Archive for Mart, 2015


GUY 28.12.2014 SORULARI

Maliye

1Hangisi vergi harcaması değildir – Kanunen Kabul Edilen Gider

2- Verginin kapitilizasyonun tanımını vermiş

3- İkmalen tarh’ın tanımını vermiş

4-Hangileri harcama vergisi değildir I.MTV II.KDV III.ÖTV IV.Emlak Vergisi – I ve IV

5-Mali sürükleme tanımını vermiş

6-Tanzi etkisi tanımını vermiş

7-Olağanüstü durum borç yönetimi – Konversiyon ile konsolidasyon

8-Hangisi kurumlar vergisi vermez – Vakıf

9-TTK’ya göre ticari defter saklama süresi – 10 yıl

10-Kurumlar vergisinde göre hangi beyanname alınmaz A)Yıllık Beyanname B)Münferit Beyanname C)Özel Beyanname D)Muhtasar beyanname – Münferit beyanname olacak

11-ÖTV’ye tabi olmayan hangisi A)minibüs B)Motorin C)Telefon haberleşme hizmeti D)Buzdolabı – Haberleşme hizmeti olacak

12-Hangisi görünüşte artış değildir – Seçmenlerin isteğini karşılamak gerçek artış nedenidir.

13-Vergilendirme süreci – Tarh-tebliğ-tahakkuk-tahsil

14-Geçici bütçeyle ilgili hangisi yanlıştır – Cari dönem gelene kadar beklenir yanlış olcak

15- Hangisi vergiden indirilebilir – İşçilere ödenen sigorta primleri

16- Bütçe gelir tekliflerini kim hazırlar – Maliye Bakanlığı

17- KDV oranları – 1,8,18

18-Veraset ve intikal vergisi beyannamesi nerede verilir – Ölen kişinin ikametgahının bulunduğu yerde

19- Maliye politikasının en etkin olduğu durum – LM eğrisi yatay olduğunda

20-Vergi gelirlerinin artırılmasından sonra işçilerin daha az vergi ödeme durumuna gelmesi – İkame etkisi

21-Merkezi yönetimin bazı vergi gelirlerlerini yerel idarelere bırakması durumu – Mali tevzin (idari özerklik diyende çok)

22- Yevmiye defteri en son ne zamana kadar onaylanır – İzleyen dönemin 6. Ayında

23- Teyze mağazadan bardak almış kırık çıkmış onu iade etmeyip kalemlik olarak kullanmış ne durum vardır – Dışsal ekonomisizlik diyen çok (tüketiciden üreticiye dışsallık diyende çok)

24- Hangileri otomatik stabilizatördür – Hepsi olacak

 

Muhasebe

1-Aktifte yer almayan hesap – Alınan Sipariş Avansları

2-Ortaklara kar payı dağıtımı – Önceki dönem gelir ve karlar borçlu – Ortaklara borçlar ve Ödenecek vergi ve fonlar alacaklı

3- Kasa fazlası sorusu – kasa hesabı borçlu, sayım ve tesellüm fazlaları alacaklı hesap

4- İşletmede 2 ortak var %50 sine sahip olan ortak nakit, bina olarak para vermiş hesap işlemi nasıldır – Ödenmemiş sermaye, kasa, bina borçlu hesap, sermaye hesabı alacaklı hesap

5-Alınan çekler borçlu olan soru

6-Sürekli envanter sorusu – stmm ve ticari mallarında dahil edildiği şık

7-Asit test oranı – Dönen varlıklar-Stoklar/KVYK

8-İndirilecek kdv ve hesaplanan kdv sorusu – Ters kayıt yaparak kapatıyoruz aradaki fark peşin ödenecek vergi ve fonlar alacaklı hesap olacak

9-Bankadaki vadeli mevduatına vade sonunda faiz işlemiş kaydı soruyor – Bankalar hesabı ve peşin ödenen vergi ve fonlar hesabı borçlu – Faiz gelirleri hesabı alacaklı

10-İşletme mali tablolarını aylık olarak düzenliyor – Gelir tahakkukları borç, diğer olağan gelir alacaklı

11-15.09.2014 tarihinde binek otomobil almış normal amortisman yöntemine göre dönem sonunda ne kadar amortisman ayırırız – 800×4 ay =3200

12-Ekonomiklik oranı – Satış Geliri/Maliyetler

13-Yatırım tutarı/Net nakit girişi neyi gösterir – Geri Ödeme Süresi

14-Hangisi likitide oranı değildir A)cari oran B)Hazır Değerler C)Finansal Kaldıraç D)Asit-test oranı – Finansal Kaldıraç olacak

15-İşletme aralık ayı elektrik faturası gelmeden sayaca bakarak tutarı tahmin etmiş kayıt nasıl yapılır – Genel yönetim giderleri borçlu maliyet giderleri karşılığı alacaklı hesap

16-Önemlilik kavramının tanımını vermiş

17-İşletmenin karı=100tl, KKEG=20tl, Vergiden muaf gelir=15tl mali kar kaçtır – 100+20-15 = 105

18-STMM ve faaliyet karını soruyordu – STMM=55.000 faaliyet karı=5.000

19-Fifo yöntemine göre malların maliyeti kaçtır – 8700

20-Azalan amortismana göre malın satışından elde edilen kar-zarar durumu nedir – 2800 kar

21-Cevabı hisse senedi iptal karları 4000 olan soru

22-İşletme çıkardığı hisse senetlerini nominal değerinden daha fazla bir fiyata sattığında ortaya çıkan fark hangi hesabın alacağına kaydedilir – Hisse senedi ihraç primleri

23-7/A ve 7/B hesaplarında ortak bulunan hesap hangisidir – Finansman giderleri

24-Hangisi gelir tablosu hesabıdır – Komisyon gelirleri

25-Hangisi hem bilanço hem gider tablosu hesabıdır – ARGE

26-İşletmenin üretimde kullandığı makineye amortisman ayırdığı durumda hangi gider olur – Endirekt gider

27-7/B hesaplarına göre elektrik,su,gaz hangi hesapta muhasebeleştirilir – Dışarıdan sağlanan fayda ve hizmetler hesabı

28-Alacak senetleri ve borç senetleri ile ilgili dönem sonunda reeskont hesaplanıyor ve izleyen dönemdeki yapılması gereken kayıtları soruyor

İktisat

1-Reel Gayrisafi Yurtiçi Hasılanın Doğal Gayrisafi Yurtiçi Hasıladan küçük olduğu durumda ortaya çıkan işsizlik türü – Konjonktürel İşsizlik

2-İşletmenin kazançlarıyla harcamaları arasındaki zaman farkından doğan para talebi hangisidir – İşlem amaçlı para talebi

3-Marjinal teknik ikama oranı tanımını vermiş

4- Mandal – takoz etkisinin tanımını vermiş

5-Kısa dönem minimum maliyetle üretim yapılan nokta –Maksimum tesis kapasitesi

6-Dışardan sağlanan dönen varlık – sermaye işlemleri hesabı (ödemeler bilançosu)

7-Döviz kuru düşerse ne olur – Ülke parası değerlenir yani Revelüasyon

8-Giffen paradoksunun tanımını vermiş

9-Toprak rantı diferansiyel rantı kim bulmuştur – David Ricardo

10-Başa baş noktasını sormuş – Sabit Maliyetler/Satış fiyatı-Birim değişken maliyet = 150

11-Serbest ticaret bölgesinin tanımını vermiş

12-Orta ve küçük işletmelerin temel belirleyici özelliklerinden değildir – Yabancı ülkelere mal satmak

13-1944 bretton woods ile kurulan diye başlamış IMF nin 2 görevini vermiş – IMF

14-Türkiye’nin 2015 dönem başkanlığını yapacak olan uluslar arası kuruluş – G20

15-Philips eğrisi hangi değişkenler arasındaki ilişkiyi gösterir – İşsizlik haddi ile enflasyon

16-Üretim imkanları eğrisinin tanımını vermiş

17-Hangisi stagflasyon durumunda yapılmaz – Genişletici para politikası

18-Hangisi para politikası araçlarından birisi değildir – Döviz Kuru

19- Talep esnekliği 0 ile 1 arasında olan ve 1 den büyük olan mallar sırasıyla hangileridir – Zorunlu mallar ve lüks mallar olacak

20-Lerner endeksi neyi ölçer – Monopol Gücünü ölçer

21-Hangisi uzun dönemde gerçekleştirilir – Ekonomik büyüme

22-En likit para türü – M1

23-Bütçe doğrusunun eğimini soruyordu – pa/pb = 0.40

Hukuk

1-Arkadaşının haberi olmadan arkadaşı adına işlem yapıyor – Yetkisiz Temsil

2-İdari davalarda genel yetkili mahkeme – İdari merciin bulunduğu yer mahkemesi

3-Borçulun temerrüdü ile ilgili hangisi yanlıştır – Borçlunun kusurlu olması

4- Ölüm tehlikesi içinde kaybolan kişiye karşı gaiplik davası en erken ne kadar sürede açılır- 1 yıl

5-Hangisi icra müdürünün yapamayacağı işlerden biridir – Ceza vermek

6- Emprevizyon sözleşmenin uzatılması aşırı suç diyen a grubunda c şıkkı ???

7-İyiniyetli kişiyle ilgili hangisi yanlıştır – İyiniyetli taşınmazlarda ayni hak kazanamaz diyordu

8-Zamanaşımı borcu nasıl bir borçtur – Eksik borç

9-Kişilik haklarıyla ilgili hangisi yanlıştır – Sadece tazminat davası açabilir.

10-İcazet vermekle ilgili soru – Sınırlı ehliyetsizler yaptıkları işlemden sonra icazet verilebilir.

11-Siyasi partilerle ilgili hangisi yanlıştır – Yükseköğretim elemanı siyasi partilere üye olamaz demiş

12-Ticari mallarda faturaya itiraz zamanı – Alıştan itibaren 8 gün

13-Sözleşmenin kurucu unsurları eksikse – Yokluk

14-İdari kolluğun görevi değildir – Adalet

15-Kadınlarımıza seçme ve seçilme hakkı hangi yıl verildi – 1934 (tarih sorusuda olabilir)

16-Hakimler ve savcılar idari yönden nereye bağlıdır – Adalet Bakanlığı

17-Hangisi memur olmaya engel durumdur – kasıtlı 6 ay ve üzeri suç işlemek

18-Sınırlı ehliyetsizin yapabileceği işlem – Mirasçı olmak

19-Kişiye sıkı sıkıya bağlı ayni hak – İntifa hakkı

20-Hangisi yanlıştır – İstisna ve muafiyetler maliye bakanlığı değiştirir diyordu Bakanlar Kurulu olacak

21-İdari yargıda hangi durumda iptal davası açılmaz – İdarenin düzenleyici işlem yaptığı durumda

22-Hangisi ilk derece mahkemesi değildir A)Danıştay B)AYİM C)Bölge İdare Mahkemesi D)İdare Mahkemesi – Bölge İdare Mahkemesi olacak

23-Hangi durumda itiraz edilmemiş sayılır – Borcu ödeyecek mal varlığım yok diyor

24-Hangisi Anayasa Mahkemesince denetlenemez – Devlet Denetleme Kurulu başkanı

25-Anonim şirketlerde yönetim kurulu en az kaç kişiden oluşur – 1 kişi

~Şurdan alıntı: https://www.facebook.com/groups/364165960349353/files/

01.09.09-Uzman-Cevaplar2

01.09.09-Uzman-Sorular2

02.09.09-Destek-Personeli-Cevaplar2

02.09.09-Destek-Personeli-Sorular2

09.04.2011-tarihli-sınav

17.01.2010-Uzman-Cevaplar1

17.01.2010-Uzman-Sorular1

17.05.2009-Denetçi-Cevaplar1

17.05.2009-Denetçi-Sorular1

17.05.2009-Uzman-Cevap1

17.05.2009-Uzman-Sorular1

26.07.2009-Uzman-Cevap_Anahtari1

26.07.2009-Uzman-Sorular1

27.06.2010 Uzman Sorular

27.06.2010-Uzman-Cevap1

27.06.2010-Uzman-Cevap-Düzeltme1

Doğru ile yanlışı ayırt etmek, Ortadoğu’dan uzun yıllar boyunca ayrı tutulmuş Türk halkına düşmektedir. Unutulmamalıdır ki yarım doktor candan, yarım ‘Ortadoğu uzmanı’ ise izandan eder.

Bu sorunun uzun ve meşakkatli bir yola işaret eden bir cevabı vardır. Sadece güçlü bir kişisel motivasyon ile tamamlanabilecek akademik çalışma, dil eğitimi ve arazi deneyimi üçlemesinden müteşekkil uzun bir yolu içermektedir. Akademik çalışma, tarihle birlikte dünyanın merkezinde yer almaya başlamış bir coğrafya olan Ortadoğu’nun (Kuzey Afrika dahil), geçmişten günümüze kadar geçirdiği evrelere, bu evrelerde oluşmuş siyasi, ekonomik ve sosyal kalıplara ve bu kalıpların bölgenin sınırını nereye çizdiğinize bağlı olarak değişebilecek olan 20 ülkede ne ölçüde benzer ve ne ölçüde farklı karşılık bulduğuna dair geniş açılı bir resim verecektir.

Antropolojiden teolojiye, sosyolojiden siyaset bilimine, coğrafyadan dilbilime kadar uzanan geniş bir disiplinler arası çalışma, Ortadoğu’nun farklı zaviyelerden okunabilmesine, bir boyutla sınırlandırılmamasına ve dolayısıyla güncel analizlerin isabetinin güçlendirilmesine sebep olacaktır. Örneğin, İbn Batuta’nın “Rıhle”si veya Tudelalı Binyamin’in “Sefer Ha-Masaot”u ile seyahat etmeden, İbn Haldun’un “Mukaddime”si hatmedilmeden, İbn İshak’ın Siret’i okunmadan, Kuran iklimine girilmeden ve hadisler deryasına dalınmadan, Yahudi ve Hıristiyan dini kaynaklara başvurulmadan yapılacak Ortadoğu analizlerinin bir tarafı her zaman eksik kalacaktır. İslam tarihini, Osmanlı’yı, sömürge ve manda dönemini, bağımsızlık mücadelelerini, milli ideolojileri vs. anlamadan modern Ortadoğu’nun anlaşılması da mümkün olmayacaktır. Sadece teoloji eğitimi analizleri havada bırakacaktır, sadece uluslararası ilişkiler, sosyoloji, coğrafya vs. eğitiminin olduğu gibi.

Önce selamun aleykum adabı…

Bu çalışma tabii ki Ortadoğu’yu farklı perspektiflerden okuma ve değerlendirme çabasını da içermektedir. Ortadoğu ve İslam tarihinin klasik yerli eserleriyle birlikte Ernest Renan ve Ignaz Goldziher’den,

H. A. R. Gibb’e, Marshall Hodgson ve Montgomery Watt’dan Bernard Lewis ve ötesine uzanan oryantalist literatüre de hakim olmayı gerektirir. Yerli arka planı olmayan bir Ortadoğu okuması nasıl mümkün değilse, amacı ne olursa olsun farklı perspektif yoksunu bir okuma da tatmin edici olmayacaktır.

Ortadoğu’yu tanıma çabasının ikinci sacayağı, bölgenin dilleriyle temasa geçilmesidir. Arapça, Farsça, Kürtçe ve İbranice gibi bölge dilleri sizlere bölge insanının zihinlerine yolculuk imkanı sunacaktır. İnsanların zihin yapılarından günlük alışkanlıklarına, çevre okumalarından kutsal ile olan ilişkilerine kadar birçok düşünsel düzlemin yansıtıldığı dil, uzman adayına eşsiz bir erişim imkanı sağlayacaktır.

Misal, en basitinden Şahname’den onlarca beyit okuyan İranlı anaokulu çocuğu garipsenmeyecek,

“Selamun aleykum” hitabına irticai yafta vurulmayacak, hiç olmazsa İhvan-ı Müslimin’e ehven-i şer denmeyecek veya İbranice konuşan bir Iraklı Yahudi,

Arap zannedilmeyecek. Güncele ilişkin en büyük getirisi de yabancı ajanslara mahkumiyet olmayacak, İran Farsça basından, Arap dünyası Arapça basından veya İsrail İbranice basından takip edilebilecektir. Aksini yapanların çabaları samimi de olsa tek kanatla uçmaya benzemektedir. Nasıl ki Türkiye’yi New York Times’tan anlamak mümkün değilse, Ortadoğu’yu da sadece New York Times veya diğer yabancı kaynaklardan okuyarak anlamam mümkün değildir.

