazımı ise bu tarihten daha öncelere götürülebilmektedir. Yazar’a göre bütün kültürlerden insanoğlu, geçmişi ile ilgilenmiştir. Bunu yaparken kullanılan yöntemler birbirinden farklılık arz etmiştir. Fakat yazılı tarih hem Batı dünyasında (İslam dünyası dâhil) hem de doğu dünyasında oldukça önemli bir rol oynamıştır. Ama yazılı olmayan tarih unsurları da (anıtlar, simgeler, halk gelenekleri) göz ardı edilmemiştir. Tarihe, efsaneden ayırt edilmeye ve geçmişteki olayların gerçekçi bir betimlemesi yapılsa bile, doğa bilimlerine benzer bir bilim statüsü verme iddiası ortaya çıkmamıştır. Bu ancak 19.yüzyıla kadar devam etmiş, 19. yüzyılda tarih kendisini, profesyonel olarak eğitilmiş tarihçiler tarafından icra edilen bir “bilim” olarak gören profesyonelleşmiş bir disipline dönüşmüştür.
Kitapta, modern tarih disiplinine göndermelerde bulunulmuştur. Bu anlamda Iggers’a göre modern tarih biliminin doğuşu, tarihin üniversitelerde öğretilen ve yapılan profesyonel bir disiplin olarak kurumsallaşmasıyla örtüşmektedir. Tarihyazımının yalnızca tarih disiplininin içsel etkenlerini göz önünde bulunduran bir tarihini yazmanın olanaksızlığına değinen Iggers, tarihyazımı tarihini, bilimsel araştırmanın yapıldığı toplumsal ve entelektüel ortamdan ve kurumlardan koparmanın imkânsızlığına vurgu yapmaktadır.

~Kaynak: http://www.yusufsayin.com.tr/