1
Enikonu: Thoroughly, altogether, tamamen, comprehensively, deeply, with great detail
Signora: Bayan, hanım (evli), title of respect for a married woman that is either prefixed to her name or used alone (Italian)
Dermeyan etmek: Anlatmak, söylemek, iddia ve defi’de bulunmak. Beyân. İleri sürm
Patriarkal: Ataerkil, patriarkal, pedersahi. 2. yasli ve saygideger (adam). 3. patrige ait, hürmete layık , patriğe ait., patriarchal
Dekedans: Çökmüş, batmış,
İstim: Buhar salıvermek; buğulamak: buharda pişirmek; buğusu çıkmak, dumanı çıkmak, buram buram tütmek, islim halinde çıkmak; vapurla yolculuk yapmak. steam up buğulamak; güçlendirmek; coşturmak.
Atraksiyon: Cazibe, çekici oluş, alımlılık; buyüleyici şey; eglence programı, atraksiyon; (fiz.) çekim.
Takbih: Çirkin görmek. Beğenmemek. * Kabahatli bulmak. * Kötü gördüğünü bildiren söz söylemek.
Mütenakıs: Noksanlaşan, azalan, miktarı azalmış olan.
Bi-gane: Kayıtsız. Alâkasız. * Aldırışsız. Yabancı. Dünya ile alâkayı kesmiş olan
Akamet: Neticesizlik. Kısırlık, sonu alınmama.
Hipotetik: Varsayımsal (Fr), hypothétique
Diskursive: Söylevsel, nutuksal
İştikak: Türemek. Bir kökten ayrılan kelimelerin asılları ve birbirleri ile olan münâsebetleri, meydana gelişleri. * Çatallaşmak. Yarılmış bir şeyin bir şıkkını almak. * Edb: Aynı kökten türemiş olan birkaç kelimeyi bir araya getirme sanatı. Misaller:(Edipler edepli olmalı, hem de edeb-i İslâmiye ile müteeddib olmalı. İk.M.)(Zulmü alkışlayamam, zâlimi asla sevemem. Mehmed Akif)
Raiye: (C.: Raâyâ) Saklı, mahfuz.
Feraset: (Bak: Firâset) Anlayışlılık, çabuk seziş. (Aslı firâsettir)
Acem: İranlı. Yabancı. * Arapça konuşmayanlar. Arab olmayanlar. * Çekirdek.
Tevfik: Uygun düşürme. * Uydurma. Muvafık kılma. * Cenab-ı Hakkın kuluna yardım etmesi.
Ego: Ruh ve bedenden ibaret insan; (fels.) hisseden, düşünen ve iradesini kullanan kimse; (psik.) ben, ego; (k.dili.) kendini beğenmişlik.”
Deskıriptiv: Tanımlayıcı, tanıtımsal, tavsif edici, resmedici. descriptive geometry tasarı geometri.
Akim kalmak: Kısır kalmak, akamet
Pişişe: insan ruhu, tin; can; akıl., psyche,
Teyakkuz: Uyanık olma. * Uykudan kalkma. * Göz açıklığı.
Raic,Rayiç: Revaçta olan, sürümü olan. Rağbet bulan. econ. 1. market value, current value. 2. salable, marketable, in demand. 3. current, general, in common use. –– fiyat market price, current price.
Defo: Yarık, çatlak, çatlaklık, rahne; sakat, kusur, defo; ayıp; (f.) çatlatmak, sakatlamak; sakat olmak, defolu olmak; çatlamak. flawless (s.) kusursuz. flawy (s.) kusurlu. flawlessness (i.) kusursuzluk.”
Müştemilât: Kavrayan, saran, içine alan. Büsbütün örten.
Müzekkir/e: Andıran, hatıra getiren, yâd ettiren, zikrettiren, hatırda tutturan. * Zikreden, ibâdet eden. * Resul-i Ekrem (A.S.M.) mü’minleri ve bütün beşeriyeti tehlikeli şeylerden halâs edip iki cihan saadetine nâil olma yolunu tâlim ettiğinden, Kur’an-ı Kerim’de müzekkir diye isimlendirilm
Ma’lûl: İlletli, hasta, sakat, kötürüm. * Harpte bir uzvunu kaybetmiş gazi.
Riyaziyat: Matematik ilmi, hesap-hendese ilmi. Aritmetik-geometri.
Rekolte: Harvest, f.) hasat; hasat mevsimi, ekinleri biçme zamanı; ürün, mahsul, rekolte; semere, sonuç, netice; (f.) biçmek, hasat etmek, mahsul devşirmek. harvest
2
home harman sonu; harman sonunda verilen ziyafet. har vest moon sonbahar başındaki dolunay. harvest mouse tarla faresi. harvest tick hasat zamanında türeyen bir çeşit sakırga. “kırkmak, kırpmak, kesmek, kesip kısaltmak. crop up birden meydana çıkmak, açığa vurmak.
Matah: Goods, (çoğ.) eşya, (mal.); kumaş; gayri menkul eşya; (A.B.D.), (argo) gerekli vasıflar. goods train (ing.) marşandiz, yük katarı. deliver the goods (A.B.D.), (k.dili.) beklenilen bir şeyi muvaffakıyetle yapmak. get the goods on (argo) suç delillerini elde etmek, elinde suç delilleri olmak . menkuller, tasinirlar; menkuller ve gayrimenkuller. 2. mallar, esya. 3. kumas. 4. Ing. yük, kargo
Nüks: Hastalığın geri dönmesi, depreşmesi
Sibernetik: Sibernetik, kibernetik, ayarlama-yönleme bilgisi, science of communication and automatic control systems in relation to both machines and living things, kibernetik
Tahiyyat: Selâmlar. Duâlar. Manevî hayat hediyeleri. Tezahürat-ı hayatiye. * Mâlikiyet, beka ve mülk. (Bak: Et-tahiyyatü)
Mendup: Tavsiye edilen
Mekruh: Kötü görülen (sünnetle amel etme)
Velut: Çok eser vermiş yazar, şair
Emtia: (Meta’. C.) Ticaret malları, ticari eşya, satış eşyası, emtia, mal; (f.) alışveriş etmek, ticaret yapmak (merchandise) stock, goods, , Elde mevcut eşya, malzeme veya teçhizat.