Üçüncü ve hayati sacayağı ise, ayağın hakkında konuştuğun topraklara basmasıdır. Ortadoğu veya herhangi bir bölge uzmanlığı masa başı yoruma müsaade etmemektedir. İsrail’de Yahudi yerleşimci tacizine maruz kalmadan, Mescid-i Aksa’da namaz kılmadan veya Kıyamet Kilisesi ya da Ağlama Duvarı’na dokunmadan, İran’da insanların söyledikleri bazı şeyleri aslında sadece gelenek (taruf) icabı söylediklerini öğrenmeden, Katar’da bir alışveriş merkezinde telefon numarası verme (tarkim) olayına şahit olmadan, Fas’ta “bu insanlar ne biçim Arapça konuşuyor” sorusunu sormadan, Cezayir’de “şehitlik” vurgusunu duymadan, Lübnan’da iç savaştan kalma mahalle sınırlarını görmeden, zengin bir Suudlu’nun sofrasına misafir olmadan veya fakir bir Ürdünlü Bedevi’nin tabununu paylaşmadan, Irak’ta Yeşil Bölge’nin kontrol noktalarından geçmeden ve Suriye’de muhaberatın nefesini ensede hissetmeden konuşmak tabiri caizse hariçten gazel okumaya benzemektedir. Burada amaç turistik bir gezi değil, şahit olma, anlama ve derinleşme çabasıdır.

Bu sorunun ise kısa ve net bir cevabı vardır:

Kestirme yollardan Ortadoğu uzmanı olunmaz. Ortadoğu uzmanlığının “kutsal üçlüsü”nü birbirinden ayırmak mümkün değildir. Sadece akademik çalışma yapmak, akademisyene bilgilerini ve matbu birikimini gerçeklikle test etme imkanı vermeyeceğinden havada kalacaktır. Güncelle irtibat yokluğu, dil özrü ve gerçeklikle temas sıkıntısı, örneğin, Suriye devrimi ile Irak Savaşı’nın bir tutulmasına sebep olacaktır. Diğer taraftan sadece dil bilmek, seviyenin iyi olması durumunda tercüme faaliyetlerinde işe yarayabilecekken yine de müstakil olarak analiz üretmeye yetmeyecektir. Arap dünyasında her Arapça bilenin Ortadoğu uzmanı olmadığı gibi, Türkiye’de de Arapça bilen her kişi

Ortadoğu uzmanı değildir. Sadece bölgede bulunmanın da analiz üretmede kendi başına bir yeterliliği yoktur. Akademik çalışma ve dil noksanlığı maalesef arazide kategoriler üretme, önyargıları besleme ve içi boş bir şahitlik sanrısına sebep olabilmektedir. Örneğin, senelerce İsrail’de kalıp bir kelime bile İbranice öğrenmeyenler olduğu gibi, senelerce Mısır’da kalıp bir kere olsun bir Selefi ile anlamlı bir diyaloğa girmemiş olanlar da mevcuttur. Ortadoğu okumasını belli bir süre yaşadığı bölge ülkesinde irtibatlı olduğu ve arkadaşlık kurduğu dünya görüşüne mensup kişiler üzerinden yapmak da maalesef mümkündür.

Tabi Türkiye’nin duçar olduğu ve bu durumların en sağlıksızı bütün bu sacayaklarından mahrum, kerameti kendilerinden menkul olan “uzmanların” umarsızca “Ortadoğu uzmanı” otoritesiyle ahkam kesmesidir. Örneğin beyin cerrahisi uzmanı olmak için izlenecek prosedür yazılı ve açıktır. Fakat Ortadoğu uzmanı olmak içinse kimi zaman birkaç günlük bir bölge ziyaretinin, kimi zaman Wikipedia’nın, kimi zaman Reuters’ın, kimi zaman gazetede bir köşenin, kimi zaman televizyonda bir programın, kimi zaman Twitter’da bir hesabın kimi zamansa akademik bir sıfatın yetmesi, içler acısı halimizi ortaya sermektedir.

‘Muhalefet et ki bilinesin!’

Şunu da açıkça ifade etmeliyiz: Ortadoğu uzmanı sıfatı Türkiye’de sadece daha iyi bir kelimenin olmaması sebebiyle kullanılmalıdır. Çünkü Ortadoğu gibi geniş bir coğrafyanın külliyen uzmanı olmak insan istidadını zorlar. 20 tane ülke barındıran, onlarca farklı dil ve dialektin konuşulduğu, onlarca farklı etnik grubun ve dinin yaşadığı, ülkeler arası önemli siyasal, ekonomik, coğrafi ve sosyal farklılıklar barındıran bir coğrafyanın tümüne hakkıyla hakim olmak mümkün değildir. Örneğin, Filistin’i bilmek peşinen İsrail’i bilmek demek değildir. Libya’yı iyi tanımak Suriye konusunda teçhizatlı olmak manasına gelmemektedir.

Bırakın tüm Ortadoğu’nun uzmanı olmayı, aynı zamanda, Ortadoğu ile birlikte Rusya, ABD, Balkan, AB, Kafkaslar vs. “uzmanı” enflasyonuna sahip olduğumuz gerçeği hesaba katıldığında, sadece Ortadoğu uzmanı sıfatıyla yetinenleri bir an için mazur görebilmekteyiz. Gündeme göre gardıroptan uzman şapkası çıkarma ve kimi zaman tribüne oynayan kimi zaman da meşhur Arap deyişi  ile “halif turaf” (Muhalefet et ki bilinesin) “aykırı” analizlerde bulunmak artık Türk “uzmanının” medyayla imtihanına dönüşmüştür. Arap Baharı ile spot ışıklarının Ortadoğu konuşanlar üzerine çevrilmesi ve özellikle Suriye krizi ile birlikte Ortadoğu’daki gelişmelerin iç politika malzemesi haline dönüşmesiyle birlikte, bir zamanlar AB uzmanlarının, renkli devrimlerde ve Gürcistan krizinde Rusya ve Kafkas uzmanlarının, her terör saldırısından sonra terör uzmanlarının yaşadığı “15 dakikalık şöhrete” (15 minutes of fame) “Ortadoğu uzmanları” da kavuştu. Bu noktada “Ortadoğu uzmanlığının” en büyük albenisinin Ortadoğu’da krizlerin, çatışmaların ve savaşların insanlık tarihiyle yaşıt olduğu gerçeği ve kıyamete kadar devam edeceği öngörüsü olduğunu da not etmek gerekiyor. Bir diğer ifadeyle Türk halkının “Ortadoğu uzmanlarıyla” birlikte yaşamayı öğrenmesi gerekiyor.

Bu şartlar altında “bilenle bilmeyeni” ayırt etmek, Ortadoğu’dan uzun yıllar boyunca ayrı tutulmuş Türk halkına düşmektedir. Unutulmamalıdır ki yarım doktor candan, yarım Ortadoğu uzmanı ise izandan (anlayış) eder.

~Kaynak: http://haber.star.com.tr/acikgorus/nasil-ortadogu-uzmani-olunur/haber-689234

Geçici Koruma Yönetmeliği: http://amnesty.org.tr/uploads/Docs/gecici_koruma_yonetmeligi131.pdf

KALKINMA PLANLARI

BİRİNCİ BEŞ YILLIK KALKINMA PLANI (1963-1967)
Uzun dönemli perspektifin ilk aşaması olan 1.beş yıllık kalkınma planında;
-Yılda ortalama %7 oranında bir kalkınma hızı
-Uzun dönemli amancın tarım ve sanayi arasında dengeli bir gelişme esasına dayandığı
-Türkiye nin uzun dönemli gelişmesinin sanayi yönünde olacağı, ancak hedef için tarımda belli amaçlara ulaşılması gerektiği
önemle vurgulanmıştır. Birinci beş yıllık kalkınma planında benimsenen ekonomik sistem “karma ekonomik sistem”dir. Bu planda temel alt yapı yatırımlarına, istihdam sorununa ve yeniden düzenleneme konularına büyük önem verilmiştir.

İKİNCİ BEŞ YILLIK KALKINMA PLANI( 1968-1972)
Plan;
-Yıllık ortalama %7 kalkınma hızı
-Tarım ve sanayi sekttörleri arasındaki dengeli kalkınma esasının değişikliğe uğratılarak ağırlığın sanayi yönünde olacağı
-Bir taraftan yeri üretim ithalat yerine ikame edilirken diğer taraftan ara mallar üretiminin önemli olduğu, bu planda temel alt yapı yatırımlarına, istihtam sorununa ve yeniden düzenleme konularına ağırlık verilmesinin yerinde olduğu
-Vergi iadesi, döviz tahsislerine öncelik verilmesi ihracat teşvikleriyle ihracatın artırılması gibi önlemler önemle vurgulanmıştır.
—–II.Beş yıllık kalkınma planı önceki planlardan farklı olarak çok kesimli olması, sanayi sektörünü öncü sektör olarak seçmesi ve kentleşme olgusuna büyük önem vermesi gibi konularla dikkat çekmiştir.
1968-1970 yıllarına gelindiğinde büyüme hızla düşmüş, enflasyon hızla yükselmiştir. Bu olumsuzluklara işçi döviz gelirlerindeki düşüş yabancı kredilerde azalma ve tl nin aşırı değerlenmesi gibi faktörlerde eklenince devalüasyon kaçınılmaz hale gelmiştir.

ÜÇÜNCÜ BEŞ YILLIK KALKINMA PLANI(1973-1977)
Türkiye ile AET arasında 1963 yılında imzalanan Ortaklık Anlaşmasının 1 ocak 1973 te yürürlüğe girmesi ile birlikte geçen 10 yıllık dönemde ulaşılan sonuçlar ve karşılaşılan sorunlar özellikle sanayide beklenen artış hızlarına ulaşılamaması belli bir yapısal değişikiği beraberinde getirerek yeni bir uzun dönemli kalkınma stratejisine geçilmesini zorunlu kılmıştır.
Bu plan 22 yılı kapsayan yeni bir stratejinin ilk dilimi olarak hazırlanmıştır.
Planda yer alan ekonomik hedefler şunlardır:
-GSMH ın ortalama %7.9 oranında büyümesi
-Ekonomik büyüme hızının 1973-1995(22 yıllık süreçte) ortalama %9 oranında artırılması
-Tüketim malları yerine ara ve yatırım malları üretiminin özendirilmesi
-Toplam istihdam içinde sanayi ve yatırım sektörünün payının artırılıp tarım sektörünün payının azaltılması
-Sanayi sektöründe ortalama %12 ve tarım sektöründe %4 büyüme gerçekleştirilmesi
—Bu planda ilk defa niteliksel bir gelişmeye vurgu yapılmıştır. Adalet eğitin kamu kesimi reformlarının yapılması öngörülmüştür. Bu dönemde dış ekonomik ilişkilerde büyük iniş çıkışlar olmuştur. Dış ticaret bilançosu sürekli olarak açık vermiştir. 1974 yılında bir yandan petrol krizi bir yandan Kıbrıs Barış Harekatı dış açığın yaklaşık üç misli büyümesine neden olmuştur.
Dönemin belirgin özelliklerinden biri de başta alt yapı olmak üzere ekonominin dar boğazlara gitmesidir.Bunun temelinde 1930-1973 dönemi kesintisiz büyümeyi sağlayan ithal ikameci stratejilerin bulunduğu görülmektedir.

DÖRDÜNCÜ BEŞ YILLIK KALKINMA PLANI(1979-1983)
planda yer alan başlıca ekonomik hedefler;
-Ekonominin karşılaştığı enerji dar boğazlarının aşılmasının gereği olarak, en büyük yatırım artışlarının madencilik ve enerji alanında yapılması
-İmalat sanayi içinde tüketim mallarının payının düşürülmesi, buna karşın ara ve yatırım mallarının payının yükseltilmesi
-Dış ekonomik ilişkilerin geliştirilmesi, ihracatın çeşitlendirilmesi ve kısa vadeli borçların konsolide edilmesi
Plan hazırlayan ekip bir yıl geçmeden görevden alındığı için planın uygulanabilirliği ortadan kalkmıştır. 1977-1978 borç krizi, siyasi belirsizlik ve türkiye yi 1980 yılına götüren ekonomik darboğazlar planın uygulanabilmesinin önünü tıkamıştır.

BEŞİNCİ BEŞ YILLIK KALKINMA PLANI(1985-1989)
Türk ekonomisinin dışa açılmasına ve ihracata öncelik veren kalkınma politikalarının uygulanmasına ağırlık verilmiştir. Ekonomiye kamu müdahalelerinin asgari seviyeye indirilmesini, liberal bir dış ticaret ve yabancu sermaye politikasının uygulanmasını, alt yapı ve konut yatırımlarının artırılmasını ve bölgeler arası gelişmişlik farklarının kaldırılmasını öngörmüştür.

ALTINCI BEŞ YILLIK KALKINMA PLANI(1990-1994)
Plan temel olarak enflasyonu tedricen düşürmek,kaynakları artan oranda imalat sanayine yönlendirmek ve sosyal politikalara daha fazla ağırlık vermek hedeflenmiştir.
Bu planda öncekilerden farklı olarak sosyal içerikli birkaç noktaya değinilmiştir. Okul öncesi eğitimde yeterli gelişme sağlanamadığı, özellikle kız çocuklarının ilkokul sonrası örgün eğitimden koptuğu gibi sorunlar belirtilmiştir.

YEDİNCİ BEŞ YILLIK KALKINMA PLANI(1996-2000)
Türkiye yi 2000 li yıllara hazırlanmanın gerekli alt yapısını oluşturmak amacıyla hazırlanan planın önceliği çağın değişen ekonomik ve sosyal gelişmelerini dikkate almaktır. Bu çerçevede ortaya çıkabilecek dar boğazları öngörüp gidermek ve dünyanın değişen koşulları gereği AB ile ya da genel olarak dünya ile btünleşme sürecine uyumda karşılaşılabilecek sıkıntıları aşmak için yapısal ve kurumsal nitelikte önlemler almak önem kazanmıştır.

SEKİZİNCİ BEŞ YILLIK KALKINMA PLANI(2001-2005)
Bu planda ekonomik istikrarın yanı sıra rekabet gücünün artırılması Ab yeuyum, bilgi çağına geçişin alt yapısının olşurulmaya başlanması, teknolojik üretimi ve gelir dağılımındaki farklılıkların azaltılmasında bölge ve il planlamasına öncelik verilmesi kararlaştırılmıştır.

DOKUZUNCU BEŞ YILLIK KALKINMA PLANI(2007-2013)
Türkiyenin ekonomik sosyal ve kültürel alanlarda bütüncül bir yaklaşımla gerçekleştireceği dönüşümleri ortaya koyan temel politika dökümanıdır. Bu plan 2001-2023 yıllarını hedef alan “uzun vadeli strateji” çerçevesinde hazırlanmıştır.
Planlar:
-Rekabet gücünün artırılması
-İstihdamın artırılması
-Beşeri gelişme ve sosyal dayanışmanın güçlendirilmesi
-Bölgesel gelişme sağlanması
-Kamu hizmetinde kalite ve etkinliğin sağlanması

TÜRKİYE EKONOMİSİ
1)SON OSMANLI DÖNEMİ
1) Osmanlı’nın son döneminde ekonomisi çöktü, bunun sebepleri arasında savaşların ekonomiyi tahrip etmesi, ağırlaşan vergiler, sanayi devrimine ülkenin ayak uyduramaması, yeni ticaret yollarının bulunması, devletin para ve maliye politikalarını yanlış uygulaması, alınan borçların etkin kullanılamayarak dış borçlarının artması
2) Ülke çöken ekonomisini kurtarmak için dış borç almak zorunda kaldı. 2. Abdülmecid döneminde ilk defa Kırım savaşının finansmanı için 1854 yılında İngiltere’den dış borç aldı. (bazı kaynaklarda Fransa’dan da aldığı söyleniyor.)
3) Ülke artan dış borçlarını ödeyemeyeceğini açıkladı ki buna morataryum denir.Bu sebeple 1881’de yabancı ülke temsilcilerinden oluşan Düyun-u Umumiye idaresini kabul etmek zorunda kaldı. Düyun-u Umumiye İngiltere, Almanya, İtalya, Avusturya ve Fransa’dan oluşur. Düyun-u Umumiye Muharrem kararnamesi ile kurulmuştur.
4) Osmanlı’nın ekonomisinde en önemli gelir kaynağı tarım sektörüdür. Toprak sistemi miri ve mülki olarak 2’ye ayrılabilir. Miri araziler devlete ait bulunan ve gelirleri dirlik sistemi ile kamu görevlilerine bırakılan arazilerdir. Toprağın büyük bölümü miri arazidir ancak zamanla tüm dünyada etkisini gösteren klasik yaklaşımın etkisiyle bir miktar toprak özel mülkiyete geçmiş ve devletin toprak üzerindeki etkisi ve denetimi azalmıştır. Toprak sisteminin büyük bir bölümü dirlik, bir kısmı ise Müslümanlardan alınan öşür ve gayri Müslimlerden alınan haraç vergisine tabi tutulmuştur.
5)Osmanlı’da tarım sektörünün en büyük payını tahıl üretimi oluşturmaktadır ancak ekonominin genelinde olduğu gibi tarım sektörü de ülke ihtiyaçlarını karşılayacak düzeyde değildir. Bunun en temel sebebi ağır vergiler olarak gösterilebilir.
6)Osmanlı’da sanayi sektörü dünyaya ayak uyduramamış, sanayi küçük ölçekte kalmış, lider firmalar oluşturulamamış, ithal mallar ülkeye girmeye başlamış, sendikalaşma süreci oluşamamış, kapitülasyonlar artmış, korumacı ekonomik politikalar yerine serbest ticaret benimsenmiş. (klasik görüş bunu gerektiriyor ancak Osmanlı buna hazır değil, ülke yüksek üretim maliyetine karşı sanayileşmiş ve daha ucuza mal üreten ülkelerle yarışamıyor, ithalat artıyor, ihracat 0’a yakın)
7) Osmanlı son döneminde gelişme gösteren en önemli sektörü hizmet sektörüdür. (payı tarımdan büyük değil ancak en çok gelişen sektör niteliğinde) Bunun en temel sebebi yabancı yatırımcılara ve azınlıklara verilen haklardır. Yani hizmet sektörünün dinamiğini yabancılar oluşturuyor.
8) Dış ticaret noktasında en önemli pay tarımda görülmekte, ikinci olarak madencilik gösterilebilir. Ancak madeni hammadde olarak satıp işlenmiş olarak geri almamız büyük ölçüde refah kaybı meydana getiriyor. Tüm bu durumlar cari açığı artırıyor, ithalat fazla ihracat ise düşük düzeyde kalıyor. Dış açığı da dış borç alarak kapatmaya çalışmışlar ancak bu durum dış açığı daha da arttırır hale getirmiş.
9) Osmanlı devleti dış ticarette İngiltere, Fransa, İspanya gibi ülkelerle daha fazla ilişki kurmuştur. Dış borçlanmada ve sermaye girişlerinde Fransa ile daha sık ilişki kurulmuştur.
10) İlk banka 1856 yılında İngilizlerin desteği ile kurulan Fransız sermayedarların da katılmasıyla birlikte Bank-ı Osmani Şahane kuruluyor. Uzunca bir süre Merkez Bankası görevini yürütmüş. 1930’a dek, 1930’da Merkez bankası kurulmuştur. 1888 yılında ise tarım kredi koop. Yerine Ziraat bankası kurulmuştur. 1843’de ise kaime adı verilen ilk kağıt para basılmıştır.
11) Osmanlı’da ulaşım genellikle demiryolu ve deniz yolu ile sağlanmıştır. Demir yolu ulaşımında yapılanmayı yabancı yatırımcıların desteği ile gerçekleştirmiştir. Özellikle Almanların desteği ile.
2) 1923-1929 DÖNEMİ
1) Ülke kuruluş ve cumhuriyetin ilk yıllarında milli ekonomi modelini benimsemiştir.
2) 17 şubat 1923 tarihinde İzmir iktisat kongresi yapılmış. Devletin ekonomik yapısını belirlemede önemli rol oynamıştır. Ekonomik bağımsızlık kararı alınmıştır. Siyasi ve askeri zaferler ne kadar büyük olursa olsun ekonomik zaferlerle taçlandırılmazsa uzun süreli başarı sağlanamaz sözü bu kongrede. Yerli ve yabancı sermaye teşvik edilmeli ancak bu kapitülasyon ile yapılmamalı, ayrıcalık tanınmaksızın yabancı sermaye teşvik edilmeli. Tarım sektörü desteklenmeli, çiftçilerden alınan vergi (aşar, haraç) kaldırılmalı ve çiftçilere kredi imkanı artırılmalı, üretimde sübvansiyonlar artırılmalıdır. Sanayi sektörü geliştirilmeli, yabancı sermaye ile rekabet koşulu meydana getirilmeli. Tekeller kaldırılmalı, ticaret odaları kurulmalı, deniz ticareti koruma altına alınmalı ve ulusal deniz işletmeleri yeniden canlandırılmalıdır. Devletin desteği ile ticarethanelere ve işletmelere kredi sağlayan bir banka kurulmalıdır. Demir yolu ağı devletleştirilmeli ve yapımı için yol vergisi konulmalıdır. Alkol, tütün, tuz gibi malların satışı devlet tarafından yapılmalıdır. Nüfus artışı sağlanmalıdır. Bu gibi kararlar alınmış kongrede. Kongrede askeri kanat yer almamıştır. (M. Kemal hariç )
3) 24 temmuz 1923 yılında Lozan antlaşmasında ekonomik birçok konuya değinilmiştir. Kapitülasyonların kaldırılması, Osmanlı borçları, gümrük düzenlemeleri, savaş zararları, nüfus değişimi ve Musul sorunu şeklinde gösterilebilir. Lozan’da kapitülasyonlar ve deniz ticareti ile ilgili olan kabotaj ayrıcalığı da son bulmuştur. Dış borçlar 1929 yılında taksitlendirilerek ödenmeye başlanması kararıyla çözülmüştür. (86,5 milyon lira) Ancak bu miktar 1928 yılında cemiyet-i akvam tarafından düzenlenerek 8 milyon altın lira ödenmesi karara bağlanmıştır. Ödeme 1933’de başlamış son ödeme 1954 yılında yapılmıştır. Nüfus mübadelesi neticesiyle 1 milyondan fazla Rum değişim kararı ile ülkesine dönmüş ve bu ciddi miktarda istihdam kaybına neden olmuştur. Musul sorunu Lozan’da çözülememiştir. Lozan’da alınan bir diğer karar ise ticaret sözleşmesidir ki bununla birlikte Türkiye 5 yıl boyunca gümrük tarifelerini değiştirmeyecek, ithalat ve ihracatta belirlenen sınırlar dışına çıkmayacaktır.
4) Ülke 1930 yılına dek klasik sistemin etkisinde kalsa da 1930 yılında yaşanan büyük buhran ile devletçilik sistemine geçiş yaşanacaktır.
5) 1927 yılında teşvik-i sanayi kanunu çıkarılmış. Bununla birlikte girişimler uygun görülürse 10 hektara kadar karşılıksız arazi verilmesi, gümrük vergilerinden muaflık, haberleşme ve motor gücünün hükümetçe karşılıksız sağlanması gibi sübvanse edici teşvikler yapılmıştır.
6) Bu dönemde tarım sektörü oldukça gelişme göstermiştir. En temel sebebi ulusal birliğin sağlanması ve savaşların geride kalmasıdır. İzmir iktisat kongresinde alınan kararlar doğrultusunda öşür vergisi kaldırılmıştır 17 şubat 1925’de. Yasal düzenlemeler yapılmış toprak özel mülkiyete geçirilmiş, topraksız köylülere toprak verilmiştir. Ziraat bankası tarım sektörüne kredi vermiş ve tarım kredi koop. kurulmuştur. (1929 yılında kuruldu) Tüm bu gelişmelerle birlikte tarımsal gelir cumhuriyet ilanından büyük buhrana dek %9 oranında artış göstermiştir. İhracat oranı gümrük tarifeleri nedeni ile %20 civarında kalmıştır. İlk kez 1927 yılında tarım sayımı yapılmıştır. Tarım sektörü aynı Osmanlı son dönemi gibi lider sektör konumunda.
7) Sanayi sektörü her ne kadar gelişse de istenilen ölçüye gelememiştir. Bunun sebebi yine gümrük sıkıntısından kaynaklanmaktadır (lozan’da alınan 5 yıl kararı) Sanayi ve Maadin bankasının kurulması, teşvik-i sanayi kanunu, ihracata yönelik üretimde ara malların yurt dışından alınmasında vergide kolaylık sağlanması ve küçük esnafın korunması ve teşkilatlandırılması yapılan düzenlemelerdir. Tüm bu düzenlemelere rağmen en vasat sektör sanayi sektörü kabul edilir.
8) Bu dönemde dış ticarette yine Lozan’da alınan 5 yıllık karar neticesinde oldukça vasat durumda. Cari açık azalma seyrine gitse de hem ithalat hem ihracat bu dönemde Osmanlı’nın son dönemine nazaran azalmıştır. Ortalama ihracat ülke hasılasının %10.6’sını ithalat ise %11.4’ünü oluşturmaktadır. Yine tekrar etmekte yarar var ki sebebi 5 yıllık kota.
Dış ticarete dair düzenlemeler ise; devlet gümrük vergisinde düzenlemeye gitmiş %15’den %40’a artırılmış, içe dönük politikalar benimsenmiştir. Tüm bu düzenlemeler devletçi ekonomik yapının temelleri şeklinde yorumlanabilir.
9) Özel sektöre kredi sağlaması için 1925’de sanayi ve maadin bankası kurulmuştur ki bu Türkiye’de kurulan ilk KİT uygulamasıdır. İzmir iktisat kongresi kararları doğrultusunda 1.000.000 TL sermaye ile 26 ağustos 1924’de iş bankası kurulmuştur, amacı kalkınmada devlete yardımcı olmak ve bireysel kredi ihtiyaçlarını karşılamaktır. İş bankası kurucusu M. Kemal’dir.
10) Bu dönemde kağıt para ve Osmanlı devleti parası olan altın ve gümüş paralar kullanılmıştır. 1924 ve 1925 yıllarında çıkarılan yasalarla (sırasıyla altın, gümüş) bu para sistemine son verilmiştir.

3) 1930-1939 DÖNEMİ
1) 1930’lardan sonra ülke devletçi ekonomik kalkınma politikasına başvurmuş ve 1933 yılından itibaren karma ekonomik modeli benimsemiştir. Bunun temelinde yatan etken Sovyet Rusya’dan etkilenme ve liberalizmden devletçiliğe doğru geçiştir. Burada dikkat edilecek nokta Keynes’den etkilenilmediğidir, zira Keynes görüşleri 1936 sonrasına tekabül eder.
2) Devletçilik politikasının uygulanmasının nedenleri; 1923-1929 arasında uygulanan politikaların yetersiz kalması, özel sermaye birikimlerinin yetersiz kalması, toplumun devlete olan güveni, nitelikli girişimcilerin eksikliği, Büyük Buhran’ın etkileri, Lozan konferansının kısıtlayıcı hükümleri, klasik yaklaşımın sorunları çözmede yetersiz kalması ve devletçi politika uygulayan ülkelerin başarıları (Rusya gibi)
3) Devlet bu dönemde başta tarım olmak üzere ekonomiye müdahale etmiş, dış ticaret açığının azaltılması ve dış ticaret dengesinin sağlanması önemli hedefler arasında yer almıştır. Bu amaçlar doğrultusunda devlet; korumacı uygulamalar yapmış, dış alımlara sınırlama getirmiş, kur rejiminde istikrarı ve denk bütçe sağlanması yolunda uğraş göstermiştir. Sıkı para politikası uygulanmıştır.
4) 11 Haziran 1930 tarihinde Merkez bankası kurulmuştur, merkez bankasının amaçları; iskonto oranını saptamak, para piyasasını ve para dolaşım hızını düzenlemek. Hazine işlemlerini ifa etmek. Türk parasının istikrarını sağlamaya yönelik hükümetle birlikte çalışma yürütmek (tam bağımsız değil yani) Merkez Bankası 1931 yılından itibaren faaliyete geçmiştir.
Merkez Bankasının bu dönemde uyguladığı politikalar;
– Evrak-ı nakdiyenin, merkez bankası banknotları ile değiştirilmesi,
– Para basma tekeli,
– Emisyon uygulamaları, (para basılmasından elde edilen gelirdir)
– İskonto uygulamaları,
– Faiz oranlarını belirleme,
– Döviz kurlarını belirleme
Sıkı para politikaları yanında maliye politikaları da uygulanmıştır.
Maliye politikaları açısından ise;
– Arazi ve muamele vergilerinde düzenleme yapılmış,
– Bina vergisi kabul edilmiş,
– Hava kuvvetlerine yardım vergisi konulmuş,
– Gümrük vergilerinde düzenleme yapılmış.
Tüm bu etkenler etkin bir şekilde gerçekleştirilerek bu dönemde bütçe denkliğine doğru yol alınmış ve başarı sağlanmıştır. 1933-1938 yılları arasında devlet dış borçlanma gereksinimi hissetmemiş yalnızca 50 milyon TL iç borç alınmıştır.
5) Devlet 1933 yılında birinci beş yıllık sanayi planını hazırlamıştır. Plan 1934 yılında uygulamaya konulmuştur. Plan mikro alanda faaliyet alanı bulmuştur (harrold domar modeli) Planın hedefleri;
– sanayi üretiminin geliştirilmesi ve üretim birimlerinin hızla kurulması,
– temel tüketim mallarının ithal edilmeyip, yerli üretim tarafından gerçekleştirilmesinin sağlanması (ithal ikamecilik),
– kurulacak sınai birimlerin demografik ve coğrafi konumlara göre belirlenmesi,
– stratejik önemi bulunan ve maliyeti yüksek kuruluşların devlet kanalı ile kurulması,
– sınai birimlerin ülke talebini karşılayacak kapasitede kurulması,
– Şeker, tekstil, kimya, maden işleme, cam, çimento, dokuma, demir-çelik endüstrileri gibi önemli sektörlerin geliştirilmesi ve devlet desteğinin endüstrilere sunulması,
– Emek ve hammaddenin etkin ve verimli kullanılması ( etkin olmayan tarım hayvancılık sektöründeki faktörlerin sanayiye kaydırılması gibi)
– Yatırım mallarının üretilmesi (ikincil hedef)
– İleri teknoloji projelerinin desteklenmesi,
– Ülkede yatırımın dengeli dağılması.
Devlet bu hedefleri gerçekleştirebilmek için şu kaynakları kullanmıştır;
– Sovyetler birliğinden sağlanan mali yardımlar (hibe),
– Devlet bütçesinden ayrılan pay (her yıl 6 milyon TL ayrılmış)
– Sümerbank, iş bankası, ziraat bankasından sağlanan krediler.
Plan çerçevesinde; pamuk, bakır, kimya, selüloz, demir-çelik vs endüstrilerde 20 adet firma kurulmuş ve fabrikalar üretime geçirilmiştir.
6) Birinci beş yıllık sanayi planı başarıya ulaşınca 1936 yılında ikinci plan hazırlanmıştır. (1939’da devreye girmesi düşüncesiyle) Bu planda daha fazla bütçe ayrılmış, madencilik, enerji sektörü, taş kömürü ocakları, makine endüstrisi, kimya endüstrisi, elektrik santralleri gibi alanlara yatırım yapılması düşünülmektedir. Ancak 2. dünya savaşı etkisiyle 1939 yılında bu plan uygulamaya geçirilememiştir.
7) 1930-1939 yılları arasında yine dinamik sektör tarım. 1930’lu yılların ortalarında %10.5 gibi bir rakama yükselen ekili tarım toprağı, 1930’ların sonuna gelindiğinde %13’e ulaşmıştır. Tarım sektörüne şu destekler sağlanmıştır;
– Ziraat bankasının tarım kredi faizlerini düşürmesi,
– Tarım kredisinde kolaylık sağlanması,
– 1932 yılında Ziraat bankasına bağlı toprak mahsülleri ofisinin kurulması,
– Hükümetin çiftçiye sübvansiyon sağlaması,
– Devletin yüksek fiyatla tarım ürünü alımı politikası,
– Çiftçi üzerinden alınan vergilerin azaltılması
8) Sanayi sektörü 1. beş yıllık sanayi planının etkinliği ile birlikte büyük sıçrama yapıyor. Teşvik yasasının da etkisi büyük tabi ki. 1939 yılında demir çelik sanayisi Karabük’te kuruluyor. 1939 yılı itibarıyla toplam iş yeri sayısında tarım sanayisi %40.3 ile ilk sırada gelirken, iş yeri başına üretimde birinciliği %31.3 ile madencilik göğüslüyor. Atılımı sağlayan büyük etkenler arasında madencilikteki 1933-1939 arası gelişme gösterilebilir.
9) Bu dönemde özel girişimleri desteklemek amacıyla bankalar kurulmuştur bunlar sırasıyla; Sümerbank (1933), İller bankası (1933), Etibank (1935), Denizbank (1937), Halkbank (1938) Tüm bu bankalarla birlikte Ziraat bankası ve İş bankasının stratejik faaliyetleri ile merkez bankasının bankalar arası koordinasyonu sonucunda bankacılık sektörü hızlı bir gelişim göstermiştir.
– Sümerbank; yatırımların sağlanması için kaynak meydana getirmek, devlet adına sanayi kuruluşları açmak ve işletmek temel amaçlarıdır.
– Etibank; yer altı kaynaklarının etkin kullanımını sağlamak, madenlerin işlenmesini sağlamak, maden sektörüne kredi sağlamak, MTA’ya (MTA 1935’de kuruldu) faaliyetlerinde yardımcı olmak, taş kömürü ve bakır işletmelerinin devletleştirilmesini gerçekleştirmek (1936’da gerçekleştirdi)
– Halkbank; küçük esnafa ve ticarethanelere kredi olanağı sağlamak amacıyla kuruldu.
– İller bankası; dönemin altyapısı eksikliğini gidermek amacıyla kurulmuştur.
– Denizbank; deniz işletmelerine kredi sağlamak amacıyla kuruldu.
– Dönem içinde Türkiye Sınai Bankası kuruldu ki tek özel banka olma statüsündedir. Yorumsal süreç açısından %100 devletleşmenin olmadığına delil gösterilebilir.
Dönem içinde bankacılık sektörüne ilişkin 3 kanun çıkıyor; -ödünç para verme kanunu, -mevduat türlerinin karşılık kapsamına alınmasına ilişkin kanun, -halk bankasının kurulmasına dair kanun
10) 1929 Büyük Buhran sebebiyle ülkeler arası ticaret çöküyor. Türkiye bu dönemde akıllı davranarak korumacı bir politika benimsiyor, ithal ikameci politika, dış ticaretin ülke bazlı gerçekleştirilmesi sayesinde açık vermemeye yönelik politikalar, ithalat kotalarının ve tarifelerinin uygulanması. Dönemde dış ticarette benimsenen en etkili yöntem kriling sistemidir. Kriling sistemi ikili sözleşmeler yapılarak dış ticaret açığı vermemeye yönelik uygulanan politikalardır. Bu sebeple 1933-1938 yılları arasında dış ticaret açığı yaşanmamıştır. Kriling sistemi 1938 yılından itibaren etkisini kaybediyor sebebi ise kriling sistemine yalnızca birkaç ülkenin yaklaşması (Almanya başta) ikinci sebep ise ihraç ettiğimiz malların zamanla fiyatlarının yükselmesi sonucu dış talebin azalmasıdır. (maliyetleri yeterince düşüremediğimiz için fiyatlarımız yüksek adam da gidip senle değil diğeriyle kriling imzalıyor.)
11) 1933-1939 yılları arasında tarımda %57.6 oranında büyüme, sanayide %62.9 oranında bir büyüme gerçekleşiyor. Milli gelir ise 1933 yılından 1939 yılına dek %51 oranında artmıştır. Tüm bu başarılar 1923-1940 yılları arasına genellendiğinde süper üçlü sayesinde gerçekleşmiştir ki bu üçlü; sıkı para politikasının uygulanması, dış dengenin sağlanması, denk bütçenin sağlanmasıdır. (üçlü denge)
12) Bu dönemde savaşılan olgu deflasyondur. Sebebi arz fazla iken talep oldukça düşüktür, devlet bunu engelleyebilmek amacıyla planlı devletçilik politikasını gütmüştür.