Örüntü: Örnek, numune, model, misal; kalıpla basılarak çıkarılan veya kalıp şeklinde olan model; şekillerin düzeni; şablon; (A.B.D.) bir elbiselik kumaş; kurşun saçmasının hedef üzerinde bıraktığı izler; (f.) bir örneği kopya etmek, modeline göre yapmak; şekillerle süslemek. ”
Edilgin: Pasif, eylemsiz, faaliyeti olmayan, dış etkiler karşısında hareketsiz kalan; (gram.) edilgen, meful, meçhul; (ikt.) faizsiz; dayanıklı, uysal; (tıb.) atıl; (i.), (gram.) edilgen fiil. passive commerce (tic.) ihraç mallarını yabancı gemilerle nakletmek suretiyle yapılan ticaret. passive obedience inanç veya prensiplere aykırı olsa da tam itaat. passive resistance pasif mukavemet, eylemsiz direniş. passively (z.) pasif olarak. passiveness (i.) pasif oluş passiv’ity (i.) dış etkiler karşısında hareketsizlik; boyun eğme; dirençsizlik.
Atıl: Hareketsiz. 2. kim. etkisiz. 3. tic. durgun işsiz, aylak, aslı esası olmayan; işlemeyen; boş; (f.) boş gezmek; vaktini boşa harcamak, oyalanmak, boş şeylerle meşgul olmak; (motor) boşta çalışmak idle mo ments boş zamanlar idle pulley, idling pulley avara kasnagı idle away time zaman öIdürmek. idleness (i.) işsizlik, tembellik. idler (i.) boş gezen kimse; boşa dönen kasnak idly (z.) tembelce, aylakça; (motor) boşta, süreduran, hareketsiz; ağır; tembel; (kim.) tesirsiz. inertly (z.) süredurum halinde. inertness (i.) süredurum
Stereotip: Sayfa halinde baskı klişesi, stereotip; stereotipi; basma kalıp söz; (f.) stereotip klişesi yapmak; saptamak, tespit etmek, sabit bir şekilde vermek. stereotypy (i.) stereotipi. ”
Özgül: Spesifik
Eşraf: İlerî gelenler, şerefliler
Amorf: Amorphous, Sekişsiz, özelliği olmayan. amorphism (i.) Şekilsizlik
Fedan: (C: Fedâdin) Bir çift öküz. * Bir günde bir çift öküzle sürülebilen arazi. * Daha çok mısırda yer ölçülerinde kullanılan bir kelime
Tandans: meyil, istidat, eğilim, şev; (psik.) yönseme. ”
Kült: Tapını, cult (a system of religious worship). 2. cult, religion. 3. cult (the rites, ceremonies, and practices of a religion).
Vitray: Renkli cam, stained glass
Müstehzi: İstihza eden. Biriyle eğlenen. Herkesle eğlenmek isteyen.
İnfial: Gücenme. Darılma. * Can sıkılma. Teessür. * Hareketlenme. Harici bir sebeb ve te’sirle hâsıl olan hâl, te’sir ve hareket. * Harici te’sire kabil olmak. * Ruhun kabul ettiği tahavvülât. (Bir eser, müessirine nisbetle fiildir. Zuhur ettiği yere nisbetle infialdir.)
3
Tevessül: Allah’ın dergâhına yaklaştıracak amel işlemek. * Sarılmak. * Baş vurmak. * İnanmak. * Sebeb tutmak. * Hırsızlık.
İntihal: Çalma. Başkasının malını kendisinin gibi iddia etme. * Edb: Başkasının yazısını kendisinin gibi göstermek. Onu benimsemek. Böyle şiire, sirkatî şiir de denir.
Şattülarab: Irak-İran sınırı
Semptom: Alâmet, emare; (tıb.) belirti, araz. ”
Makes: Bulmak
Prototip: Asıl nüsha, esas model, ilk örnek, prototip, ori- jinal. prototypal (s.) ilk örnekle ilgili.
Tavsif Etmek: Vasıflarını söylemek. Bir şeyin iç yüzünü, ne ve nasıl bir şey olduğunu anlatmak. Vasıflandırmak. * Bilgi, ilim.
Palyatif: hafifletici; özür kabilinden; (i.) hafifletici şey, palliative. 2. (a) palliative.
İhdas Etmek: Yeniden bir şey yapmak. Ortaya koymak. Meydana koymak. (Bak: İbda’, Hudus)
Sarahat: Sarih olmak, zâhir olmak. Açıklık. * Kaymağı alınmış süt.
Mümbit: Verimli, mümbit, bereketli; (biyol.) üreyebilen; doğurgan. fertil’ity (i.) verimlilik, mümbitlik, bereket; üreyebilme; doğurganlık.”
Beyhude: f. Boşuna. Boş yere. Faydasız.
Muadil: “Equivalent, alike, similar ”
Bâc: f. Vergi. * Kudretli hükümdarın zayıf olan hükümdardan aldığı vergi. * Eskiden halktan alınan öşür veya haraç ve gümrük vergisi. * Renk. * Çeşit.
Muhasara: Etraftan çevirmek. Kuşatmak. Düşmanı etraftan sarmak. Abluka etmek.
Akamet: Neticesizlik. Kısırlık, sonu alınmama.
İstihsan: Beğenmek, güzel bulmak. Bir şeyin iyi olduğu kanaatında bulunmak. Beğenilmek. * Fık: Kıyası terkedip, nassa, yani, âyet ve hadis-i şeriflerin hükümlerine en uygun olanı almak. Şeriatta; zorlaştırmayan hükümle, râcih delil ile amel etmektir.(İşte masnuâtı yaldızlayan mezâyâ ve mehasine ve mevcudatı ışıklandıran letaif ve kemâlâta karşı Sübhânallah, Mâşâallah, Allahü Ekber diyerek semâvâtı çınlattıran ve Kur’an’ın nağamâtiyle kâinatı velveleye verdiren istihsan ve takdir ile, tefekkür ve teşhir ile, zikir ve tevhid ile, berr ve bahri cezbeye getiren, yine bilmüşâhede O Zâttır. S.)
Fütur: Yeis. Ümidsizlik. Usanç. * Zaaf. * Keder, gam. * Gevşeklik.
İ’lam: Bildirmek. Belli etmek. Anlatmak. * Mahkeme hükmünü bildiren resmi karar yazısı.
İlam: Elem vermek. Rencide etmek. * Düğün yemeği.
İrtikab: Bekleme, gözleme. * Ümit etme, umma.
İhtilas: (C.: İhtilasât) Çalma, sirkat, hırsızlık. * Usulca ve elçabukluğu ile aşırma. * Bir çeşit ok atma tavrı.
Teberrük: Bir şeyi bereket veya saadet vesilesi sayarak almak veya vermek. Uğur ve bereket saymak. * Hayr-ı İlâhiye hissedâr olmak.