4) 2.DÜNYA SAVAŞI DÖNEMİ (1940-1945)
1) Bu dönemde tüm dünyada ekonomik bunalım söz konusu. Ekonomik durgunluğun temel nedenleri; yetişkin nüfusun askere alınması ve işgücünün azalması, buna bağlı olarak üretimde yaşanan düşüşler, bütçenin savunma harcamalarına aktarılması ve dolayısıyla ikinci beş yıllık sanayi planının uygulamaya konulamamasıdır.
2) Bu dönemde şu önlemler alınmıştır;
– Katı fiyat denetimi yapılmış, fiyatlar genel seviyesi sabit tutulmaya çalışılıyor,
– Tarım ürünlerine düşük fiyatla el konuluyor,
– 1940 yılında milli üretimi korumak amacıyla Milli koruma kanunu çıkarılıryor,
– İthalata sınırlama ve ihracata teşvik getiriliyor,
– Ticaret ve iaşe ofisleri kuruluyor,
– Vergiler artırılıyor.
3) Milli koruma kanununa göre;
– Çalışma süreleri artırılıyor,
– Gerekli görüldüğü taktirde özel işletmelere el konulabilir,
– İthalat fiyatları düşürülmeli, ihracat fiyatlarında asgari rakamlar belirleniyor,
– Tüketim malları vesika (karne) ile verilmesi,
– 1942 yılında varlık vergisi kanunu yürürlüğe giriyor. Akabinde olağanüstü servet vergisi getiriliyor. Vergilerin sebebi kamu harcamalarının karşılanması içindir. Varlık vergisi 1944 yılında kaldırılıyor.
– 1944 yılında toprak mahsülleri vergisi getiriliyor bu da 1946 yılında kaldırılıyor. (çiftçiden alınan dolaysız vergidir.)
4) Tarımdaki gelişmeler; tarım ürünleri düşük fiyatla alınıyor, toprak mahsulleri vergisi uygulanıyor, Tarsus ırmağı regülatörü kuruluyor, Bursa gölbaşı barajı faaliyete geçirildi, tarım kredileri artırıldı.
5) Sanayi sektöründe 1940 yılında İzmit kağıt fabrikası faaliyete geçiyor.
6) Dış ticaret sekteye uğruyor, hem ihracat hem de ithalat dibe vuruyor ancak ithalat o kadar düşüyor ki bu dönem en yüksek dış ticaret fazlası verilen dönemdir. (1930-1940 arasında da dış ticaret fazlamız var ama bu daha fazla)
7) Ekonomik büyüme 1939 yılına göre 1940’da %8.9 artar iken, 1945 yılında %27’lik bir düşüş yaşanıyor.

5)1946-1960 DÖNEMİ
1) Bu döneme dek uygulanan korumacı politikalar bu dönemde terk edilmiştir. Bunda hem çok partili dönemin yaşanması hem de dünya devletlerinin top yekün aynı politikayı izlemesi yer alır. Böylece serbest ekonomiye geçiş süreci başlamıştır. Bu şekilde uygulanan liberal politikalar; enflasyon, dış ticaret açıkları ve bütçe açıkları gibi olumsuz sonuçları beraberinde getirmiştir.
2) Bu döneme genel bakış;
– Tarım sektöründe üretimi destekleyen ve fiyatları artırıcı politikalar benimsenmiş,
– Sanayi sektöründe özel şirketlerin desteklenmesi amaçlanmış,
– Ulaşım, sağlık, eğitim, altyapı gibi hizmetlerin daha iyi koşullarda sağlanması hedeflenmiş,
– Uluslar arası ekonomik girişimlere dahil olma amacı güdülmüş,
– Kentleşmeye önem verilmiş, ayrıca kırsal kesimin kalkınması da amaçlanmıştır.
3) -Türkiye’de yabancı sermayeye ilişkin ilk düzenleme 1925 yılında yürürlüğe giren menkul kıymetler ve kambiyo borsaları kanunudur. Bu kanunla ülkeye döviz girişi düzenlenmiştir.
– İkinci düzenleme 1930 yılında çıkarılan Türk parasının kıymetini koruma kanunudur ki bu kanunla döviz ve sermaye hareketleri denetlenmiştir. (yani bu 2. düzenleme yabancı sermayeye karşı bir düzenleme)
-Türkiye’ye döviz dışındaki alanlarda da yabancı sermaye girişlerine izin veren ilk yasal düzenleme 1954 yılında yürürlüğe giren yabancı sermayeyi teşvik kanunudur. (bu kanun ocağımıza incir ağacı dikecek)
4) Dünya ekonomisine dahil olma ve dış ticarette etkin bir yer edinme amacıyla Türkiye 1947 yılında IMF, Dünya bankası ve Avrupa iktisadi iş birliği örgütüne üye olmuştur.
5) 1930’lu yıllarda fiyatlar genel seviyesi düşme eğilimindeyken 2. dünya savaşı ile birlikte enflasyon yaşanmış ve dolayısıyla ihracat oldukça düşmüştür. Hükümet ihracat rakamlarını artırmak için 7 eylül 1946 tarihinde devalüasyon yapmıştır. Alınan kararla;
– TL’nin yabancı paralar karşısında değeri düşürülmüş (1$=130 kuruştan 1$=282 kuruşa yükseltilmiş)
– İthalatçı birlikler kaldırılmış, ithal edilebilecek mal sayısı artırılmıştır
– Yabancı sermaye kısıtlamaları kaldırılmıştır,
– Gümrük tarifeleri hafifletilmiştir.
6) Bu dönemde 2. dünya savaşından olumsuz etkilenen ülkelere destek amacıyla ABD dış işleri bakanı Marshall tarafından hazırlanan Marshall planı (1948-1951 arası yürürlükte) devreye giriyor ki Truman doktrininin devamı niteliğinde kabul edilir. (Truman dönemin ABD başkanı) Bu plan çerçevesinde Türkiye’de yardım alıyor ve Türkiye’nin rolü tarım ve madencilik sektöründe gelişim sağlamak olarak belirlenmiştir. Marshall planı ile yeni devletçilik anlayışı benimsenmiş, bu anlayış dahilinde;
– Türkiye İktisadi kalkınma planı (1947)
– Yabancı sermaye teşvik kanunu (1948)
– Türkiye sınai kalkınma bankasının kurulması (1950)

7) IMF ve Marshall planının etkisiyle 1947 yılında Türkiye İktisadi Kalkınma planı hazırlanmıştır. Süleyman Vaner tarafından hazırlandığı için Vaner planı olarak da bilinir.
Bu planla birlikte;
– Enerji, ulaştırma ve tarım sektöründe yatırımlar artırılması (bu dönemde ulaştırma ve haberleşme sektörü tüm kamu harcamalarının %44’ünü kapsar.)
– Özelleştirmeye destek verilmesi (özelleştirmenin başlangıcıdır)
– Kırsal kesimin ekonomik standartları yükseltilmeye çalışılmıştır.
(gerçek kalkınma planı sayılmaz birinci beş yıllık kalkınma planı ilk kalkınma planımız)
8) 22 kasım 1948 tarihinde sendika ve odaların çabaları ile İzmir iktisat kongresinden sonra 2. iktisat kongresi düzenlenmiştir. Devlet kongreye dahil olmamıştır bu nedenle etkisi beklendiği kadar büyük olmamıştır. Kongrede ekonomik gelişememenin en büyük nedeni devletin ekonomiye müdahalesi olarak görülmüştür.
9) 4 ağustos 1958 tarihinde devalüasyon ve moratoryum yaşanmıştır. Dış piyasalarda yaşanan durgunluk ve iç piyasalarda görülen daralma dış borcu artırmıştır. 256 milyon dolara ulaşan dış borcu ödemede zorluk çeken ülke moratoryum ilan ederek devalüasyon yapmıştır. 4 ağustos kararları ile iç fiyatlarda istikrar sağlamak (enflasyon artışını engellemek) ve ödemeler bilançocusunu dengeye getirmek amaçlanmıştır. Enflasyonist baskıların azaltılması için sıkı para ve sıkı maliye politikaları uygulanmış, vergiler artırılmıştır.
Devalüasyon ile 1TL=0.11$ olarak belirlenmiştir. Ayrıca IMF ile anlaşılan paket dahilinde çoklu döviz kuru uygulanmıştır. (ithalatta farklı döviz kuru, ihracatta farklı döviz kuru yani farklı ülkelere farklı döviz kuru uygulaması)
10) Tarım bu dönemde istenilen düzeye gitmiyor. 1945 yılında çiftçiyi topraklandırma yasası çıkarılıyor. Marshall planı dahilinde traktör sayısı artırılıyor, yine Marshall ve Vaner planı etkisiyle tarım sektörüne verilen kredilerde artış gözleniyor.
11) 1946-1953 yılları arasında sanayide yaşanan gelişmeler;
– Türkiye sınai kalkınma bankası kuruluyor,
– özel kesime dayalı sanayi teşvik ediliyor,
– kamu iktisadi teşebbüsleri kuruluyor,
– kamu kesimi sanayi kuruluşlarının verimliliklerinin artırılması,
– altyapı, enerji ve haberleşme gibi alanlarda gelişmeler yaşanıyor,
– ara malların üretimi artırılıyor,
– ithal ikameci politikalar uygulanıyor (???)
12) Dünya bankasının desteği ile 1950 yılında kurulan Türkiye sınai kalkınma bankasının amaçları;
– özel kesim sanayi kuruluşlarına destek vermek, yeni sanayi sektörü alanları meydana getirmek,
– yerli ve yabancı ortak sermayeli sanayi kuruluşlarını teşvik etmek,
– kredi olanakları sağlamak,
– üretimin yurt içinde yapılmasını avantajlı kılacak önlemler almak,
– sanayinin yoğunlaşmış alanlarda yapılmasını teşvik etmek
13) Bu dönemde kurulan kamu iktisadi teşebbüsleri;
– MKE 1950 yılında
– gübre kurumu 1952 yılında
– et balık kurumu 1952 yılında
– Türkiye çimento kurumu -1953 yılında
– Türkiye petrolleri anonim ortaklığı -1954 yılında
– Devlet malzeme ofisi -1954 yılında
– Selüloz ve kağıt kurumu 1955 yılında
– Demir- çelik kurumu- 1955 yılında
– Türkiye kömür işletmeleri kurumu 1957 yılında
14) Enerji sektöründe TPAO’nun kurulması ile ham petrol üretiminde önemli artışlar görülmüştür. Hidroelektrik elektrik enerjisi üretmede de artış yaşanmıştır.
15) Hizmet sektörü savaş sonrasında gelişim göstermiştir. Bunun sebepleri; nüfus artışı, şehirleşme oranının artışı, toplumsal ihtiyaçların artması (eğitim, sağlık gibi), sanayileşme hareketlerinin artması olarak görülebilir. 1954-1959 yılları arasında; Hizmet sektörü içinde en yüksek pay ticaret sonra sırasıyla devlet hizmetleri, ulaştırma ve haberleşme hizmetleridir.

6) PLANLI KALKINMA DÖNEMİ (1960-1980)
1) Ekonomi kalkınma politikaları ile yönetilmiştir. İthal ikameci politika uygulanmıştır. Kalkınma planları bu dönemde 4 kez hazırlanmış ve uygulamaya konulmuştur. (10. kalkınma planı 2014-2018 ve sadece 2007-2013 arasında 7 yıllık olarak uygulanmış gerisi 5 yıllık) İlk 4 kalkınma planının ortak özellikleri;
– ekonominin tarihsel gelişimi göz önünde tutularak değerlendirilmektedir,
– toplum yapısına uygun çözümleri sağlayacak şekilde hazırlanmıştır,
– ana hedef ve temel kriter ekonomik büyüme oranındaki değişimlerdir,
– kalkınma planlarında sanayi sektörüne öncelik verilmelidir.
2) Kalkınma planlarının hazırlanmasına neden olan unsurlar; aşırı enflasyon, sürekli dış ticaret açığı, sermayenin etkin kullanılamaması, dış çevrenin baskıları (IMF), ekonomik dalgalanmalardan etkilenmeyecek istikrarlı bir yapıya ulaşma isteği.
3) İlk uygulamaya konulan kalkınma planı 1963 yılı, sonra her 5 senede bir tane geliyor. İstisnalar ise; 3-4, 4-5, 6-7 ve 8-9 arasında birer yıl boşluk var ve 9. plan 7 sene. Yani;
(63-67, 68-72, 73-77, 79-83, 85-89, 90-94, 96-00, 01-05, 07-13, 14-18)
4) Birinci beş yıllık kalkınma planı 1963-1967 yılları arasında uygulamaya koyulmuştur. Ana hedef büyüme ve %7’lik oran ön görülmüştür. Nüfus artış hızının düşürülmesi, gelir dağılımında adaletin sağlanması, tasarrufların artırılması, işsizliğin azaltılması, para ve sermaye piyasasının geliştirilmesi gibi hedefler de var. Genel anlamda başarı sağlandı.
5) İkinci beş yıllık kalkınma planında (1968-1972) da temel hedef yıllık %7’lik bir büyüme ve dönem sonunda %40’lık artışa ulaşma. Bunun dışında ekonominin dışa bağımlılığının azaltılması, kalkınmanın dengeli ve adaletli sağlanması için kişi başı milli gelirin 2600 liradan 3200 liraya çıkarılması da diğer hedefler. 1970 yılında arzın talebi karşılayamaması sebebiyle bunalım yaşandı ve 10 ağustos 1970’de devalüasyon yapılarak 1$ 15 lira olarak belirlendi. (3. devalüasyondur, 1946-1958-1970)
6) İlk iki planda tarımda büyüme hedefi %5.7 ancak 1970 devalüasyonu ile bu oran yakalanamamış ve %3.8’de kalmış.
7) Sanayi sektörü ilk 2 planlama döneminde sürükleyici sektördür. Hem özel hem kamu teşvik edilmiş, kredi kolaylıkları sağlanmış ve vergi kolaylığı getirilmiştir.
8) Bankacılıkta ise; 1963 yılında sınai yatırım ve kredi bankası, 1964 yılında amerikan – Türk dış ticaret bankası kurulmuştur.
9) Üçüncü beş yıllık kalkınma planı 1973-1978 yılları arasında uygulamaya konuluyor, ilk iki plandan farklılıklar var sebebi ise sanayi sektöründe istenen hedefe ulaşılamaması, dünya finansal piyasalarında yaşanan ekonomik bunalımlar (petrol krizi), 12. mart 1971 askeri harekatı ve Avrupa ekonomik topluluğunun önerileri sayılabilir. Üçüncü beş yıllık kalkınma planının temel hedefi yıllık %9 büyüme, sanayinin milli gelirdeki payının %40’a çıkarılması ve bunun sonucunda tarımda istihdam edilenlerin azaltılarak sanayi sektöründe çalışanların payının arttırılması, tasarrufların arttırılması ve dışa bağımlılığın azaltılması da hedefler arasında. 1,2 ve 4. planlarda hedeflerde vergi yükü azaltması varken 3. planda vergi yükü arttırılmayı ön görmekte, bunun sebebi Kıbrıs savaşıdır.
10) 1979 yılında dördüncü plan devreye girdi, devreye girdiği dönem rezalet, dış açık çok, büyüme yavaşlamış, işsizlik ve enflasyon artmış. Bu nedenle hedef ekonomik gelişmenin hızlandırılması, ileri sanayileşmenin gerçekleştirilmesi, dış borçların azaltılması, teknolojinin geliştirilmesi gibi hedefleri ön görmüştür. Büyüme hedefi yıllık %8.2. (1 ve 2 de %7 3’de %9 du)
11) 1925-1980 arası nüfus; ilk sayım 1927’de (ilk tarım sayımı da bu yıldaydı) 13 milyon kişi, ikinci sayım 1935’de ve 16 milyon kişi bundan sonra her 5 yılda bir sayım yapılıyor. 1990 yılından itibaren 10 yılda bire düşürülüyor. En çok nüfus artışı 1927-1935 arasında, en düşük artış hızı ise 1940-1945 yılları arasında. (savaş var ondan)

7) 1980-1990 DÖNEMİ
1) 1980 sonrası küreselleşme hız kazandı ve doğal olarak liberal politikalara dönüş yaşandı, dışa açık ekonomi benimsendi.
2) 24 ocak 1980’de yani 4. plan içerisindeyken Ortodoks istikrar (ekonomik dönüşüm) kararı uygulamaya konuldu, bununla birlikte kamu kesiminin etkinliğinin azaltılarak, özel sektörün bu görevi üstlenmesi amaçlanıyor, ithalatı artırıcı ve yabancı sermayenin ülkeye çekilmesini sağlayacak düzenlemeler yapılmıştır. (ara madde, ham madde ithalatı)
3) 24 ocak kararlarına ek olarak bu dönemde IMF ile standby imzalanıyor. Stand by ile birlikte para arzının kısılması, serbest faize geçilmesi, Türk lirasının yüksek oranda devalüe edilmesi, açık kapatmaları için KİT’lere zam yapma yetkisinin verilmesi gibi önlemler alınmış, 1981 yılında günlük döviz kuru uygulanmaya başlanmış ve Sermaye piyasası yasası yürürlüğe girmiştir. Bu süreç içerisinde 1980 yılında %107 oranında olan enflasyon 1982 yılında %25 oranına gerilemiştir.
4) Türkiye’de 1982 yılında ilk finansal kriz yaşanmıştır. Bunun sebebi küçük bankaların faiz yarışına girmeleri ve sıkı para politikalarının uygulanmasıdır.
5) 24 ocak kararlarının olumlu etkileri; ithalat kısıtlamalarının azaltılması ile devletin gümrük vergisi kazancının artması, ihracat da devalüasyon ile artışa geçiyor ve 1979’da %3 civarındayken 1987’de %16 dolaylarına çıkıyor. Olumsuz etkisi ise girdiler nedeniyle fiyatların artmasıdır.
6) 1986 yılında borsa kuruluyor ve merkez bankası 1987 yılında açık piyasa işlemlerine başlıyor.
7) 1985-1989 yılları arasında 5. plan uygulanıyor. Diğer planlar gibi büyüme temel hedef, dışa açık politika, AET ile kriz sonrası bozulan ilişkileri düzeltmek, ülkeye sıcak para girişi sağlamak gibi hedefler var. Yıllık %6.3 büyüme hedefleniyor. ( 7-7-9-8.2-6.3 ilk 5 planda hedefler)

8)1990-2000 DÖNEMİ
1) 1990-1994 yılları arasında uygulamaya konulan 6. plan; rekabete açık ekonomi modeli benimseniyor, enflasyonla mücadelede talep kontrolüyle birlikte arzın arttırılmasını sağlamak, sanayi sektöründe kısa dönemde üretimi arttırıcı yatırımlar yapmak, yıllık %7 büyüme gerçekleştirmek