Münhasır: (Hasr. dan) Belli bir sınır içinde olup harice tecavüz etmeyen, inhisar eden, her yanı çevrili. * Yalnız bir kimseye veya bir şeye mahsus ola
Miyar: Belirteç, ayıraç, standard (for weights or measures). 2. standard (of coinage). 3. chem. Reagent, substance used to detect or measure another substance or to convert one substance into another by chemical reaction (Chemistry)
Anomal: Anomalous, kural dışı, kaidelere uymayan, istisna teşkil eden; tabiR olmayan , anormal.” 1. alisilmisin disinda, beklenene ters düsen, tuhaf, uygunsuz; çeliskili. 2. kuraldisi
Lineer-Linear: Çizgilerden ibaret, çizgiye ait, çizgisel; aynı istikameti haiz; (mat.) yalnız bir derecelik niceliklere ait, doğrusal; (bot.) pek ince ve uzun (yaprak) linear equation (mat.) doğrusal denklem. linear
4
measure uzunluk öIçüsü, boy ölçüsü. linear perspective resimde görünen şeylerin uzaklıkları oranında küçülmeleri. ”
Moment: An, lahza; ehemmiyet, nüfuz, kuvvet; (fiz.) moment, hareket hâsıl etme kabiliyeti; cevher, unsur. moment of truth karar anı, kritik an; boğa güreşinde boğanın öldürüldüğü an. ”
İde-İdea: Fikir, düşünce, mütalaa; ta savvur; inanç; tahmin, sanı; (k.dili) ana konu; (fels.) idea fixed idea saplantı. (I.) have no idea. Hiç bir fikrim yok .The idea is that… Mesele şudur ki Maksat şundan ibarettir:… The very idea! Ne kadar tuhaf ! ”
Determinasyon-Determination: Azim, sebat, metanet, inat, kararlı oluş; hüküm, tespit, tayin; niyet, kasıt; sınırlama, tahdit, azim, kararlilik. 2. belirleme, tayin; tespit, saptama, KARAR, HÜKÜM,BELİRLEME,SAPTAMA.
Espri: Wit, clever remark, joke, anlayış, zekâ; duygu; nükte, zarif söz; nükteci kimse
Abid: İbadet eden. Zâhid. Çok ibadet eden. * Köle.
Natık: Konuşan. Söz eden, söyleyen, beyan eden. İdrak eden. Bildiren. Fikir ederek düşünen. * Altın ve gümüş gibi olan mal
Aymaz: Farkında olmayan, habersiz; önemsemeyen, unaware, heedless
Terennüm: Güzel güzel anlatma. * Yavaş ve güzel sesle şarkı söyleme. * Ötmek. Musikîleşmek.
İhtida: Hidayete ermek. Delâlet ve irşadı kabul edip doğru yola girmek. Allah’a ve Resül-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm Efendimize iman etmek. * Başkasına tekaddüm etmek
Mühtedi: Hidayete ermiş olan. İslâmiyete girmiş olan. Doğru yolu seçen. Hak dinine girmiş olan.
Nükte: İnce mânalı söz, idraki ve anlaşılması nezâket ve zarifliğe dayanan nazik husus. İbarenin asıl mânasından başka olan nazik ve lâtif mânâ, dikkatle anlaşılabilen ince mânâ. * Yere ağaçla vurup eser bırakmak.
İrca: Sonraya bırakmak. * Kuyuya kenar yapmak.
Mitralyöz: Mitralyöz, makinalı tüfek. mitrailleur (i.) makinalı tüfek kullanan asker, mitralyözcü.
Rüchan: Üstünlük, yükseklik, üstün olma. Fazilet, haslet veya her hangi bir şey cihetiyle diğerinden üstün olmak.
Acenta: (Acenta) ing. Bir vapur şirketinin her iskeledeki memuru. * Bir şirket veya idarenin diğer memleketteki vekili. * Memur veya vekilin memuriyeti ve idarehanesi
İmlemek: İşaret etmek, göstermek, imlemek, dolaylı olarak belirtmek; (tıb.) hastadaki belirtileriyle, hastalığın cinsini veya ilâcını göstermek; kısaca tanımlamak. indicated horse power bir makinanın belirtilmiş olan beygirgücü
Yanılsama: Illusion, hayal, kuruntu, hülya, aldanma; hile, yalan; yanlış görüş, hata; çok ince ipekli kumaş. optical illusion gözü aldatan görüntü. ”
Alagorik: Kinayeli,mecazi
İntelligentsia: Aydınlar, münevverler sınıfı
Tekaüt: İşten çekilme, tekaütlük, emeklilik; inziva yeri, inzivaretirement from work. 2. retirement, being retired. 3. colloq. retired (person). 4. colloq. retired person. –– etmek /ý/ to retire (someone). –– maaþý retirement pay, pension. –– olmak to retire.
Vehim: Önceden hissetme, kötü bir seyin meydana gelecegini önceden hissetme, önsezi, fearing, foreboding, groundless fear
Krizalit: Böceğin kelebek olmadan evvel koza içinde veya dışmdaki hali
Mürettip: Besteci, bestekâr, kompozitör
Kakophoni: ahenksiz ses, kulağa hoş gelmeyen ses;(müz.) akortsuzluğun sık sık olması
Layiha: Formally written petition, proposal, or memorandum, explanatory document, project; bill, argument, argument; claim, suit, pleading Menfur: Nefred edilen
5
Tröst: Güven,.güven,v.güven:n. Cangıl: Çok sık ağaçlı ve yüksek otlu vahşi orman, çengel; çok sık ve karışık yeşillik. jungle cat bir yaban kedisi, (zool.) Felis chaus. jungle fever batı Hindistan ormanlarına özgü çok şiddetli sıtma. jungle fowl Hint kuşu, yaban tavuğu
Necat : Kurtuluş, selâmet. * Hırs ve hased. * Yüksek mekân. * Ağaç budağı. * Mantar.,
Buhur: Tütsü. (Bak: Bahur)
Bayındır: Mamur, şenlikli. * Bir Oğuz oymağının ve Akkoyunlu hanedânının ismi.
Mürai: İki yüzlü kimse, dalkavuk, riyakâr, münafık.
Meşk: Yazı örneği. Öğretici yazı. * Bir şeyi uzatmak. * Uzun uzun yazmak. * Bilmeyene bir şeyi öğretmek. * Sür’at, hız.
Bağnaz: fanatik, mutaassıp, bağnaz
İstim: Buharla işleyen makinaların kazanında birikip makinayı işleten buğu, buhar.
Çetrefil: Complicated (situation). 2. abstruse, difficult to understand. 3. incorrect, ungrammatical (language).
Sıdkı sıyrılmak: to lose faith in (someone)
Duba: Tombaz,geçici bir askeri köprünün yüzücü ayaklarından biri veya, bir çok şeyleri su üstünde karşıya geçirmek için bir sal olarak kullanılan hafif kayık veya yüzücü araç. Buna bazen “pontoon” da denir.