TÜRKİYE’DE İKTİSAT POLİTİKALARININ GELİŞİMİ
(1923-2003)
Giriş
Ekonomik yapının geri kaldığı Osmanlı Devleti’nin son dönemi ile Cumhuriyet yönetimine geçişte sekiz yıl ve bu sürenin son dört yılındaki Anadolu’daki ölüm-kalım savaşı, Cumhuriyet dönemindeki iktisat politikası arayışlarını ve kurumsal yapıyı derinden etkilemiştir. Bununla birlikte elde edilen başarılar veya başarısızlıklar tümüyle geçmişe bağlı değildir. Her dönemin kendi içerisindeki oluşumlar da bu gelişmeleri etkilemiştir. Bu yüzden iktisat politikası uygulamaları ve dönüşümlerinin başarı ve başarısızlıklarının yargılanması yerine saptamalar üzerinde durmaktayız. Bu açıdan bakıldığında, çalışma; Cumhuriyet’in kuruluşundan günümüze kadarki seksen yıllık dönemi kapsayan geniş bir süreci resmetmekle birlikte analiz açısından bir durum saptaması niteliği taşımaktadır.
Bu saptamalar, günümüze kadarki gelişme sürecini belirli dönemlere ayırarak yapılmaktadır. Dönemleme önemli bir sorundur ve incelenen ve öne çıkarılan konular açısından çok farklı şekillerde yapılabilir.
Bizim yaklaşımımız , 1923’ten günümüze kadar geçen süreyi üç genel döneme -1923-1946, 1946-1980 ve 1980’den günümüze- ve bunları da genel dönemlemelerden özü itibariyle ayrılamayan ve analizi kolaylaştıran alt bölümlere ayırmaktır. Böyle bir dönemlemenin yapılmasında önemli gördüğümüz iki husus rol oynamaktadır. İlki, ulus-devlet kurma çabası, ikincisi dünya konjonktüründeki gelişmeler. Aslında ulus-devlet kurma çabasının 1923-1980 dönemini kapsadığını söylemek yanlış olmaz. Ancak bu dönemin iki aşaması bulunmaktadır. 1923-1946 yıllarını kapsayan birinci dönem henüz dünyada egemen bir düzenin olmadığı süreyi, 1946’dan 1980’e kadar ise dünya düzeninde böyle bir egemen gücün olduğu (Pax Americana) süreyi ifade etmektedir. 1923-1980 arasındaki sürecin Türkiye’deki iktisat politikalarını etkileyen ve şekillendiren unsurları ise dönem dönem hızlanan karma ekonomi ve ithal ikamesi -1930 sonrasında Keynesçilikle birleşen- ile sosyal refah devleti uygulamalarıdır.
1980 sonrası döneme damgasını vuran gelişme ise ulus-devletin yeniden yapılanması ve yeni devlet modelini bulma arayışlarının küreselleşmenin ikinci dalgası ile biçimlenmesidir.
1. 1923-1946 Dönemi
1.1. Dışa Açık Ekonomi: 1923-1929
Genç Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı İmparatorluğu’nun son döneminde, dünya ekonomisi içinde hammadde ihracatçısı, sınai ürün ithalatçısı ve dış borçlanmalar, Duyun-u Umumiye İdaresi ile sürekli imtiyazların verilmiş olduğu bir iktisadi yapıyı devralmıştır . 1923-1929 arasındaki yıllar devlet işletmeciliği ve müdahalelerinin asgari düzeyde tutulduğu ve piyasa şartlarında sanayileşmenin benimsendiği yıllardır. Bunda iki önemli husus rol oynamıştır. Birincisi ilk yıllardaki mevcut ekonomik tablo, ikincisi de dönem içerisindeki gelişmelerdir.
İlk yılların ekonomik tablosunu yokluklar belirlemektedir. Bu yoklukların en başında ise milli ellerde sermaye birikiminin olmaması gelmektedir. İlk yıllardaki iktisat politikalarının atmosferinde ve daha sonraki uygulamalarda bu yoklukları ortadan kaldıracak, sermaye kazançlarını milli olmayan unsurlardan milli unsurlara aktaracak, kalkınma hamlesini devlet desteğiyle ve milli özel girişimci eliyle sağlayacak milli iktisat anlayışı bulunmaktadır . Ancak Lozan Antlaşmasının gümrüklerle ilgili düzenlemeleri nedeniyle korumacı, sanayileşmeci milli iktisat anlayışı arka planda kalmıştır.
Dönem içinde iktisat politikalarını etkileyen iki önemli gelişme, İzmir İktisat Kongresi ve Lozan Barış Antlaşmasıdır. Atatürk daha Cumhuriyet ilan edilmeden Şubat 1923’te İzmir’de, izlenecek iktisat politikalarının ve iktisadi kalkınma hamlelerinin tespiti için iktisat kongresini toplamıştı . Çağdaş uygarlık seviyesine ulaşmada Batının birtakım kurum ve kuralları alınarak en kısa zamanda iktisadi ve toplumsal gelişmeye ulaşılması istenmekteydi.
İlk yılların iktisat politikalarına damgasını vuran ve iktisat politikalarında dışa açık bir yapının izlenmesine neden olan diğer önemli gelişme Lozan Barış Antlaşması’dır. Antlaşmanın 28. maddesinde Türkiye’de kapitülasyonların her bakımdan kaldırıldığı hükme bağlanmakla birlikte diğer iki önemli gelişme lehimize sonuçlanmamıştır. Antlaşma hükmü gereği, gümrük tarifelerinin beş yıl süre ile 1916 yılındaki seviyede tutulması, sınai üretimi bir süre daha gümrük korumasından mahrum bırakmıştır. Ayrıca Osmanlı dış borçlarından bir bölümü genç Cumhuriyet tarafından devranılmış ve daha başlangıçta borç yükü altına girilmiştir.
Bu tarihlerde iktisat politikası ile ilgili kararları uygulamak amacıyla bir dizi düzenleme de yapılmıştır . Ancak bütün çabalara rağmen ülke arzu edilen düzeyde hızlı bir sanayileşme atılımı gösterememiştir. Bunun nedeni yukarıda izah edilen faktörlerin yanısıra, altyapı, sermaye, girişimci ve teknik eleman yetersizliğidir. Yabancıların belirsizlik nedeniyle yeni yatırımlara gitmemesi ve gayrı müslim azınlıkların ülkeyi terk etmesi sınai üretimi olumsuz etkileyen diğer nedenlerdir. Devletin sanayiye yatırım yapmak eğilimi vardır, ancak yetersiz kamu sermayesinin önemli bir bölümü demiryolu yapımı ve yabancıların elindeki demiryollarının satın alınmasında kullanılmıştır. Milli iktisat anlayışı içerisinde sermayenin yerli ellerde toplanması istenmektedir.
Bu dönemde Milli İktisat anlayışının da etkisiyle para politikasında sağlam ve istikrarlı para anlayışı hakim olurken maliye politikasında denk bütçe ve düzgün ödeme ilkesi benimsenmiştir. Genişlemeci bir maliye politikasından titizlikle kaçınılırken, açık finansmana ve borçlanmaya sıcak bakılmamış, önce gelirin edinilmesi sonra harcanması söz konusu olmuştur. Bu dönemde zaten merkez bankasının bulunmayışı kağıt para arzının artırılması ihtimalini de ortadan kaldırmıştır. Para ve kredi faaliyetlerini düzenleyecek bir milli bankanın kurulmasına ilişkin İzmir İktisat Kongresi’nde başlatılan faaliyetler ancak 11 Haziran 1930’da 1715 Sayılı yasayla T.C. Merkez Bankası’nın kurulmasıyla sonuçlanmıştır .
1.2. Devletçilik: 1930-1939
1930 ve 1931 yılları korumacı-devletçi iktisat politikalarının hakim olduğu döneme geçişi temsil eden yıllardır.Dünya ekonomisinin girdiği büyük bunalım yıllarında Türkiye ekonomisi dışa kapanarak devlet eliyle bir sanayileşme hamlesine girmiştir. Krizin hammadde fiyatlarını sanayi fiyatlarından daha çok düşürmesi sonucu bir önceki dönemdeki serbest ticaret-açık kapı politikalarının sürdürülmesinin dış ticarette yaratacağı olumsuz gelişmeler sezilmişti. 1929’da Lozan’ın sınırlamalarının da son bulmasıyla ithalatı denetleyen koruma önlemlerine başvurularak koruma duvarları altında eskiden ithal edilen sınai tüketim mallarında ithal ikameci yatırımlara gidildi. Böylece bunalım döneminde azgelişmiş ülkelerin sanayisiz yapıyı değiştirmeye yönelik ilk adımlarına Türkiye de katıldı.
Devletçi iktisat politikaları iki şekilde yürütüldü. İlki devlet işletmeciliği, ikincisi de fiyat mekanizması, dış ticaret gibi konularda iktisadi yaşamın kontrol yoluyla düzenlenmesi. Bu kapsamda bir dizi kanun ve düzenleme çıkarıldı.
Bu yıllarda Türkiye planlama deneyimi de yaşadı. Hatta Sovyetler Birliği’nden sonra dünyada ilk planlama deneyimlerinden birinin Türkiye’de yaşandığı söylenebilir.
1930-1939 yılları genel olarak değerlendirildiğinde, dünya ekonomisi krizin etkileri ile uğraşırken ve geri kalmış ülkelerin birçoğunu da bu bunalıma çekerken, Türkiye’nin bir ölçüde krizin dışında kalmayı başardığı ve sanayileşme adına önemli adımlar attığını söylemek mümkündür. Bunu da mümkün olduğu kadar dışa kapalı bir iktisat politikası ışığında ve kamunun sanayi teşebbüslerinin yatırımlarını planlama çabaları ile gerçekleştirmiştir.
1.3. Savaş Yılları: 1940-1945
1940-1945 yılları savaş yıllarıdır. Bu dönemde, savaşın çıkması ile birlikte seferberlik havasına giren Türkiye’de, faal nüfusun önemli bir kısmının silah altına alınması ve devlet bütçesinin giderek artan oranının savunma giderlerine ayrılması, kısaca 1940-1945 arasında ülkenin bir savaş ekonomisine girmesi söz konusudur.
Dönemin tümü dikkate alındığında temel ve ara malların dağıtımının devlet eliyle yapıldığı; resmen özel ticarete bırakılan alanlarda ise Milli Korunma Kanunu’nun öngördüğü polisiye tedbirlerinin ve fiyat kontrollerinin uygulandığı söylenebilir. Varlık vergisinin de aynı doğrultuda uygulandığı belirtilmelidir . Söz konusu düzenlemelerin hangi alanlarda ve nasıl etkiler yarattığı konusu çalışmamızın çerçevesini aşacağı için burada girmeyeceğiz. Ancak savaş ekonomisinin gerektirdiği koşullar içinde bu önlemlerin kaçınılmaz olmakla birlikte, karaborsa, vurgun ve spekülasyon ortamını da beraberinde getirdiği, bu ortam içinde Türkiye’de kapitalizmin gelişmesinde önem taşıyan sermaye birikimi rejimine de yol açtığını vurgulamadan geçemeyeceğiz .
2. 1946-1980 Dönemi
2.1. Yeni Dünya Düzeni (Serbest Dış Ticaret): 1946-1960
1929 Büyük Dünya Bunalımı ve devam eden yıllarda yaşanan İkinci Dünya Savaşı korumacı, ithal ikameci politikaları gündeme getirmiştir. Bu süreçte devletin ekonomiye müdahalesi ve teorik ve pratik altyapısının uluslararası Keynesçilikle atılmış olması savaş sonrasında ithal ikameci birikim modelinin AGÜ’lerde benimsenmesinin ön hazırlığı olmuştur. Bu çerçevede tek merkez devlet konumundaki ABD’den yayılan üretken sermaye, çevre ülkelerdeki sanayileşmenin yönünü belirlemiştir .
Türkiye’de tek partili rejimden çok partili parlamenter rejime geçiş yılı olan 1946, iktisadi yapıdaki dönüşümlerin de başlangıcı sayılabilir. Savaş sırasında İsmet İnönü’nün Türkiye’nin savaşa girmesini önlemesi ve Fransa ve İngiltere ile ilişkileri sürdürmesi, bundan sonra da ilişkilerin batı ile devam ettireceğini gösteriyordu. Bu oluşum çok partili sisteme geçmeyi zorunlu hale getiriyordu. Bunun ekonomik anlamdaki yansıması ise devletçilikten ayrılıp liberal ekonomiye yönelmeydi.
İkinci Dünya Savaşı yıllarında, özellikle ticaret sermayesi birikiminin hızla artması ve bu kesimin iç ve dış etmenlerin de katkısıyla toplumsal ve ekonomik gelişmelerde ön plana çıkması dönüşümün belirleyici özelliği olmuştur. Bu özellik, tarım kesiminde hızlı makineleşme, yeni alanların tarıma açılması, fiyat destekleme politikaları ile kırsal kesimin pazara yönelmesi ile destek kazanmıştır .
Kırsal alanın pazara açılması ve İkinci Dünya Savaşı sonrasında dünyada esen tüketim rüzgarları ve bundan Türkiye’nin de etkilenerek yerli tüketim kalıplarını değiştirmeye başlaması iç pazarın genişlemesine önemli ölçüde katkıda bulunmuştur. Cumhuriyetin kuruluşundan 1929 yılına kadar gözlenmiş olan ekonomide serbest dışa açık politikaların 1946 yılından itibaren, fakat farklı bir ortamda yeniden gündeme geldiği söylenebilir . Türkiye 1930 öncesinde olduğu gibi, temel tarım ürünleri ve hammadde ihracatçısı ve mamul mal ithalatçısı konumuna bürünmüş, ABD de bu yapının sürdürülmesinde ısrar etmiştir .
Savaş sonrasında yeterli döviz rezervi bulunan hatta dış ticaret fazlası olan Türkiye, dünya ekonomisindeki serbestleşme doktrininin etkisiyle dış yardım arama çabasına girişmiş ve Truman Doktrini, daha sonra da Marshall Planı çerçevesinde dış yardım almıştır.
Dönem içinde, özellikle de 1950’de Demokrat Parti’nin iktidar olmasından 1954 yılına kadar, dışa kapalı ve korumacı, içe dönük iktisat politikaları hızla terk edilmiş, serbest dış ticaret rejimi benimsenerek, dış pazarlara yönelik bir kalkınma anlayışı izlenmiştir . Ancak, ithalat artışının dış açıkları kronik hale getirmesiyle, ekonomik yapı dış yardım, kredi ve yabancı sermaye yatırımlarına dayanarak ayakta durabilen bir duruma gelmiştir.
Kronikleşen dış açıkların finanse edilme biçimi ise döviz bağımlılığı koşullarının yaratılma sürecini hızlandırmada büyük rol oynamıştır. Bu yıllarda her yıl dış açık verilmeye başlanmasına rağmen ülkeye verilen dış yardımlar döviz kıtlığı koşullarının oluşmasını bir süre engellemiştir. Bu süreç ise ilerde döviz bağımlılığını giderek belirgin hale getirmiştir.
1954 yılından itibaren gerek dış ticarette gerek tarım sektöründe meydana gelen tıkanmalar sonucunda tarıma ve dış ticarete dayalı sanayileşme politikası terkedilerek, yerine sanayileşmeye öncelik veren korumacı, ithal ikamesine yönelik politikalar tercih edilmiştir. Türkiye bu dönemden itibaren iç pazara yönelik, tüketim malları üretimini ön plana çıkaran bir ithal ikameci sanayileşme sürecinde yol almaya başlamıştır .
İthal ikameci sanayileşmenin uygulandığı, dönemin ikinci yarısında da enflasyon oranı düşürülememiş, dış ticaret açıkları kapatılamamıştır. 1958 yılına doğru Avrupa İktisadi İşbirliği Teşkilatı dış yardımların gereken düzeyde sürdürülebilmesi için bir istikrar programının uygulanması gerektiğini ileri sürmüştür. Türkiye dış yardımların kesilmesini göze alamadığından 4 Ağustos 1958’de istikrar programını uygulamaya koymuştur.
Programla devalüasyon yapılmış, dış ticaret rejimi yeniden düzenlenmiş, para arzı kontrol altına alınmış, KİT ürünlerinin fiyatları yükseltilmiştir. Ancak bu yıllarda devalüasyon ve KİT fiyatlarının yükseltilmesi fiyatlar genel seviyesinin hızla yükselmesine yol açmış, fiyat artışları 1959 yılında da devam etmiştir.
Sonuç olarak 1958 istikrar programı da enflasyonu önlemede ve ödemeler dengesi açıklarını gidermede başarılı olamamış ve 1959 yılında ekonomide bir durgunluk baş göstermiştir.
2.2. Planlama ve İthal İkamesinde Birinci Aşama :1960-1970
1950-1960 yıllarını kapsayan on yıllık dönem boyunca muhalefetin de etkisiyle sürekli, iktidarın plansız uygulamalarının yarattığı olumsuz gelişmelerden söz edilmiş; bu durum kamuoyunda bir planlama özlemi doğurmuş ve Türkiye’de tüm sorunların planlama ile çözülebileceği kanısı uyanmıştır. 27 Mayıs 1960 tarihinde Silahlı Kuvvetler ülke yönetimine el koyduğunda ekonomi 1958 bunalımından çıkmıştır, ancak 1950’lerin sonunda yaşanan maliye ve dış ödemeler dengesizliklerinin yarattığı piyasa kıtlıkları iktisadi plan konusunu iyice gündeme oturtmuştur . Ekonomiyi planlara bağlamak, yatırımları planlarla yürütmek Demokrat Parti’nin siyasi anlayışına ters düşmesine rağmen ABD ve dış yardım kuruluşlarının çevre ülkelerin içe dönük sanayileşme modelinin işleyebilmesi için planlamanın gerekli olduğu yönündeki telkinleri, dış yardımların tehlikeye düşmesi olasılığı karşısında Türkiye’yi dönemin siyasi iktidarı tarafından bir Koordinasyon Bakanlığı’nın kurulmasına kadar götürmüştür . Bu açıdan bakıldığında planlı bir ekonomiyi dış borç veren çevreler de istemektedir. Verilen borçların geri alınması açısından, dış borçlanma ve yabancı sermaye girişi, ekonominin belirli programlara göre düzenlendiği güvenilir ve açık bir ortamı gerektirmektedir. Nitekim daha sonra Birinci Beş Yıllık Kalkınma Planı’nın hazırlanmasında katkıda bulunacak olan Tinbergen incelemeler yapmak üzere Türkiye’ye gelmiş ve bir iktisadi danışma kurulu kurulmuştur .Söz konusu gelişmeler 1960 sonrası planlamanın çekirdeğini oluşturmuştur.
1960’lar planlama çerçevesinde ithal ikameci sanayileşme stratejisinin temel hedefleri doğrultusunda başarılı sayılacak uygulamaların yaşandığı yıllar olmuştur. İthal ikameci sanayileşme politikası her ne kadar yoğun devlet müdahalesini zorunlu olarak içinde barındırsa da bu noktada müdahaleler daha çok özel kesimin sermaye birikim koşullarının sağlanmasına yönelik olmuştur.
Milli Birlik Hükümeti’nin desteğini alan ve bir süper bakanlık hüviyetine bürünen DPT’nin vasıtasıyla bu dönem içerisinde KİT’lerin Merkez Bankası tarafından para basılarak finanse edilmesine son verilmiş, yine KİT’lerin birbirlerine olan borçları temizlenerek kamu kuruluşlarının Merkez Bankası’na olan net borçları Hazine’ye devredilmiştir .
1960’lı yılların sonuna doğru KİT’lerin Merkez Bankası’ndan borç alma yolu kapanmış olmasına rağmen, hükümetin para basarak gelirlerinin üstünde harcama yapması ve popülist amaçlarla sübvansiyon dağıtma geleneğini devam ettirmesi, ayrıca dış borçlar konusunda yaşanan olumsuzluklar 1950’lerin sonunda yaşanan sürecin tekrar karşımıza çıkmasına neden olmuştur .
2.3. İthal İkamesinde ikinci Aşama: 1970-1980
Türkiye ekonomisi 1960’lı yılların sonuna kadar tarım, hizmetler, sanayi ve diğer sektörlerde önemli gelişmeler kaydetmiştir. Fakat, bu gelişmelerin büyük bir bölümü dış borçlardan karşılanmıştır. Böyle bir gelişme stratejisinin ekonomiyi eninde sonunda büyük bir darboğaza sürükleyebileceği kolayca tahmin edilebilir. 1970 yılında söz konusu darboğazı aşabilmek, iç kaynakların etkin kullanımını sağlamak ve yeni kaynaklar yaratmak amacıyla, dönemin hükümeti, bir yandan Finansman Kanunu ile yeni vergi düzenlemelerine giderken, bir yandan da ihracatın sürekli olarak plan ve programlarda gösterilen hedeflerin altında kalması nedeniyle %66,6 oranında devalüasyon yaparak Türk Lirası’nın değerini düşürmüştür.
Devalüasyondan sonra hızlanan ihracat ve işçi dövizi girişi nedeniyle döviz rezervleri artmış, fakat daha sonraki yıllarda özellikle petrol fiyatlarındaki yükselme sonucu artan döviz gereksinimleri ve ihracatın gerilemesi nedeniyle rezervler kısa sürede erimiş ithalatı karşılamak için aşırı bir şekilde borçlanmaya gidilmiştir.
Borçlanmanın kolayca yürütülebilmesi için dış ticaret ve kambiyo rejimlerinde yeni ayarlamalara gidilmiş, dış kaynak bulabilmek için daha önce kullanılmış olan yöntemler tekrar güncelleştirilmeye çalışılmıştır(Türkiye’de DÇM gibi).
Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren, Türkiye uzun bir süre ithal ikame sanayileşme politikası izlemiştir. 1954 yılı ve sonrasındaki döviz bunalımı yıllarında, ithal ikamesi sermaye birikiminin en önemli kaynağı olmuştur. 1960 sonrasında ise, ithal ikamesi, planlar ve diğer yasal ve kurumsal düzenlemelerle resmileşmiştir. Türkiye ekonomisi, ithal ikamesinin birinci aşaması sayılan ve birinci plan dönemini kapsayan 1963-1967 döneminden sonra, 1970’li yıllardan itibaren ithal ikamesinin ikinci aşaması olan ara ve sermaye malları ikamesi aşamasına geçmiştir. Dönem boyunca petrol krizinin yarattığı olumsuz gelişmelere rağmen stratejide herhangi bir değişiklik olmamıştır . Ancak, dönemin sonunda ithal ikamesinin büyümeye olan katkısının negatif olduğu ortaya çıkmıştır. Ayrıca, ekonominin ithalata olan bağımlılığı da artmıştır.
Türkiye’de, ithal ikamesi kapsamında yürütülen korumacı ve popülist politikalar, ülkeyi üretmeden tüketir hale getirmiş ve bu tüketim yapısı ısrarla sürdürülmeye çalışılmıştır. Bu şekildeki bir yapılanma nedeniyle, özel kesim daha karlı bulduğu iç pazara yönelmiş, ithalata bağımlılık giderek artmış ve ithal ikamesinden beklenen dışarıyla rekabet edebilecek ve ihracata yönelebilecek bir sanayi yapısı kurulamamıştır. Dönem içerisinde, işçi dövizleri, DÇM ve kolay bulunabilen kısa vadeli dış borçlar, söz konusu yapıyı 1979’a kadar taşımıştır . Ancak bu yıllarda, yeni petrol zamları, vadesi gelen dış borçlar ve siyasal istikrarsızlıklar ülkeyi tam bir çıkmaza sokmuştur.
3. 1980’den Günümüze
3.1. 1980-1990 Dönemi: 24 Ocak Kararları
Türkiye’nin ithalatında önemli bir kalem olan petrol fiyatının yükselmesi döviz ihtiyacını önemli ölçüde artırırken buna bir de dış borç bulmada karşılaşılan sorunlar eklenince, Türkiye üretimde kullanılan girdilerini ithal edememeye başlamış, temel mallarda ortaya çıkan kıtlıklar ise karaborsa ve kuyrukları doğurmuştur.
Ekonomideki bu tıkanmanın aşılabilmesi için yeni dış kaynak arayışına girişilmiştir. Dünya Bankası, IMF gibi dış kaynak sağlayan kuruluşlar bu yardımları ekonomide yapısal bir dönüşüm yapılması şartına bağlamışlardı. Bunun üzerine 1980 yılında bu yapısal dönüşümleri de içeren ‘’24 Ocak Kararları’’olarak anılan bir dizi önlem uygulamaya konuldu. 24 Ocak Kararları her ne kadar kararlılık önlemleri gibi algılansa da yeni bir dönüşümün temel taşlarını koyarak kalıcı öğeler taşımaktadır.
Söz konusu önlemlerle ‘’ithal ikameci’’ kalkınma politikasından ‘’ihracata yönelik’’kalkınma politikasına geçilmiş, 80’li yıllar boyunca bu kararlara çeşitli eklemeler yapılmış, değişikliklere gidilmiş fakat ana tema değiştirilmemiştir . Yapılan düzenlemelerle, ekonominin dışa açılması, piyasa mekanizmasının geliştirilmesi, kamu kesiminin sınırlanması, enflasyonun kontrol altına alınması, yabancı sermayenin teşviki hedeflenmiştir.
3.2. 1990-1995 Dönemi: 5 Nisan Kararları
1984-1989 yılları arasında Türkiye ekonomisinde bir genişleme dönemi yaşanmıştır. Bu dönemde Batı ekonomilerinde meydana gelen canlanma, Türkiye’nin izlediği ihracata dayalı büyüme stratejisi ile de örtüşerek ihracatın artmasına neden olmuş ve Türkiye ekonomisi bir genişleme sürecine girmiştir. Fakat 1990’a gelindiğinde dış dünyada iki önemli gelişme Türkiye ekonomisini direkt olarak etkilemiştir. Bunlar, İran-Irak savaşının sona ermesi ve 1990 Körfez Krizidir. Bu iki dış gelişme Türkiye için önemli iki pazarın kaybolmasına neden olmuştur. Türkiye’yi çok yakından ilgilendiren ve etkileyen bu iki gelişmeye ek olarak dünya ekonomisinde de bir daralma süreci yaşamıştır. Tabi ki, bunların hepsi birlikte Türkiye’nin ihracatı üzerinde olumsuz etki yaratmıştır. Ülke içinde kamu açıklarının enflasyon üzerinde yarattığı baskı ve izlenen kur politikası ile diğer ekonomik kötü gidişat 1994 krizine götüren ortamı hazırlamış ve Nisan ayında ekonomik tedbirlerin alınması kaçınılmaz olmuştur.
Söz konusu program sıkı maliye politikası ile sıkı para politikası esasına dayalı ortodoks; ücret artışlarının bütçe ödenekleri ile sınırlı tutulduğu, KİT ürünlerinin fiyatlarının önce artırılıp 6 ay sabit tutulduğu heterodoks politikalar içeren karma bir yapıya sahiptir .
Dönemin koalisyon hükümeti 5 Nisan kararlarını alırken temel sorun olarak, kamu finansmanında yaşanan dengesizliği görmüş ve tedbirlerini o yönde almıştı. Buna göre kısa dönemde, yatırım ve cari harcamalar kısılacak ve geçici vergiler kanalıyla kamu dengesi kısa dönemde tutturulacaktı. Bu amaca kısmen de olsa 1994 yılı içinde ve 1995 yılının ortalarına kadar ulaşıldı. Ancak erken seçim dolayısıyla harcamaların tekrar artırılması ve ek gelirlerin sağlanamaması ile başlanılan noktaya geri dönüldü. MB’nın ve Hazine’nin disiplini bozuldu. IMF, erken seçim kararının alınması ile ekonomideki kontrolü bıraktı.
Seçim sonrası, uzun süren pazarlıklar sonucunda Anayol hükümetinin kurulması ile sorunlar çözülemedi. Koalisyon hükümetinin verimli çalışması mümkün olmadı. Siyasi belirsizlik ekonomide süratle alınması gereken önlemlerin gecikmesine neden olmuştur. O kadar ki, Türkiye ile yeni bir stand-by anlaşması yapabileceğini söyleyen IMF yetkilileri, siyasi belirsizlik dolayısıyla bundan vazgeçerek Türkiye ekonomisinin kötüye gittiğini belirten bir rapor hazırlayarak Türkiye’den ayrılmıştır.
3.3. Son dönem: 1996-2003
1996-1998 yılları arasında kısa süreli hükümetler döneminin yaşanması belirsizliği artırırken, orta ve uzun vadeli istikrar programlarının uygulanması da mümkün olmamış, uygulanan önlemler ise bir defalık kaynak bulmaya yönelik kısa vadeli arayışlar olmuştur. Türkiye ekonomisinde 1995 yılında başlayan hızlı büyüme eğilimi, 1998 yılının Nisan ayına kadar devam etmiş, ancak hem yurtiçindeki siyasi istikrarsızlık hem de Güneydoğu Asya’da ve daha sonra Rusya Federasyonu’ndaki mali kriz nedeniyle sona ermiştir
Bu gelişmelerin sonucunda 1999 yılının sonuna doğru ekonomik görünüm son derece karamsar bir yapıya bürünmüş, ekonomik büyüme -%6.1 olmuş, enflasyon (TEFE) %70’e, Hazine’nin yılllık bileşik faizi ortalama %106’ya ulaşmış, bütçe açıkları ise taşınamaz bir noktaya ulaşmıştır . Artık hiperenflasyon aşamasına gelindiği kanısı hakim olmaya başlamıştır. Bir de buna 1999 yılının seçim yılı olması nedeniyle ortaya çıkan belirsizliğin yarattığı etkiler eklenmiştir. 1999 yılında yeni kurulan koalisyon hükümeti ekonomideki bu kötü gidişatı önlemek ve dış kaynak bulmak amacıyla IMF ile anlaşmaya oturmuştur. Ancak yapılan anlaşma yeni bir sürecin başlatılması şeklinde değil de daha önce başlayan stand-by arayışlarının devamı ve sonucu niteliğinde olmuştur.
1999 Nisan ayı genel seçiminde oluşan üçlü koalisyon hükümeti Temmuz-Aralık aylarını kapsayan, daha önceki sürecin devamı olarak Yakın İzleme Anlaşması uygulamasını başlatmış ve 1999 Aralık ayında da 2000-2002 yıllarını kapsayan üç yıllık orta vadeli stand-by anlaşmasını imzalamıştır. Bu çerçevede Ocak 2000’de sıkı para ve döviz kuru politikası ile bankacılık sektöründe yapısal dönüşümleri içeren ‘’Enflasyonu Düşürme Programı’’ başlatılmıştır . Program 2000 Kasım ve 2001 Şubat aylarında yaşanan krizler nedeniyle kesilmiş ve ‘’Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı’’ uygulamaya konulmuş ve 2002 yılı başında üç yıllık (2002-2004) yeni bir stand-by anlaşması imzalanmıştır.
Aralık 1999 niyet mektubu ile başlayan süreçte programın hedefi enflasyon ve reel faizlerin düşürülmesi ve büyümenin sağlanmasıdır. Bu amaçla istikrar önlemleri olarak enflasyonun üç yılın sonunda tek haneli olması, reel faizlerin düşürülmesi ve kamu kesimi borçlanma gereği (KKBG)’nin azaltılması ve sıkı döviz kuru politikası (döviz kuru çıpasına dayalı anti-enflasyonist) araçları kullanılmaya başlanmış, programda Kasım 2000 ve Şubat 2001 krizlerinden sonra yenilenen 2002-2004 stand-by anlaşması ile bu kez dalgalı kur politikasına geçilmiştir .
Programın yapısal reformlar ayağı ise, bankacılık yasası (BDDK’nın oluşturulması), SSK yasasının değiştirilmesi ve prim oranlarının yükseltilmesi, tarımsal desteklemenin kaldırılması ve Tahkim Kanunu’nu kapsamaktadır. Söz konusu reform taahhütlerinin hepsi yerine getirilmiştir. Programın makro ekonomik istikrar ayağı ise aksamıştır. Bunun nedeni 2000 ve 2001 krizlerine bağlanabilir. Ancak, söz konusu krizlerin, özellikle birincisinin program tarafından yaratıldığı, ikincisinin de ilkinin sonucu olduğunu söylemek mümkündür. Örneğin, 2000-2002 programının sabitlenmiş kur ve Merkez Bankası’nın net iç varlık kısıtına dayalı uygulaması (para kurulu benzeri para politikası) Merkez Bankası’nın borç veren son mercii fonksiyonunu ortadan kaldırarak etkinsizleştirmiş, krizi başlatan ve kontrol edilmesini güçleştiren sebep olmuştur. Merkez Bankası Stand-by ile 2000 yılının başından itibaren net iç varlıklar tavanını, dış varlıklardaki artışlar dışında aşmamayı taahhüt ettiği için, piyasalara açık piyasa işlemleri yoluyla müdahale edememiştir. Böylece bankacılık kesiminin yeterli döviz fazlasına sahip olmaması ve yurt dışına sermaye çıkışının biraz artması ile piyasalardaki güvensizliğin bir anda yaygınlaşması Kasım ayında ortamı bir likidite krizine sürüklemiştir. Faizlerdeki hızlı yükseliş kamu ve özel bankaların mali yapılarını daha da bozmuş, programa olan güven iyice sarsılmış, özellikle kamu bankalarının aşırı likidite ihtiyaçları ödemelerin kilitlenmesine neden olarak, Şubat 2001’de tekrar, bu sefer bir döviz krizine girilmiştir. Bunun üzerine ‘’Enflasyonu Düşürme Programı’’na son verilerek Nisan 2001’de, öncelik olarak mali istikrara önem veren ‘’Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı’’ uygulanmaya başlanmıştır.
‘’Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı’’, kamu maliyesi, gelirler politikası, özelleştirme, bankacılık, para politikası ve acil yasal düzenlemeler çerçevesinde bir dizi tedbiri içermektedir. Kasım ve Şubat krizlerinin mali piyasalarda, özellikle bankacılık kesiminde yarattığı olumsuz gelişmeler dikkate alınarak paket üç aşamalı olarak belirlenmiştir. Bunlar, bankacılık sektörüne ilişkin alınacak tedbirlerle kriz ortamından süratle çıkış, faiz ve döviz kuruna istikrar sağlamak suretiyle ekonomik birimlere orta vadeli bir perspektif hazırlamak ve makroekonomik istikrarı tesis ederek istikrarlı bir büyümeyi sağlamaktır. Program uzun dönemde enflasyon hedeflemesi sistemine geçilmesini amaçlamaktadır ve Merkez Bankası yıllık enflasyon hedeflerini açıklayarak buna hazırlık yapmaktadır.
Son olarak ‘’Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı’’ 2003 yılında da uygulanmaktadır. Bununla birlikte, Kasım 2002’de genel seçimlerle tek başına iktidar olan Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) ise ‘’Acil Eylem Planı’’ adı altında, kamu maliyesi, gelirler politikası, özelleştirme, bankacılık, para politikası, reel sektör, alt yapı yatırımları ve eğitim gibi alanlarda üçer, altışar ve bir yıllık bir dizi tedbiri uygulamaya koyacağını ve IMF ile yapılmış olan anlaşma ve taahhütlere bağlı kalacağını dile getirmiştir.
Sonuç
Yaptığımız bu çalışma, başlangıçta da değinildiği gibi yargılamalardan ve spekülatif açıklamalardan uzak durarak sadece dönemlerin genel özellikleri çerçevesinde yürütülen iktisat politikası uygulamalarını saptamaya yönelik olmuştur. Dönemlerin özellikleri vurgulanırken toplumsal ve siyasal gelişmelerin de öne çıkartılması gerektiği düşünülebilir. Ancak, konunun çerçevesi çalışmanın bu yönünün biraz daha sınırlı kalmasını zorunlu kılmıştır.
Seksen yıllık Cumhuriyet tarihinde iktisat politikalarının gelişimi ülkenin kendi iç dinamikleri ve dünya konjonktürü tarafından belirlenmiştir. Bu belirleniş dönemlere ayrılarak incelenmeye çalışılmış ve dönemleme konusundaki yaklaşımımız ortaya konulmuştur; ancak tarihsel dönemleme çerçevesinde açıklanan iktisat politikası gelişmelerini bıçakla keser gibi ortaya koymak mümkün değildir. Buna rağmen önemli dönüşümlerin olduğu ve dönemlere ayırmadaki temel yaklaşımımızı da ortaya koyan, yukarıda da açıkladığımız belirli yıllar bulunmaktadır. Sonuç olarak bu belirli yıllara denk gelen dönüşümleri de göz önünde tutarak seksen yıllık uzun bir süreci bir bütünlük içerisinde aktarabilmek asıl kaygımız olmuştur.
TÜRKİYE EKONOMİSİ
1)İzmir İktisat Kongresi ( Şubat 1923)
TC nin kuruluşu itibariyle Türkiye ekonomisine ilişkin ilk gelişme şubat 1923te toplanan İzmir iktisat kongresidir. Kongrenin toplanmasındaki başlıca iki amaç:
• Tüccar, işçi, sanayici, çiftçi gruplarının ortak istek ve sorularının belirlenmesi, siyasal yönetim tarafından bilinmesi
• Türkiye ekonomisinin geleceğine dair yabancı sermayeye gerekli açıklamayı yapma
Kongrece benimsenen bazı görüşler:
– Cuma gününün resmi Tatil olması
– Yabancı yatırımcılara ayrıcalık tanınmaması ve yabancı sermayelerin ulusal yasalara bağımlı kılınması..
– İktisat eğitimine önem verilmesi
– Ticaret odalarının düzenlenmesi
İşçi grubunun talepleri: iş güvenliği, 8 saatlik günlük çalışma saati, ücretli izin hakkı.
Kongrede ortak görüş: ulusal bankacılığın kurulmasıdır..
Çıkarım: İzmir iktisat kongresinde: yabancı sermayenin kabul edildiği, ekonominin gidişatının resmedildiği ancak milli iradenin önemsendiği kararlara tanıklık eder.
Kongrenin ardından yaşanan gelişmeler:
• 1924te Türkiye iş bankası, ilk özel sektör bankası olarak kurulmuştur.
• 1925te Türkiye sanyi ve maadin bankası kurulmuştur. İlk kalkınma bankasıdır. 1932te Türkiye sanayi ve kalkınma bankası adını almış 1933te sümerbank’a devredilmiştir.
• 1930’da TC Merkez Bankası kurulmuştur.
* 1930’da Merkez bankası kurulana dek Osmanlı- İngiltere- Fransa ortaklığında oluşturulan Osmanlı bankası para basma yetkisine sahipti. Ancak bu durum Osmanlının ekonomiden ödün vermesi anlamına gelmekteydi.

2) Lozan Barış Antlaşması ( 24 Temmuz 1923)
Bu dönemde belirleyici diğer bir önemli gelişme 24 temmuz 1923te İsviçre’nin Lozan şehrinde imzalanan Lozan barış antlaşmasıdır. Antlaşmanın tarafları:

• TBMM
• Birleşik krallık
• Fransa
• İtalya
• Japonya
• Yunanistan
• Romanya
• Bulgaristan
• Portekiz
• Belçika
• Yugoslavya

Türkiye’nin siyasi ve ekonomik bağımsızlık hedeflediği bu antlaşmanın ekonomiye ilişkin konuları:

– kapitülasyonların kaldırılması
– yabancılara verilen ayrıcalık sorunu
– Osmanlı borçları
– Gümrük düzenlemeleri
– Savaş zararları
– Nüfus değişimi
– Musul sorunu

Lozanda kapitülasyonların kaldırılması, Osmanlı borçlarının paylaştırılması ve Duyunu Umumiye’nin kaldırılması Türkiye’ye ekonomik bağımsızlık kazandıran önemli gelişmelerdir.
Uyarı: Duyunu Umumiye ( Genel Borçlar İdaresi), Muharrem kararnamesi ile 2. Abdülhamit döneminde istibdad sürecinde kurulmuştur.
* İlk dış borç, 1854’te İngiltere’den alınmıştır.(Abdülmecit döneminde, Kırım savaşında)
Uyarı: Osmanlının son borcu: 1958’de ( Adnan Menderes, Demokrat Parti döneminde) ödenmiştir.
Uyarı: Kapitülasyonların kaldırılmasının gereği ilk kez misakı millide vurgulanmıştır.