Sirküler: İçinde, daha çok genel, fakat geçici mahiyette, bilgiler bulunan resmi yayın. daireye ait, daire şeklinde, yuvarlak; bir daire içinde hareket eden; dolaylı, dolambaçlı; belirli bir muhit ile ilgili; (i.) sirküler tamim genelge. circuIarly (z.) dairevi olarak. circular measure daire olçüsü. circular saw daire testere.”
Klik: (f.) grup, komite, hizip; klik, (f.) komite teşkil etmek, grup meydana getirmek. ayrı tutmak. eli’quish (s.) grubu dışındakilere yüz vermeyen, ayrıcalık gözeten. eliquishly (z.) belirli bir grubun dışındakilere yüz vermeyerek. eliquishness (i.) klik meydana getirme, ayrıcalık gösterme.”
Seyyal: Akıcı şey, su gibi sıvı olup akan. Çokça akan su. * Yer değiştiren her şey.
Merhale: (Rihlet. den) Menzil. Konak. * İki konak arası mesafe. * Bir günlük yol. * Derece, kademe.
Peyk: f. Bir şeyin etrafında, ona tabi olarak dönen. Seyyare. * Haber ve mektup getirip götüren, uydu, peyk, satelit, bir gezegenin uydusu; büyük bir kimsenin peşinde dolaşan kimse, bende, uşak.
Efradına Cami, Ağyarına Mani: ilgili olan her şeyi içeren ilgili olmayan her şeyi dışarıda bırakan.
Tezyin: Süslemek. Bezemek. Donatmak.
Guru: Guru, mürsit, rehber
Tezyif: Çürütmek. Küçük düşürmek. Eğlenmek, alaya almak. * Bir şeyin dışını tezyin ve tanzim edip, içini fena yapmak. Kötü ayar etmek. * Tahkir etmek.
Tervic: Revaç vermek. Değerini arttırmak. * Müsait karşılamak. Kabul ettirip, geçerli kılmak
İlzam: Muaraza veya muhakemede delil göstererek muhalifini susturmak, iskât etmek. Söz ve fikirde galibiyet. İltizam ettirmek. İsnad ve isbat etmek.
Tesvil-at: (C.: Tesvilât) Kötü bir şeyi güzel göstererek aldatma. * Tezyin etmek, süslemek.
Ceberut: Azametin daha dâimîsi ve bâtınîsi. Büyüklük. Hâkimlik. Kudret, celadet. Fart-ı kibir ve azamet.
Butlan: Haksızlık. Bâtıl olma. Boş ve abes olmak. Hak olmamak.
Şenaat: Fenâlık, kötülük, alçaklık. * Cenab-ı Hakk’ın emrine muhalif hareket.
Şiar edinmek: İz, belirti, işaret, nişan, ayırt edici iyi âdet. * Üstünlük veren işaret. * İnsanın gömleği. * Ölüm. * (Şa’r. C.) Kıllar.
Ekarte etmek: Çıkarmak, ihraç etmek, hariç tutmak, atmak, bertaraf etmek. elimina’tion (i.) çıkarma, kaldırmak, defetmek, ortadan kaldırmak, uzaklaştırmak; öldürmek; başka yere
6
nakletmek, yerini değiştirmek; azletmek; kesmek; izale etmek; gitmek, ev değiştirmek, başka eve nakletmek; (i.) uzaklaştırma; yer değiştirme; derece, fark derecesi.
Tezvir: Söze yalan karıştırma. Yalan söze ziynet verme. * Şahidin şehadetini iptal etme. * Kendini ziyaret edene ikram etme.
İkbal: Bir şeye yönelmek. Teveccüh etmek. Reddetmeyip kabul etmek. Bir şeyi birinin önüne götürmek. Baht açıklığı. Talih. Refah. * İstemek. (Bak: İdbar)
Muarız: Bir şeyden yan çizen. Muâraza eden. Karşı gelen. (Bak: Münâkaşa)
Mevhum: Aslı olmayıp evham mahsulü olan. Vehim.
Kırat: Dirhemin onaltıda birini ifade eden eski bir ağırlık ölçüsü.
Cehd: Fazla çalışma. Güç ve kuvvetini sarfetme. İnsanın nefsine hâkim olması. * Azim, gayret, fedakârlık.* Takat.
Muztar: Zorlanmış. Cebr olunmuş. Mecbur kalış. Çaresiz kalıp başı sıkılan.
Sıla: Kavuşmak, ulaşmak, vuslat. * Âşıkın mâşukuna kavuşması. * Doğduğu yeri, hısım akrabayı gidip görme. * Bahşiş, hediye. * Gr: Cümlenin içinde ism-i mensub bulunmasıyla, dahil olduğu cümlenin evvelce mâlum olması iktiza eder. İçinde bulunduğu cümleyi sonradan gelen cümleye bağlamaya yarayan (edip, ederek, ederken) gibi fiil şekli rabt sigası.
İştiyak: Fazla arzu ve şevk. Tahassür. Hasret çekmek. Özlemek. Göreceği gelmek.
İn’am: Nimet vermek. İhsan etmek. * Doğruya sevketmek, hidâyete ulaştırmak. * İyilik etmek, bahşiş vermek. * Tar: Osmanlı İmparatorluğu zamanında yeniçerilerin aylıklarına yapılan zam. (Bak: Nimet)
İbtila: Zorlukla yutmak. Gelini gerdeğe koymak.
Techiz: Donatma. Gereken şeyleri tamamlama. Cihazlanma. * Fık: Cenazenin yıkanmasından defnetmeğe kadar yapılması lâzım gelen şeyler ve bunları tedarik etme.
Tekfin: Kefenlenmek veya kefenlemek.
Emraz: (Maraz. C.) Hastalıklar. Marazlar.
Müreccah: (Rüchân. dan) Daha ileride kabul edilen, üstün tutulan, tercih edilen.
Şaki: (Şekavet. den) Haydut. Yol kesen. Haylaz. * Her çeşit günahı işleyebilen.
İhraz etmek: Nail olmak. Erişmek. * Kazanmak. Kesbetmek. * Birisini güzel bir surette korumak.
Vazıhan: Açık olarak. Açıkça. Açık açık. Aşikâr surette.
Ekol: (Fr. Ecole) Fikir üzerinde işleyen bir nevi mekteb. * Bir üstadın talebeleri. Bir üstadın mesleği, tarzı.
Şeair: (Şiâr. C.) Âdetler, İslâm işaretleri. İslâmlara ait kaideler. Allah’ı anmak, hamdetmek, ezan okumak, İslâmî kıyafet gibi. Bunlara Şeair-i İslâmiye denir. Bütün müslümanlarla alâkalı mes’eleler ve alâmetler, umumun hissedar olduğu işlerdir.(Sünnet-i Seniyyenin içinde en mühimmi, İslâmiyyet alâmetleri olan ve şeaire de taalluk eden sünnetlerdir. Şeair, âdeta hukuk-u umumiye nev’inden cemiyete âit bir ubudiyettir. Birisinin yapmasiyle o cemiyet umumen istifade ettiği gibi, onun terkiyle de umum cemâat mes’ul olur. L.)(Nasıl “Hukuk-u Şahsiye” ve bir nevi “Hukukullah” sayılan “Hukuk-u Umumiye” nâmiyle iki nevi hukuk var. Öyle de: Mesâil-i şer’iyede bir kısım mesâil, eşhâsa taalluk eder; bir kısım, umuma, umumiyet itibariyle taalluk eder ki; onlara “Şeair-i İslâmiye” tabir edilir. Bu şeairin umuma taalluku cihetiyle umum onda hissedardır. Umumun rızası olmazsa; onlara ilişmek, umumun hukukuna tecavüzdür. O şeairin en cüz’îsi (sünnet kabilinden bir mes’elesi) en büyük bir mes’ele hükmünde nazar-ı ehemmiyettedir. Doğrudan doğruya umum âlem-i İslâma taalluk ettiği gibi, Asr-ı Saâdetten şimdiye kadar bütün eâzım-ı İslam’ın bağlandığı o nurani zincirleri koparmaya, tahrip ve tahrif etmeğe çalışanlar ve yardım edenler düşünsünler ki, ne kadar dehşetli bir hatâya düşüyorlar. Ve zerre miktar şuurları varsa, titresinler!.. M.)
Müstakim: (Kıyam. dan) Doğru, istikametli. * Eğri olmayan, düz, dik. * Hilesiz, temiz.
7
Hakaik, Hakayık: (Hakayık) (Hakikat. C.) Hakikatler.
Merd-i cami: Toplanma yeri
Kalbgâh: Ordunun sağ ve sol kanadlarının ortası. Merkez bölümü. * Canevi
Özeksel: central, middle. Merkezi
Jargon: Anlasilmaz dil. 2. meslek argosu. 3. özel dil, professional vocabulary, words used by a specific group or profession; gibberish, unintelligible words or writing; pidgin, language which has been corrupted or simplified from its original form; colorless or smoky kind of zircon
Ketumiyet: Ketumluk. Ağız sıkılığı. Sır vermemeklik.
Mahfel: (C: Mehâfil) Dernek yeri.
Nahvet: Kibir, gurur. Kibirlenme, büyüklenme, böbürlenme.
Anin: cima’dan aciz bulunan
Beladet: Ahmaklık, sersemlik, kalınkafalılık. Budalalık
İnhisar: monopoly. 2. being restricted or limited to (a single thing or person). ––a/––ýna almak /ý/ to get a monopoly on/of. –– altýna almak /ý/ to monopolize. –– etmek /a/ to be restricted or limited to. ––ýnda olmak /ýn/ to be monopolized (by).
Tababet: ti 1. the art of medicine; medical science. 2. being a medical doctor; the medical profession.”, hekimlik, doktorluk
Mütearife: Herkesin bildiği. Tanınmış. Meşhur. Doğruluğu âşikâr. * Man: İsbatı icab etmeyen söz.
Sefih: helâl olmayan zevk ve eğlencelere düşkün, sefâlete düşmüş kimse, dissolute, dissipated, debauched. 2. recklessly extravagant with money, profligate
Mülâki: Buluşan. Yüz yüze gelen. Görüşen. Kavuşan.
Rençber: laborer, workman, farmer, farmhand or unskilled construction worker (who works by the day). 2. farmer
Ketmetmek: Saklamak. Gizlemek. Sır tutmak. Söylememek.
Mektum: Gizli. Saklı. Gizli kalmış. * Hükümetten gizli tutulan
Cerhetmek: Yara. * Baş ve yüzden başka uzuvlardan birisini yaralamak. * Bir kimseye söğmek. Taan etmek. Sözle gönül incitmek. * Birisinin fikrini çürütüp kabul etmemek. * Şahid, yalancı ve fâsık olduğundan dolayı mahkemede hâkimin şâhidin şehâdetini reddetmesi. * Kesb u kâr eylemek. Kazanmak.
Nevşünema: Bir şeyi el uzatıp almak ve istemek. * Yürümek. * Sür’atle deprenip kalkmak. * Alıp yemek., Gelişme, büyüme. * Uzamak, artmak, çoğalmak, üremek. * Faiz.
Sümen altı etmek: Bir evrakın işleme konulmasını engellemek, Bir işin yapılmasını geciktirmek.
Milk: Mal cinsinden olan yer. Birisinin tasarrufu altında bulunan yer. Mülk.
Tehecci: (Hecâ. dan) Heceleme.
Lir: ancient Greek harp-like instrument, lyre
Murafaa: Karşılıklı hak iddia ederek konuşmak. * Bir dâvâ için birisini hâkim huzuruna celb ettirmek. Yüzleşerek muhakeme olunmak.
Teşe’üm: Kötüye yorma. Uğursuz sayma. Bu anlayış dinimizde men edilmiştir. * Sola dönme. * Sola yatma.
Anber: Güzel koku. Adabalığı ve kaşalot denilen büyük balıkların barsaklarında teşekkül eden güzel kokulu madde. * Derisinden kalkan yapılan bir balık, Amber balığından çıkarılan güzel kokulu, kül renginde bir madde. Güzel kokulu bazı maddelerin ortak adı. kehribar rengi, kehribar; kehribar. kehribar. kehribar rengi. kehribar.
Özek: Bir şeyin çevreden aynı uzaklıkta olan yeri, merkeze
Tevcih: Döndürmek, yöneltmek. * Tefsir etmek. * Birisini bir tarafa göndermek. * Rütbe vermek. * Bir kimseye söz atmak. *
8
Edb: İki zıd mânaya gelebilen ve birbirinin zıddı mânada söz kullanmak.
İhata: Etrafından çevirmek, kuşatmak, içine almak. Kuşatılmak, sarılmak. * Geniş bilgi ile anlamak, tam kavramak.
Lehviyyat: f. (Lehv. C.) Lehivler, kadınlı erkekli haram eğlenceler, oyunlar. Nefsanî gayr-i meşru oyun ve eğlenceler.
Firak: hicran, Fırka. C.) Fırkalar, partiler. * Alaylar, bölükler. * Cennetler. * Ehl-i Sünnet cemaatından ayrılan mezhebler
İstişhad: Birisinin şâhidliğini istemek. Şâhid göstermek. Delil olarak ileri sürmek. * Şehid olmak.