201518_rapor195tur

Hazırlayanlar:
Oytun Orhan, ORSAM Araştırmacısı
Sabiha Senyücel Gündoğar, TESEV Dış Politika Program Direktörü

2008 KRİZİ
2008 Krizi, aynı yılın son aylarında ortaya çıkan ve Dünya’nın birçok ülkesini olumsuz yönde etkileyen ekonomik ve finansal gelişmelerle ilgili bir krizdir. 1929 Dünya Ekonomik Bunalımıyla kıyaslanan bu kriz, özellikle Eylül 2008 ayında gözle görülür hâle gelmiştir. A.B.D.’deki taşınmaz mal piyasasının birden değer kaybetmesi kişisel iflasların artmasının bu krizi tetiklediği sanılmaktadır.
2008 Krizinin Nedenleri ve Etkileri
2008 krizinin nedenlerini 4 başlık altında toplayabiliriz:
1. Likidite Bolluğu
Amerika’da 2000’li yılların başlarından itibaren faiz oranlarının oldukçaVdüşük seviyelerde seyretmesi özellikle dar gelir grubundaki kişiler için kredileri cazip kılmıştır. Özellikle A.B.D. başkanı George W. Bush’un 2004 yılında yeniden baş- kan seçilmesi ile birlikte, alt gelir grubunun konut edinebilmesi için vergi avantajları gibi birtakım kolaylıklar getirilmiştir. Alt gelir grubuna açılan kredilere çoğunlukla ilk 2 yılı sabit faiz ödemeli, geri kalan yıllarda ise piyasa faiz oranlarına endeksli değişken faiz uygulanmaktadır.
Kamuoyunda alt gelir veya NINJA (No income, no job, no asset) kredileri olarak bilenen bu uygulamalar varlık fiyatlarının özellikle de konut fiyatlarının çok hızlı bir şekilde artmasına yol açmıştır. Fakat A.B.D. Merkez Bankası’nın (FED) 2006 yılından itibaren faiz oranlarını arttırması konut sektörünü büyük bir durgunluğa sokmuştur. Konut satış fiyatları önceden kredi verilen seviyeden aşağılara inince dar gelir grupları aldıkları kredileri düzenli olarak ödeyemez duruma gelmişlerdir.
Bir kısım konut kredisinde başlayan geri ödeme problemleri sonucunda banka portföylerindeki hacizli konut sayısı artmaya başlamıştır. Bankaların bu konutları piyasaya arz etmesi konut fiyatlarında düşüşe yol açmıştır. Bu durumda halen kredisini ödemekte olan bazı konut kredisi kullanıcılarının ellerindeki evlerin değeri kalan kredi ödemelerinin net bugünkü değerinin altında kalmıştır. Dolayısıyla bu kişiler de evlerinin kredi geri ödemelerinden vazgeçmişlerdi
2. Menkul Kıymetleştirme
Menkul kıymetleştirme kelime anlamı olarak, bir gerçek veya tüzel kişinin ticari faaliyetlerinden kaynaklanan varlıkları ve gelecekteki gelirlerini karşılık göstermek sureti ile borçlanma senedi ihraç ederek finansman sağlaması durumudur.
A.B.D.’de 2000–2006 yıllarında herkesi ev sahibi yapma amacıyla kredi verilmiş bankalar riski üzerlerinden atabilmek adına vermiş oldukları kredilerin bir kısmını ya da tamamını menkul kıymetleştirme yolunu seçmiştir. İlk bakışta bu yaklaşım riski paylaşmak adına benimsenmiş olsa da aslında paylaşılan borçtur Çoğu iktisatçıya göre 2008 krizinin çıkış noktası; mortgage kredisinin her gelir grubuna aynı faiz oranı ve geri ödeme planı ile verilmiş olması değil. Verilen kredilerin bankalar tarafından paketlenilerek tekrar tekrar satılmasından kaynaklanmaktadır
3. Şeffaflık
Bu krizde banka varlıklara sahip oldukları bu varlıkların değerinin ne olduğu hatta bunların muhatabının kimler olduğu yeterince şeffaf olarak belirlenmemiştir. Bu problemler, türev diye adlandırılabilecek karmaşık ticari sözleşmelere sahip Lehman Brothers gibi firmaların iflasları sonucu ortaya çıkan riskin hesaplanması ve analiz edilmesini zorlaştırmıştır
4. Derecelendirme Kuruluşları ve Denetleyici Kuruluşlar
Bankalarla ve diğer mali kuruluşlarla ilgili notlar veren reyting kuruluşları belirli firmalar tarafından finanse edilmektedir. Hal böyle olunca derecelendirme kuruluşlarının objektif değerlendirme yapma kabiliyetleri azalmaktadır. Diğer yandan derecelendirme kuruluşları firmaların finansal problemlerini her zaman tespit edememektedir. Bazen de sorunu kısmen veya çok gecikmeli olarak görebilirler. Son finansal kriz öncesinde de derecelendirme kuruluşları çok etkin çalışamamıştır. Ancak finansal kriz başladıktan sonra kredi notları düşürülmüştür
Bu durumu öngörüp değişimler ortaya çıkmadan önce gereken düzenlemenin yapılamaması ve içinde bulunulan küresel kriz, mali sektörle reel sektör arasındaki uyumsuzluğun artması ile ortaya çıkmıştır. Devlet müdahaleleri sonucunda biraz hafiflemiş gibi görünse de tam çözülebilmesi mali sektörün biraz daha değer kaybetmesi ve reel sektöre biraz daha yaklaşmasına bağlı bulunmuştur.

Türkiye açısından etkisi, dış kredideki azalmalar şeklinde olmuştur. Başta A.B.D. olmak üzere birçok ülkenin finansal kurumları ya iflas etmiş ya da zor duruma düşmüştür. Finansal kurumların da birbirleri arasında daha önceden var olan güven ortamı tamamen bozulmuştur. Hal böyle olunca, borç verebilen kurumlar borç alma yükümlülüklerini ağırlaştırmış, vadeleri kısaltmış sonuç olarak ta borç almak çok daha maliyetli bir hal almıştır. Bu durum sadece ülke içi finansal kurumları bu tür tedbirler almaya itmekle kalmamış; aynı zamanda ülkeler arasındaki borçlanma koşullarını da daha zorlaştırmıştır.
Bu olumsuz hava, iç kredideki azalışı da beraberinde getirmiştir. İç kredideki azalış ilk etapta bankaların dış kredideki azalmadan dolayı borç almakta zorlanması şekli ile kendini hissettirmiştir. Dış borç bulamayan ya da almayı eskisine nazaran daha maliyetli bulan bankaların; ellerinde nakit tutma istekleri artmış müşterilerine kredi açma istekleri azalmıştır. Bununla doğru orantılı olarak iç talepteki daralma nedeniyle müşteri kredi talebinde de ciddi oranda bir azalma gözlemlenmiştir. Tüm bunların sonunda ekonomiye duyulan güven sarsılmış bu durumdan hem tüketici hem üretici eşit miktarda zarar görmüştür. 2008 krizi Türkiye’ye yüksek dü- zeyde bir işsizlik oranı ve daralan ekonomi bırakmıştır.
Türkiye ekonomisi, 2008 yılının üçüncü çeyreğinde geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 0,5 oranında büyümüştür. Yılın ilk dokuz ayındaki büyüme yüzde 3 oranında gerçekleşmiştir. Büyüme hızında meydana gelen bu yavaşlamanın temelinde hem iç hem de dış talepte yaşanan yavaşlama yatmaktadır. 2001 krizinden bugüne büyümenin motoru olan yurt içi nihai tüketim ilk defa daralmıştır
Tüketim talebine ilişkin diğer göstergeler de son çeyreğe ilişkin olumsuz işaretler içermektedir. Yurt içine yapılan otomobil satışları keskin bir düşüş ile üçüncü çeyrek ortalamasının oldukça altında gerçekleşmiştir. Son dönemde açıklanan tüketim endekslerinin mevsimsellikten arındırılmış değerleri, özel tüketim talebinde bir miktar toparlanma gösterse de hâlâ düşük seviyelerde bulunmaktadır. Tüketim malları ithalat miktarı da, başta binek otomobiller ve dayanıksız mallar olmak üzere, düşüş eğilimini sürdürmüştür
2008 Krizinin Sonuçları
.1. Konut Fiyatlarındaki Düşüş
Konut fiyatlarındaki yükselişler küresel finansal krizin nedenlerinden birisi iken konut fiyatlarının düşmesi bu krizin sonuçları arasında yer almaktadır. Konut kredilerinin bir kısmının geri dönmemesi sonucu konut piyasası yukarıda belirttiğimiz kısır döngüye girmiş ve A.B.D.’de 2007 yılının başından itibaren konut fiyatlarında önemli düşüşler yaşanmıştır 2001- 2007 yılları arasında A.B.D. konut fiyatları yüzde 90’ları görmüş olup; 2007’nin başından itibaren de hızlı bir düşüş başlamıştır. İngiltere’de de benzer düşüşler görülmektedir.
2. İşsizlik Oranlarında Artışlar
Küresel kriz işsizlik oranlarını da önemli ölçüde etkilemiştir. Özellikle A.B.D. ve gelişmiş ekonomilerde yukarı yönlü eğilim göze çarpmaktadır. Türkiye’de ise 2006 ve 2007 yıllarında yüzde 10’ların altına düşen işsizlik oranları tekrar yüzde 10’un üzerinde seyretmeye başlamıştır.
3.Enflasyonist Etki
2007 ve 2008 yılında enflasyondaki yükselme sadece finansal krizden kaynaklanmamıştır. Bu dönemde petrol ve gıda fiyatlarındaki yükselmeler önemli miktarda enflasyonist etkiye yol açmıştır. Özellikle enerji talebi hızla artan gelişmekte olan ülkelerde enflasyon oranları hızla yükselmiştir. 2009 yılında ise petrol fiyatlarındaki düşüş ve krizin etkisinin azalacağından hareketle enflasyonist eğilimlerde düşüş beklenmektedir
Regülâsyonlar ve Müdahaleci Yaklaşımlar
Finansal krizin bir diğer sonucu özellikle gelişmiş ekonomilerde regülâsyon taleplerinin artması olmuştur. Hedge fonlar gibi hafif şekilde regüle edilmiş riskli araçlardan geleneksel bankacılık operasyonlarına kadar tüm finans alanında yeni regülâsyonlar beklenmektedir. Piyasanın tüm sorunlarını kendiliğinden çözeceği veya self-regülâsyonlarla yetinilmesi tezi artık dillendirilmemektedir.

2001 KRİZİ

2001 Türkiye ekonomik krizi, Kara Çarşamba olarak da bilinen, Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en büyük ekonomik krizidir. Milli Güvenlik Kurulu toplantısında cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer ile başbakan Bülent Ecevit arasındaki siyasi kriz bir anda tüm ülkeyi etkisi altına alan ekonomik bir krize dönüşmüştür. Türkiye’nin Şubat 2001 finansal krizi, beklenmedik ölçüde ekonomik daralmayla sonuçlanmanın ötesinde, ülkenin orta vedeli perspektifini değiştiren yeni koşulları da beraberinde getirmiştir.

2001 KRİZİ NEDENLERİ

Yüksek enflasyon ve buna bağlı olarak ortaya çıkan bozulan gelir dağılımı, Bozulan iş ahlakı ve uzun vadeli yatırım isteksizliği, Talep azlığının sonucu olarak, isletmelerin düşük kapasite ile çalışması ve artan issizlik, Fakirin daha fakir, zenginin daha zengin hâle gelmesi, Paranın satın alma gücü paritesinin, dövizin ve faizin aşırı dalgalanma göstermesi,

2001 döneminde yaşanan finansal kriz son derece ciddi hasarlara sebebiyet veren bir kriz olarak Türkiye ekonomisinin tarihinde yerini almıştır. Alt yapı düzensizliğindenVkaynaklı yetersizlikler sebebiyle sistem daha fazla ilerlemeye geçit vermemiş ve bunun sonuncunda Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı (GEGP) adı altında yeni bir istikrar programının yürürlüğe girmesine gerek duyulmuştur. Bu nedenden dolayı uygulamaya konan GEGP’nın başlıca hedefleri; dış ticaret ve kur politikası, maliye politikası, enflasyonla mücadele politikası sabit bir enflasyon hedeflemesi ve ekonomi adına “reform politikaları” üzerinde yoğunlaşmıştır. Fakat hedefler tutturulamamıştır.

Sabit kur rejiminin uygulanmasının piyasalarda yol açtığı daraltıcı etkiler giderek artmış ve GEGP çerçevesinde bu uygulamaya son verilerek dalgalı kura geçilmiştir. Ekonomideki dolarizasyonun derecesi, şoklara karşı açıklık ve kur riskinin dengelenmesi imkânı gibi dış ticaret göstergeleri de dalgalı kur rejiminin tercih edilmesinde etkili olmuştur.

Uygulama sonuçları itibariyle ekonomik yapıya işlerlik kazandırılması hedefine ulaşılamamıştır. Bu doğrultuda, GEGP’nın sonuçlarının başarısının sınırlı kaldığı söylenebilir. Bunun üzerine Ocak 2002’de bir Niyet Mektubu ile IMF’ye başvurularak destek aranmıştır. 2002 yılının ortalarında siyasi alanda yeni gelişmeler yaşanmıştır. Yapılan genel seçimler sonucunda değişen hükümet, Acil Eylem Planı yayımlayarak ekonomi ile ilgili hedeflerini ortaya koymuştur

KRİZİN SONUÇLARI VE ETKİLERİ

Kriz en önemli sonuçlarından birisini, sermaye hareketlerinde göstermiştir. 1999’un 3. çeyreğinden krize kadar Türkiye’ye giren katlanmış net portföy yatırımı 8 milyar dolar civarında iken, Kasım ayında 5 milyar dolarlık sermaye çıkışı yaşanmıştır.Ancak doğrudan yatırımlar ve uzun vadeli sermaye hareketlerinde düşüş yaşanmamıştır

Krizden en çok etkilenen kesimin başında belki de bankalar gelmektedir. Bu konuda yapılan bir çalışmada, krizden, ticaret bankalarının verimlilik ve etkinliklerinin ciddi biçimde etkilendiği tespit edilmiştir. Verimliliğin azalma nedeni, etkin sınırı oluşturan bankalar dâhil sektörün tümünde görülen performans gerilemesidir. Aynı çalışmada, 2002 ve 2003 yıllarında ise ticari bankacılık sektörünün verimliliklerinin artarak kriz öncesi seviyeyi yakaladı ğı tespit edilmiştir. Bu olumsuzluklardan bankalar da ciddi şekilde etkilenmiş ve bankaların yükümlülüklerini yerine getirme durumları zorlaşmış ve sorunlu bankaların Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu’na devri söz konusu olmuştur. “Ancak bankaların yeniden yapılandırılması, zaten zor durumda olan ekonominin üzerine büyük bir yük daha eklemiştir. 2000 ve 2001 yıllarındaki krizlerde bankaların yeniden sermayelendirilmesinin ekonomiye maliyeti GSMH’nin yaklaşık %32’si seviyesindedir. Bu oranın diğer ülkelerle karşılaştırıldığında yüksek seviyelerde olduğu gözlemlenmektedir

Gerek mali sistemde ve gerekse reel sektördeki sıkıntılar, ekonominin göstergelerinde kendini göstermiştir. Kriz nedeni ile 2001 yılında Türkiye ekonomisi, %9,4 küçülme ile tarihinin en büyük küçülmesini yaşamıştır. Bu küçülmenin en önemli etkisi issizlik oranının %12’ye çıkması ile istihdam alanında kendini göstermiştir. Kullanılabilir gelir dolar bazında %28 düşerken reel ücretler 1997 yılına göre %70 azalmıştır.

Kriz etkisini talepte de göstermiş ve 2001 yılında dayanıklı tüketim harcamaları %30,4, hizmetler %9,3, yarı dayanıklı ve dayanıksız tüketim malları harcamaları %9 ve gıda harcamaları %3,6 oranında azalmıştır. Buna paralel olarak tüketici kredileri Aralık 2000 tarihinden itibaren Aralık 2001 tarihine kadar çok ciddi bir düşüşe geçmiştir. Özellikle taşıt kredilerindeki düşüş çok keskin olmuştur

Krizin tek olumlu etkisi ihracat üzerinde görülmüştür. 2000 yılında 27,8 milyar dolar olarak gerçekleşen ihracat rakamı, 2001 yılı sonu itibariyle 31,3 milyar dolar olarak gerçekleşmiştir. Bu artış %13’lük bir artışa karşılık gelmektedir.

Krizin sosyal açıdan da birçok olumsuz etkisi olmuştur. Bu anlamda krizle birlikte issizlik oranı artmış, buna paralel olarak da özellikle özel sektör reel ücretleri azalmış ücretli çalışanlar iş değiştirmek, zorunlu olarak izne ayrılmak durumlarında kalmışlardır. Bunun yanında insanlar birikimlerini nakde çevirmiş, varlıklarını satmış ve eğitim-sağlık gibi harcamalardan tasarrufa gitmişlerdi.