Tevatür: Kuvvetli haber. * Müteaddid şeyler birbiri ardınca zâhir olmak. * Bir hususun söylenmesi hemen herkesin ağzında olup, gezmek. Şâyia. * Fık: İçinde yalan ihtimali olmayan ve bir cemâate dayanan kuvvetli haber, ferdî olmayıp cemaate ait olan sağlam haber.(Mâlumdur ki; üç dört muhtelif yoldan gelenler, aynı bir hâdiseyi söyleseler, yakini ifâde eden tevâtür derecesinde o hadisenin kat’i vukuuna delâlet eder.İşte, meşrebce ve meslekce ve isti’dâdca ve asırca gayet muhtelif ayrı ayrı bütün muhakkikinin muhtelif tabakatından ve evliyânın muhtelif turuklarından ve asfiyanın muhtelif mesleklerinden ve hükema-i hakikiyenin muhtelif mezheblerinden olan bütün ehl-i keşif ve zevk ve şuhud ile ittifak etmişler ki: kâinat mezâhirinde ve mevcudat âyinelerinde görülen mehâsin ve kemâlât, bir tek Zât-ı Vâcib-ül Vücud’un tecelliyat-ı kemalidir ve cilve-i cemal-i esmasıdır. S.)(…Sahabeler, Kur’anın ve âyetlerin hıfzından sonra en ziyade, Resul-ü Ekrem’in (A.S.M.) ef’al ve akvalinin muhafazasında, bâhusus ahkâma ve mu’cizata dair ahvâline bütün kuvvetleriyle çalıştıklarını ve sıhhatlerine pek çok dikkat ettiklerini, tarih ve siyer şehadet ediyor. Resul-ü Ekrem’e (A.S.M.) ait en küçük bir hareketi, bir sireti, bir hali ihmal etmemişler. Ve etmediklerini ve kaydettiklerini, kütüb-ü ehadisiyye şehâdet ediyor. Hem asr-ı saâdette, mu’cizatı ve medar-ı ahkâm ehadisi, kitabetle çoklar kaydedip yazdılar. Hususan Abadile-i Seb’a kitabetle kaydettiler. Hususan Tercüman-ül Kur’an olan Abdullah İbn-i Abbas ve Abdullah İbn-i Amr İbn-i As, bahusus otuz kırk sene sonra, Tabiînin binler muhakkikleri, ehadisi ve mu’cizatı yazı ile kaydettiler. Daha ondan sonra, başta dört imam-ı müçtehid ve binler muhakkik muhaddisler naklettiler, yazı ile muhafaza ettiler. Daha hicretten ikiyüz sene sonra başta Buharî, Müslim, Kütüb-ü Sitte-i Makbule, vazife-i hıfzı omuzlarına aldılar. İbn-i Cevzî gibi şiddetli binler münekkidler çıkıp; bazı mülhidlerin veya fikirsiz veya hıfızsız veya nâdanların karıştırdıkları mevzu ehadisi tefrik ettiler, gösterdiler. Sonra ehl-i keşfin tasdikiyle; yetmiş defa Resul-ü Ekrem’in (A.S.M.) temessül edip, yakaza halinde Onun sohbetiyle müşerref olan Celâleddin-i Süyutî gibi allâmeler ve muhakkikler, ehadis-i sahihanın elmaslarını, sair sözlerden ve mevzuattan tefrik ettiler. İşte bahsedeceğimiz hâdiseler, mu’cizeler; böyle elden ele (kuvvetli, emin, müteaddit ve çok, belki hadsiz ellerden) sağlam olarak bize gelmiş.İşte buna binaen; “Bu zamana kadar uzun mesafeden gelen, şu zamandan tâ o zamana kadar bu hâdiseleri nasıl bileceğiz ki, karışmamış ve sâfidir?” hatıra gelmemelidir. M.)(Naklolunan haberler eğer tevatür suretinde olsa, kat’idir. Tevatür iki kısımdır. Biri: “Sarih Tevatür” biri: “Manevî Tevatür” dür. Manevî tevatür de iki kısımdır. Biri: “Sükûtî” dir. Yâni, sükût ile kabul gösterilmiş. Meselâ: Bir cemaat içinde bir adam, o cemaatin nazarı altında bir hâdiseyi haber verse, cemaat onu tekzib etmezse, sükût ile mukabele etse, kabul etmiş gibi olur. Hususan haber verdiği hâdisede cemaat onunla alâkadar olsa, hem tenkide müheyya ve hatâyı kabul etmez ve yalanı çok çirkin görür bir cemaat olsa, elbette onun sukûtu o hâdisenin vukuuna kuvvetli delâlet eder. İkinci kısım tevatür-ü manevî şudur ki: Bir hâdisenin vukuuna, meselâ “Bir kıyye taam, ikiyüz adamı tok etmiş.” denilse; fakat onu haber verenler, ayrı ayrı surette haber veriyor… biri bir çeşit, biri başka bir surette, diğeri başka bir şekilde beyaân eder.. fakat umumen, aynı hâdisenin vukuuna müttefiktirler. İşte, mutlak hâdisenin vukuu; mütevatir-i bilmânadır, kat’idir. İhtilâf-ı suret ise, zarar vermez. M.)
İnkıraz: Sönme. Zeval bulma.
Şecaat: Yiğitlik, cesurluk. Korkulu anda kalb kuvveti ile cesaretini muhafaza etme. Kuvve-i gadabiyenin vasat mertebesidir. (Şecaatli bir kimse hak için canını fedâ eder. Vazifesi olmayan işe karışmaz. İ.i
9
Tehevvür: Korkusuzlukla düşünmeden hareket etmek. Sonunu düşünmeden birden bire karar vermek. * Kuvve-i gadabiyenin ifrat mertebesi; maddi mânevi hiçbir şeyden korkmamak hâleti.
Hamakat: Ahmaklık. Budalalık. Bönlük. Anlayışsızlık.
Şedid: Sert, sıkı, şiddetli. * Musibet, belâ. * Tecvidde: Rahve harflerinin zıddı olan, sükûn ile harf söylendiğinde sesin akmaması hali.
İntac: Neticelenme. Husule getirme. Sona erdirme. Doğurma, meydana getirme.
Mühlikat: Helâk eden. Öldüren. Öldürücü. İfsad eden. Bozan. Kıtal.
Münciyat: İncâ eden. Kurtaran, necat veren.Resul-i Ekremin (A.S.M.) insanların azabtan kurtulmasına ve dünyâ ve âhiret saadetlerine sebeb olmasından mübarek isimlerinden birisi de münci olmuştur.
İntibah: Uyanıklık, göz açıklığı. Hassasiyet. Agâh ve münebbih olmak. Hakikatı ve hakkı anlayıp yanlıştan, fenadan dönmek. * Sinirlerin uyanması. Uzuvların harekete gelmesi.
Lugaz: bulmaca, bilmece
Tevessül: Allah’ın dergâhına yaklaştıracak amel işlemek. * Sarılmak. * Baş vurmak. * İnanmak. * Sebeb tutmak. * Hırsızlık.
Fevri: Allah’ın dergâhına yaklaştıracak amel işlemek. * Sarılmak. * Baş vurmak. * İnanmak. * Sebeb tutmak. * Hırsızlık.
İtidal: moderation. 2. mildness, sobriety; composure, equanimity. –– bulmak to become moderate, calm down. ––ini kaybetmek to lose one´s temper. ––ini muhafaza etmek to keep calm, not to lose one´s self-control. –– sahibi calm, self-possessed, composed. ”
Rüsuh: İlim ve fennin derinliğine vukufiyet. Sağlamlık. Devamlılık. Yerinde, sağlam, sâbit ve devamlı olmak. * Meharet, meleke.
Kesb: Kazanç. Çalışmak. Sa’y ve amel ile kazanmak. Elde etmek. Edinmek. Kazanç yolu. * Fık: Bir insanın kendi kudret ve iktidarını bir işe sarfetmesi.
Selef: (Self) Eskiden olan. Evvelce bulunmuş olan. * Yerine geçilen. * Önde olmak, ileri geçmek. * Eski adam.
İcar: Kiralamak. Kiraya vermek. * Kira parası.
Mihnet: Zahmet. Eziyet. Dert. Belâ. * Mc: Tecrübe, sınamak.
Temkin: Ağır başlılık, usluluk. * Ölçülü hareket sâhibi. * Vakar, izzet. İktidar, kudret. * Birini bir şeye muktedir kılmak. * Kararsızlıktan kurtulup huzur ve sükuna mazhar olmak. * Tedbir, ihtiyat.
Sıyanet: Koruma veya korunma. Himaye veya muhafaza.
İhtiram: Hürmet olunmak, tazim olunmak, hürmet, saygı.
Muaheze: Azarlama. Çıkışma. Darılma. Alay eder tarzda karşısındakini küçümseme. Tenkid.
Zıhar: İki şey arasında münasebet ve mutabakat meydana getirmek. İki şeyi birbirine mutabık eylemek. Arka arkaya, mukabil kılmak. * Karşılıklı yardımlaşmak. * Fık: Bir kocanın, karısını müebbeden mahremi olan birisinin bakması câiz olmayan bir yerine teşbih etmesi.Meselâ, bir adam karısına, “Sen bana anam gibisin” demesi gibi. Bu halde karısı da ona haram olurdu. İslâmiyetten evvel câhiliyet âdetleri olan ve bir nevi boşanma usulü sayılan bu çeşit hareketi İslâmiyet men’etmiştir ve zecr için zıhar eden kimseye keffaret vaz’ olunmuştur. (O.L.)
İcare: Kira. Gelir, irâd. Ücret. * Fık: Belli bir menfaati belli bir karşılık ile satmak.
Selem: Diş gediği.
Lian: Lânetleşmek. İki kişinin birbirini lânetlemesi. * Fık: Zevc ile zevcenin hâkim huzurunda şer’i usulüne uygun olarak dörder defa şahitlikte bulunduktan sonra, nefislerine lânet ve gadab okumak suretiyle olan yeminleri. Buna: Mülâene, telâun, iltiân da denir.
Lahin: Telâffuz esnasında hususan Kur’ân okurken yanlışlık yapan.
10
Teshir: Büyüleme, sihir yapma, aldatma. * Yemek ve içmeğe muhtaç etme.
Kaim: Ayakta duran. Mevcut. Baki. * Vaktini ibadetle geçiren.
Tevfik: Alıkoyma, tutma. Hapis olarak bekletme. Vakfetme. * Arafatta mevkaf olan yerde durdurmak. * Bir kimsenin koluna bilezik takmak.
Hazık: Süngü demiri.
İltibas: Birbirine benzeyen şeyleri şaşırıp birbirine karıştırmak. Yanlışlık. Karışıklık. * Tereddüt. Şüphe.
Tetebbu’: Araştırıp tetkik etme. Derinliğine inceleyip tanıma, öğrenme. Öğrenmek için okuma.
İktifa: Fazla istemeyiş. Yeter bulmak. Kâfi görmek. Var olanı yeter saymak.
İnhisar: Hasr olunma. * Tecavüz etmeme. * Bir iş veya malın idâresinin bir kişiye, bir ele bırakılması. Bir elden idâre. Bir şeye mahsus olup, başka şeye şümulü olmama. Yalnız bir şeye veya bir şahsa hasrolunma.(Zihniyet-i inhisâr, hubb-u nefisten geliyor, sonra maraz oluyor, nizâ ondan çıkı
İbcal: Büyük saygı, tâzim ve tekrim. (Bu mânâlarda kullanılırsa da tebcil şeklinde kullanılması doğrudur.)
Merbutiyet: Bağlılık. Mensub oluş. Mensubiyyet. Eklilik.
Rubai: poet. Quatrain(poem of four lines; stanza (şiir kıtası) of four lines), ruba´i.
Tab etmek: f. Parıldamak. Parlayıcı. * Güç. Kuvvet. Takat bulmak. * Hararet etmek.
Dereke: Aşağı inen basamak. Aşağı mertebe. * Sıfırın altındaki derece. Düşüklük.
Alayiş: f. Bulaşıklık, bulaşma. * Debdebe, tantana, gösteriş.
Alayişsiz: Debdebesiz, tantanasız, gösterişsiz. [f. Bulaşıklık, bulaşma]
Evsaf: (Vasf. C.) Vasıflar, sıfatlar.
Istinca: Birisinden maksadını istihsal etmek. * İlm-i Hâlde: Pislikten temizlenmek. Abdest bozduktan sonra veya abdest almadan evvel; kan, sidik, meni’ gibi şeylerin çıktıkları yeri temizlemek.
Hasretmek: Kısaltmak. Sadece bir şeye mahsus kılmak. Bir şey için vakfetmek.
Tellifat: (C.: Tilâl) Tepe, yığın, küme. * Düz yer üstüne yatırmak.
Tafsil: Etraflı olarak bildirmek. * Açıklamak, şerh ve beyan etmek. İzah etmek.
Irtikab: Bekleme, gözleme. * Ümit etme, umma.
Teberri: Alâkasız olma. Sevmeyip yüz çevirme. * Temiz olma.
Sebat: Yerinden oynamamak, dayanmak. Kararlı olmak. * Sözde durmak, ahde vefâ etmek. İman ve İslâmiyete hizmette, Allah’a ibadet ve taatta sâbit ve berkarar olmak. * Bir meslekte, meşru bir kanaatte veya bir fikirde kararlı bulunmak, sağlamlık göstermek
Zebun: f. Zayıf, güçsüz, âciz. * Alışverişte aldanan.
Kaziye- Kaziyye: Man: Hüküm. Bir hükmü ifâde eden kelâm. * Karar. Fikir. İfâde. * Hak veya bâtıl mâna ifade eden söz. * Hükmeylemek. * Hükümet.
Bedihi: (Bedihî. C.) Delil ve isbatına lüzum olmayan sarih ve açık şeyler.(Mister Karlayl yine diyor: “En evvel kulak verilecek sözlerin en lâyıkı Muhammedin (A.S.M.) sözüdür. Çünkü: Hakiki söz onun sözleridir.” Hem yine diyor ki: “Eğer hakikat-ı İslâmiyede şüphe etsen, bedihiyat ve zaruriyat-ı kat’iyyede iştibah edersin. Çünki, en bedihî ve zarurî bir hakikat ise İslâmiyettir.”İşte bu meşhur feylesof, İslâmiyet hakkında bu şehadetini eserinde müteferrik yerde yazmış. H.)
Bedahet: Açıklık. Zâhir delil. Belli, açık, aşikâr. * Birdenbire, hazırlıksız söz söyleme. * Atın yürümesi. * Her şeyin evveli, öncesi.
Nakz etmek: (Nakazân) (C.: Nevâkız) Sıçramak. * Talep etmek, istemek.
11
Tebrie: (Tebriye) Bir kimseyi şüpheden ve zan altından kurtarmak. Temizliğini ve suçsuzluğunu meydana çıkarmak. * Borçtan kurtarmak. * Nezahet, ismet. * Beraet ettirmek.
Inkıyad: Boyun eğme. Muti olma. Teslim olma. İtaat etme. İmtisal.
Mevhib: İhsan. Sevgi. Hediye.
Tul-u emel: Bitmeyen istek. * Hiç ölmeyecek gibi dünyaya dalmak ve düşünmek.
Tul-u ömür: Ömrün uzunluğu. Uzun ömür.
Sadedil: f. Kalb sâfi, derin mes’elelere aklı ermeyen insan. Temiz kalbli olup, kolayca aldatılabilen kimse.
Tezellül: Zillete katlanmak. Aşağılanmak. Alçalmak. Hor ve hakir olmak. Kendini alçak tutmak.
İnkisar: Zillete katlanmak. Aşağılanmak. Alçalmak. Hor ve hakir olmak. Kendini alçak tutmak.
İkab: Şiddetli azab, eziyet, ceza.
M[üu]zahrafat: süprüntüler, yaldızlı pislikler; süslü yalan sözler.
Teberru’: Bağış. Bir malın karşılıksız olarak verilmesi. Mecburiyet olmadığı hâlde birisine bir malı vermek. Hayırlı işlerde yardım ve ihsanda bulunmak.
Müzeyyen: Bezenip süslenmiş, ziynetli.
Mücessem: Cismi olan. Dış duygularımızla bilinip varlığından haberdar olduğumuz şey. Varlığı görünen. Cisimlenmiş olan. Bir şekli gösteren. Uzunluğu, genişliği ve kalınlığı olan cisim. Şekillenmiş.
Muaf-fal: Afvolunmuş. İstisna edilmiş, ayrı tutulmuş. Bağışlanmış. Serbest.
İmtisal: Nümune kabul etme. * Uymak. Ayrılmamak üzere inkıyad etme. * Mesel ve kıssa söyleme. * Bir şeyin suretine girme. * Muvafakat ve mutabakat etme. * Katili kısas etme. (Bak: Dimağ)
İcabet: Kabul olmak. Kabul etmek. * Râzı olma, rızâ gösterme, muvafakat etme.
Huyla: f. Kuruntu. Hayal. Vehim. Olmıyan bir şeyi düşünerek yaşamak. Akıldan geçen ve matmah-ı nazar olan husus.
Habaset: (Hubs) Murdarlık, pislik, kötülük.
Tugyan: Zulüm ve küfürde çok ileri gitmek. Azgınlık, taşkınlık. Taşkın mizaçlılık. * Kan galebe etmesi hali. * Resmî devlet kuvvetlerine karşı durmak. * Su baskını.
Natıka: (Nutk. dan) Düşünüp söylemek hassası. Fesahat ve belâgatta söyleme kuvveti. Talâkat-ı lisan, güzel konuşabilme kabiliyeti.
İbtila’: Zorlukla yutmak. * Gelini gerdeğe koymak.
Merdud: Reddolunmuş. Kabul edilmemiş. Geri döndürülmüş. Kovulmuş. (Namaz kılmayan hâindir, hâinin hükmü merduddur.)
Hızlan: Müflis olmak. İflas etmek.
Tezyin: Süslemek. Bezemek. Donatmak.
Cife: Kokmuş et, ölü hayvan, leş.
Mezbele: Çöplük. Pis şeylerin bulunduğu süprüntü yeri.
Melul: Usanmış. Bıkmış. Bezmiş. * Mahzun.
Zinet: Süs. Bezek. Kadınlara mahsus kıymetli eşya.(Her bir çiçekte, her bir meyvede bir mizan ve o mizan bir intizam içinde ve o intizam, tazelenen bir tanzim ve tevzin içinde ve o tevzin ve tanzim bir zinet ve sanat içinde ve o zinet ve san’at, manidar kokular ve hikmetli tadlar içinde bulunduğundan; her bir çiçek o ağacın çiçekleri adedince Hakem-i Zülcelâl’e işaretler ediyor. L.)
Letafet: Hoşluk, lâtiflik. * Cisimden alâkayı kesip bir nevi nurâniyet kesbetmek. * Güzellik, nezaket, yumuşaklık, hafiflik.
Heder etmek: Boşa gitme. Yok yere faydasız giden. * Ölüme giden.
Muzmahil: Çökmüş. Darmadağın olmuş. Perişan olmuş.
12
Medar: Sebeb, vesile. * Bir şeyin etrafında döneceği nokta. Bir şeyin devredeceği, üzerinde hareket edeceği yer. * Gezegenlerin gezerken hareket noktalarının çizdiği dâire. (Dünya, güneş etrafında seyrederken medar-ı senevîsi bir dâireyi andırır.)
Muavenet: Yardımcılık. Yardım. Teâvün.
Seyyie: Kötülük, günah, suç. Yaramazlık, fenâlık.
Zann: şüphe. Zannetmek, samak. Sezme.
Monşer: mydear, mon cher (a form of address).
Konsomatris: B-girl
Şua: (C.: Şu’) Sorgun ağacı.
İstihlak: Tatlı olmak. * Tatlılık istemek.
Muhasamat: (Muhasama. C.) Düşmanlık. İki taraf arasındaki husumet.
13

~Kaynak: http://www.yusufsayin.com.tr/